Perşembe, Haziran 23, 2016

Okul Başlıyor! – Ebeveynler İçin Hayatı Kolaylaştıracak Öneriler

Dünyalı Dergi blogu için 21 Ekim 2015 tarihinde yazdığım yazıdır. Yazının orijinal hali için buraya bakabilirsiniz.

Okul vakti geldi çattı. Bir koşuşturma, bir stres, bir heyecan… Hele ki, çocuğu ilkokula bu yıl başlayacak bir ebeveynseniz daha da fazla. Biz değil miydik o bütün yaz, “Ay okullar başlasa da, şu çocuğu nasıl oyalayacağım diye düşünmekten kurtulsam!” diyen? Eeee neden o zaman bu şimdiki telaş?
Aslında telaş etmekte haklısınız. Okul formaları dolaptan çıkacak, yıkanacak, ütülenecek. Bir bakacaksınız paçalar kısalmış. Hadi bakalım, yenisini almak için koşturacaksınız. Ayakkabısı, hırkası cabası.
Sonra gelsin okula alışma, öğretmeni tanıma, “Kalemi tuttu, tutamadı,” gerginliği, “Aman da bahçede koşturup terler mi?”endişesi, “Tuvaletten sonra elini yıka mutlaka!” tembihleri.
Birinci sınıfı atlatmış olanların işi bir nebze daha kolay, onlar başlarına gelecekleri gayet iyi biliyorlar. Ödevler yapılacak, projeler gelecek, çocuklara en azından ara öğün için yiyecek bir şeyler hazırlanacak; yine hırkalar, montlar okulda unutulacak, silgiler, kalemler kaybolacak…
Baktım Dünyalı Dergi Eylül sayısında çocuklar için okul hayatını panayıra çevirecek öneriler sıralamış, ben de siz ebeveynlerin hayatını panayıra çevirmese de, kolaylaştıracak birkaç öneriyi naçizane deneyimli bir okullu annesi olarak sizlerle paylaşayım dedim. Etrafımdaki okullu annelere de sordum soruşturdum, aşağıdaki önerileri listeledim. Önermesi benden, uygulaması, üstüne ilave etmesi sizden.

Gereksiz gerginliğe son

eyvah okul basliyor 2Sizin çocuğunuz ilk kez okula başlayacak olabilir. Ancak her yıl milyonlarca çocuk okula başlıyor. Sizdeki tüm gerginlik, çocuğunuza yansıyıp, onun da gerilmesine sebep oluyor. Bunu hayatın doğal akışının bir parçası olarak düşünmeye çalışın. Zaten öyle… Yavaş yavaş her şey yoluna girecektir. Sakin olun!

 Öğretmen çok önemli

Umarım şansınız vardır ve çocuğunuzun öğretmeni çocukları tüm farklılıklarıyla seven, onların farklı yönlerini önemseyip geliştirmeye çalışan, akademik başarıdan ziyade, çocukların öğrenmeyi sevmesini, bilgiye değer vermesini amaçlayan bir öğretmendir. Ama kabul edersiniz ki, öğretmenin tüm çocukları, hele ki çekingenliğin zirvesinde oldukları yaşlarda tanıması çok çabuk olmayabilir. Bu yüzden çocuğunuz ve sizle ilgili, öğretmeninizin bilmesini istediğiniz her şeyi yazın. Özel durumları, ilgi alanlarını, zayıf ve güçlü yönlerini, beklentilerinizi, hassasiyetlerinizi, sağlık durumunu ve dahasını… İnanın öğretmenler buna hayır demez, aksine çok da memnun olurlar.

Çocuğun okula uyum sağlaması için ona yeterince süre verin

Her çocuk okula aynı hızla alışamayabilir. Başlangıçta hevesle başlayan bir çocuk, ilk haftanın sonunda okula gitmemek için direnmeye başlayabilir. Bir başkası kesinlikle çok ilgisiz davranabilir. Arkadaş edinmekte zorlanabilir, korkabilir… Oğlum birinci sınıfa başladığının haftasında ona “Eee oğlum okulu sevdin mi?” diye sormuş ve aldığım “Evet anne çok eğlenceli, tam beş tane teneffüs var,” cevabıyla hayal kırıklığına uğramıştım. Oysa asıl sorun, altı sene sürekli oyun oynayan, her şeyi oyun üstüne kurulu bir çocuktan farklı bir yanıt bekleyen bendeydi.

 Sorumlulukları eğlenceli hale getirebilirsiniz

Sabah belli bir saate kalkıp, mutlaka belirli hazırlıkları yaparak, aynı saatte okulda olması, akşam da yine ödev adı verilen kimi zorunlu işleri tamamlaması ve çantasını ertesi gün hazırlaması beklenen çocukların bu tür sorumluluklar nedeniyle sıkıntı ve mutsuzluk yaşaması çok olası. Bu nedenle çocuğunuzun odasına büyük renkli kartonlara resimli sorumluluk listeleri hazırlamanız işi biraz daha eğlenceli hale getirebilir.
Biz büyükçe bir kartonu ortadan ikiye bölmüş, sabah ve akşamı ifade etmek için bir bölümün üstüne güneş, diğer bölümün üstüne de ay çizmiştik. Sonra güneşin altına kahvaltı, okul kıyafeti ve bir sarılıp, öpüşme resmi yapmış, ayın altına da akşam evde yapılacakları temsilen askıda okul kıyafetleri (evet, askıya ben asıyordum ama en azından çıkarması gerektiğini hatırlıyordu), en sevdiği birkaç oyuncağın resmi ve ödevi temsilen defter, kitap ve çantasını toplaması gerektiğini hatırlatan kendi çantasının resmini yapmıştık.
Aynı kartonun yanına, aylık bir tablo yapmış, sorumluluklarını eksiksiz yerine getirdiği günler için gülen yüz çizmiştik. Her ay önceden belirlediğimiz sayıda gülen yüz alınca, sinema, kitap, oyuncak gibi bir ödül alıyordu. Bu yöntem her sınıf düzeyinde farklı içeriklerle uygulanabilir.

Sadelik daha az kafa karıştırır

Çocuğunuzun her gün odasındaki çalışma masasında oturup, ödevlerini yapması çok önemli. Eğer çocuğunuzun kendine ait bir odası yoksa, televizyon, radyo, sohbet ortamı olmayan bir yerde, sadece ödev materyalleriyle ödevini yapmasını sağlamanız çok faydalı olur. Tüm defter ve kitaplarının durduğu, ayrıca üstünde oyun hamurları, boya kalemleri ve oyuncakları olan bir masada konsantre olması olanaksız.

Kalem, silgi deyip geçmeyin

Koyu yazan ama silinemeyecek kadar koyu yazmayan, yumuşak uçlu ve mümkünse tutmayı kolaylaştıracak şekilde üçgen biçimli kalemler, kutulu ama olabildiğince basit bir kalemtıraş, kokusuz ve küçük bir silgi (ya parçalanacak, ya da kaybolacak çünkü) kalem kutusunun olmazsa olmazları. Başka neler gerektiğini öğretmeniniz söyleyecektir. Ha bu arada bezden kalem kutuları tercih edilmeli, o kadar çok düşürüyorlar ki, hem çıkardığı gürültü ile dikkat dağıtması önlenmiş olur, hem de gerektiğinde yıkayabilirsiniz.

“İlkokul bir” en zoru

eyvah okul basliyor 1Birkaç ay içinde hiyeroglif yazısını öğrenmek zorunda olduğunuzu düşünün. Hem de çiviyle, taş tabletlere yazacaksınız. Ne hissederdiniz? Lütfen birazcık empati kurun. Onun dışında, az oyun, çok sorumluluk, çok kural, zorunlu kıyafetler, 40 dakika aynı yerde sabit oturma zorunluluğu ve bambaşka yaşam formlarından gelen çocuklarla baş edebilme/iletişim kurmaya çalışma zorlukları. Gerçekten hiç kolay değil ama geçiyor. Alışıyorlar.

Ödev denen cinnet sebebi

Ben dahil çevremdeki birçok anne (evet babalar daha az kafaya takıyor), ödevler yüzünden çocuklarıyla çatışma yaşıyorlar. Aslındaideal olan, ödevi ufak desteklerle tamamen çocuğun kendisinin yapması ve ödevin yapılıp yapılmayacağına çocuğun kendi karar vermesi. Ama öğretmen kesinlikle size dönecek, “Çocuğunuz ödevlerini yapmıyor,” diye, bilesiniz. Bu arada ödev dediğim, bir sayfa harf yazmak filan olsa da, saatlerce sürebiliyor. Zor bir konu, tek önerim sabırlı olmanız. Sadece bu başlık bile başlı başına bir yazı konusu olabilir.

Yazı yazmak eğlenceli olabilir

Her çocuğun ince motor gelişim hızı farklı olabilir. Bu nedenle özellikle birinci sınıfta yazı yazma ve okuma hızları ciddi değişkenlik gösterebilir. Sakın ha sakın, çocuğunuzu bir başka öğrenci ile veya kardeşleriyle kıyaslamayın.Onun dışında, onu keyif alacağı kimi şekillerde alıştırma yapmaya ikna edebilirsiniz.
Örneğin “İsim, Şehir” oyununu çocuğunuzun ilgi alanına uyarlayabilirsiniz. Bizdeki format, “İsim, Böcek, Çizgi Film Kahramanı” idi. Daha ileri sınıflarda, “Yazdığımı Tamamla” oyunu hem okuma, hem de yazma hızına katkı sağlayabilir. Bir kâğıda 1-2 cümle ile bir hikâyenin başını yazın; çocuğunuzun seveceği bir şeyler uydurun. Sonra kâğıdı katlayıp, sadece yazdığınız son satır açıkta kalacak şekilde çocuğunuza verin. O, gördüğü son satıra bakarak hikâyeyi 1-2 satır devam ettirsin ve aynı şekilde katlayıp size geri versin. Sayfa bitene kadar bunu sürdürün. Sonra tüm kâğıdı açıp okumasını isteyin; oldukça eğlenceli bir hikâye olacağı kesin.

Küçük kaygılar, pratik çözümler

eyvah okul basliyor 3Arada neler yiyecek? Tuvalette sabun ve tuvalet kâğıdı var mı? Kantinde satılanlar sağlıklı mı?
Yanıtlamaya sondan başlayayım, ortalama bir okul kantininde satılan yiyecekler büyük oranda sağlıksız. Ama kimi ebeveynlerin çocuklarının cebine para koyup, kantine yönlendirdiği de bir gerçek. Bu durumda en iyisi ilk veli toplantısında bir gündem açıp, öğretmenin okul kantininden alışveriş yapmayı tek bir günle ve belirli ürünlerle sınırlamasını sağlamaktır.
Ara öğünler de aslında o kadar büyük bir kriz değil. Çikolata, paketlenmiş ürünler, yağlı patlamış mısır vs. yerine, kuru veya yaş meyveler, ceviz, badem, fındık, leblebi, meyve pestilleri, ev yapımı az yağlı kekler, kurabiyeler, soğuk sandviç (salamsız, sucuksuz), ayran vb. gıdalar çocuğunuzun ara öğünde ihtiyaç duyduğu enerjiyi almasını sağlayacaktır. Her gün düzenli olarak çocuğunuzun yanına bir matara su koymayı zaten unutmazsınız değil mi? Hem sağlıklı, hem de dayanıklı olması açısından çelik olması iyi olur.
Tuvalet konusunda ise bir miktar zorlanacak olsa da, çantasına atacağınız küçük bir ıslak mendil paketi ve minik bir şişeye dolduracağınız sıvı sabun ile sıkıntıyı biraz azaltabilirsiniz.

Minik sürprizler

eyvah okul basliyor 4
Açalya Heeren’in oğlu Dante için hazırladığı paketlerden biri
Ara ara çocuğunuzun kalem kutusuna, defterinin arasına veya yemek kutusuna minik notlar veya resimler bırakın. İnanılmaz mutlu oluyorlar bilesiniz. Yetenekliyseniz, öğle yemeğini içine koyabileceğiniz bir kese kâğıdına ufaklığın hoşlanabileceği resimlerden de çizebilirsiniz

Kudurmak teneffüsün vazgeçilmez eğlencesidir

Kız veya erkek fark etmez, tüm çocuklar teneffüslerde, aylardır zincire bağlı kalmışcasına koşmak ve kudurmak eğiliminde oluyor. Bu nedenle çantasının az kullanılan bir gözüne bir atlet koymanız iyi olabilir. Kreş öğretmeni olmasalar da, öğretmenler bu konuda işbirliğine istekli olabiliyorlar. Onun dışında yırtılan dizler, kirlenen tişörtler, ufak tefek yaralanmalar için yapacak pek bir şey yok. Büyüdükçe azalıyor.

Çanta, ayakkabı, mont, şapka…

Çocuğun kimi eşyalarını okulda bırakma şansı olsa bile, her gün taşıyacağı çantanın onun iskelet sistemi için yeterince ağır olacağını unutmayın. Bu nedenle olabildiğince hafif bir çanta seçin.
Süslü rugan ayakkabılar, bağcıklı mokasenler pek cici olabilir ama kesinlikle yanlış seçim. Kolay giyilip çıkartılan, altı kaymayan, koşup oynadıkça ayağını acıtmayan bir ayakkabı tercih edin.
Mont, hırka, şapka, eldiven, atkı… Kış ilerledikçe, çocukların takip etmesi gereken malzeme sayısı artıyor. Bunların her gün, ama her gün en az birini unutacağından emin olun. Kendinizi buna hazırlayın, aksini hiç görmedim. Mümkünse tüm sürekli kullanılabilir malzemeye bir yolunu bulup ismini yazın.

Sabır, sabır, sabır….

  • Tüm çocukların aynı hızda ilerlemediğini, aynı yetkinliklere sahip olmadığını kabul edin. Çocuğunuzun farklılıklarına odaklanıp, onları destekleyin.
  • Her şey kaybolacak, hazırlıklı olun. Her zaman evde yedek kalem, silgi, kalemtıraş, vs. bulundurun.
  • Her gün bir şeyler unutulacak, okulun kayıp eşya odasının yerini öğrenin.
  • Resim defterlerinden koparılan kâğıtlar, bir bütün bant rulosu kullanılarak kılıç yapılacak. Hiç kaçarınız yok. Çantaya mümkün olduğunca müsvedde kâğıt koyun.
  • Daha önce hiç görmediğiniz davranışları sergileyip, hiç duymadığınız sözcükleri sarf edecekler. Çocuğunuz yalıtılmış sosyalliğinden, topluma karışıyor. Endişe etmeyin. Yolunu bulacaktır.
  • Evde konuşulan, olan biten her şeyi, öğretmeninden veya bir arkadaşının annesinden duyabilirsiniz. Aman dikkat! Söylediklerinize dikkat edin.
  • Akran zorbalığına, tacizlere ve kendisiyle iletişim kurmak isteyen yabancılara karşı çocuğunuzu uyarın. Korkutmayın ama eğitin. Bu konuda hazırlanmış video ve kitaplardan faydalanın.

Tadını çıkarın

Hızla büyüyorlar. Bu anları tekrar yaşayamayacaksınız. Çocuğunuzun kendini bulma, bağımsızlaşma ve kanatlanıp uçma serüveninin tadını çıkartın. Ne olursa olsun, her koşulda onun yanında olduğunuzu bildiği sürece tüm zorlukların üstesinden gelecektir.

Pijama, Terlik, Televizyon Kuşağının Çocuklarının Televizyon İzleme Alışkanlıkları Araştırması

Dünyalı Dergi blogu için 13 Ekim 2015 tarihinde yazmış olduğum yazıdır. Yazının orijinal hali için buraya bakabilirsiniz.

Derler ki;
Çocuğunuza 2 yaşına kadar asla TV izletmeyin.
Okul öncesi dönemde TV izleyen çocuklar saldırgan oluyormuş.
Çizgi filmlerde sübliminal mesajlar varmış.
Çok TV izleyen çocuklarda obezite oranı daha fazlaymış.
Şimdi size yazının ana fikrini baştan yazayım;
  • Bence abartmayın.
  • Ama mümkünse de hiç TV izlemeyin, izletmeyin.
Çelişki gibi mi duruyor? Aslında pek değil.
Yukarıda yazılanların gerçek olup olmadığını bilemiyorum. Sürekli kimi araştırmalar yapılıyor, sonuçları paylaşılıyor. Pencerenin bir tarafından bakan tu kaka derken, diğer tarafından bakan kontrollü olarak izlemenin/izletmenin aksine faydalı olabileceğini söylüyor. Bilemiyorum, bu konunun uzmanı değilim. Ama 2006 yılında RTÜK tarafından yapılan“İlköğretim Çağındaki Çocukların Televizyon İzleme Alışkanlıkları Kamuoyu Araştırması” sonuçlarına bir baktım da, aynı araştırma (manipüle edilmediğini varsayarak yazıyorum) bugün yapılsa eminim çok farklı sonuçlar alınırdı. Bu nedenle günden güne değişen teknoloji ve aynı hızla değişen alışkanlıklar, yaklaşımlar ve beklentiler göz önüne alındığında TV izlemenin, tabletlerle ilişkinin ve bilgisayar oyunlarının faydasını, zararını, ölçüsünü daha çok konuşuyor oluruz.
Televizyonu evinden tamamen çıkartan insanlara saygım sonsuz. Ama arada bir çocuklarımla çizgi film, belgesel ve film izlediğim için de bir suçluluk duymuyorum. Ben de insanım, çalışan ve ik çocuklu bir insanım üstelik. Başka başka yoğunluk ve kısıtlılıklarım da var ve zaman zaman popomu bir koltuğa koyabilmemin yegâne yolu bu olacaksa, olsun lütfen.
Ben yine de böyleyken böyle deyip geçmedim tabi. Yukarıda bahsettiğim araştırmada sorulan iki soruyla civarımdaki çocuklarla bir mini anket yaptım. İşte benim manipülasyonsuz araştırmamın sonuçları;
Sorular:
1) Boş zamanlarda en çok neler yapmaktan hoşlanıyorsun?
2) Televizyon izlediğin zamanlarda, televizyon seyretmemiş olsaydın ne yapardın?
Deniz: (Yaş 9)
Resim yapmak, oyuncaklarımla oynamak, TV izlemek.
TV izlemeseydim, oyuncaklarımla oynardım.
Evrim: (Yaş 7,5)
Oyun hamuru oynamak, resim yapmak, ip atlamak, kedileri beslemek.
Derslerimi yapardım, arkadaşlarımla oyun oynardım, piyona çalardım, kitap okurdum.
Ece: (Yaş 8)
TV seyretmek, Minecraft oynamak, yerden yüksek oynamak, kitap okumak.
Kitap okurdum, iPad’den video izlerdim ya da oynardım.
Sedef: (Yaş 6)
Ailemle vakit geçirmek, dışarı çıkmak, arkadaşlarımla oynamak, anneannemle kurabiye yapmak, annemle gezmeye gittiğimizde yemek yiyip sohbet etmek.
Oyun oynardım (yerden yüksek), kardeşimle oynardım, annemle pasta hazırlardım.
Ekin: (Yaş 10)
Futbol oynamak, arkadaşlarımla Play Station oynamak, annemlerle oyun oynamak.
Futbol oynardım veya annemlerle oyun oynardım.
Ayşe Nemit: (Yaş 12)
Resim yapar, kitap okurum boş zaman bulursam tabii.
Karikatür dergisi, mizah dergisi inceleyip okumak.
Deniz: (Yaş 7 )
Bilgisayar oynamak, lego yapmak, arkadaşlarımla oynamak,  sevdiğim arkadaşlarım ile lego yapmak.
Lego yapmak.
Güneş: (Yaş 7)
Minişlerle oynamak.
Ders çalışırdım, yemek yerdim, oyun oynardım.
Ilgaz: (Yaş 8)
Boş zamanlarımda en çok futbol oynamayı, paten kaymayı ve resim yapmayı severim.
Futbol oynardım.
Mira: (Yaş 5)
iPad oynamayı, TV izlemeyi, oyun oynamayı ve parka gitmeyi.
iPad ile oynardım, oyun oynardım.
Analiz uzmanı değilim, ancak yanıtlardan çıkardığım sonuç ve ders şu: Çocukların aslında alternatifi var. Ya yaşadığımız ortamın fiziksel koşulları buna uygun değil, mesela dilediğinde futbol oynayabileceği bir ortam yok ya da bizler çeşitli ve muhtemelen de haklı nedenlerle çocuklarımıza TV ve iPad dışında alternatifler sunamıyoruz, mesela onlarla birlikte kurabiye yapmaya veya oyun oynamaya vaktimiz olmuyor.
Avusturalyalı sanatçı Donna Stevens, çocukları TV seyrederlerken fotoğraflamış. Bu çalışmasına da “Idiot Box (Aptal Kutusu)” demiş. Sanatçının çalışmalarına kendi web sitesinden ulaşabilirsiniz, ancak gerçekten çok çarpıcı bulduğum birkaç resmi sizinle paylaşmak istedim. Bir süre izlemelerinde sakınca olmayabilir belki ama gerçekten de zihninin en çok çalıştığı, gözlerinin parıldadığı, enerjilerinin asla tükenmediği bir dönemde çocukları uyuşturmanın pek de haklı bir gerekçesi yok.
Idiotbox_Cassidy
Idiotbox_MilaŞimdi bu yazıdan en çok ben ders çıkardım. TV ve iPad süreleri sınırlandırılacak; mümkünse çocuklar kendi kendilerine veya kardeşiyle/abisiyle oynamaya teşvik edilecek; çocuklarla yapılacak kolay, verimli, faydalı ve uzun süre meşgul olabilecekleri faaliyetler bulunacak; bulunacak bu faaliyetlerle ilgili ayrıca bir yazı yazılacak!
Görüşmek üzere…

Ebeveynlere alternatif doğum günü kutlama önerileri

Dünyalı Dergi blogu için 28 Ekim 2015 tarihinde yazdığım yazıdır. Yazının orijinal hali için buraya bakabilirsiniz.

Geçtiğimiz hafta oğlumun bir arkadaşının doğum günü davetiyesi geldi eve. Normal tabi, okullar açıldı, doğum günü sezonu açıldı. Yazın doğanların şansı mıdır, şanssızlığı mı bilemem, yaz doğum günleri genelde elde ne arkadaş varsa ve o an nerede olunursa, orada kutlanır. Bir yaz çocuğu olarak, yıllarca yakın arkadaşlarımla doğum günü kutlayamadığım için üzüldüğümü bilirim.
Davetiyeyi büyük bir heyecanla getiren oğlum, daha içine bakmama fırsat vermeden, “Gideriz di mi anne?” diye baskı yapmaya başladı. Sebebi ise içini açınca anlaşıldı. Bir hamburger zincirinde yapılacak, paket menülü bir kutlama. HemenDünyalı’nın Ekim sayısını açtım. Hamburger yazısını bir kez daha okuduk. Sonra internetten kolayca fast food besinlere dair birkaç korkunç (?) yazı, resim ve video da bulunca, ikna oldu gitmemeye. Gıcık mıyım? Hayır. “Aman canım, ne olur bir kerecik hamburger yese, kola içse,” mevzusu değil bu. Bu bir yaklaşım mevzusu ve ben bu konuda azıcık çabayla çok daha keyifli sonuçlar üretilebileceğine inanıyorum. Nitekim bu konuşmanın sonrasında oğlumun “Anne geçen seneki doğum günümü unutamıyorum, harikaydı,” demesi haklı olduğumun da kanıtı oldu.
Şimdi diyeceksiniz ki “Dünya kadar para verip cafcaflı doğum günü partileri mi yapalım?” Benim yanıtım “Hayır,”; ama yapmak isteyen olursa da keyfi bilir tabi ki. Mevzu şu ki, çocukların partiden annelerinin babalarının beklediği kadar keyif almadıkları bir gerçek. Sıkıcı kıyafetler (bu kısmı özellikle erkek çocuklar için geçerli), fotoğraflar için zorunlu gülümsemeler, ayıp olmasın diye çağırılmış arkadaşlar ve zorla öpmeye çalışan birçok amca ve teyze. Korkunç değil mi sizce?
Peki ya siz, o sanat eseri niteliğindeki doğum günü pastalarının tamamının yendiği, masadaki yiyeceklerin sonraki üç gün yenmeye devam edilmediği bir doğum günü partisi yaptınız mı hiç? Ben yaptım. Şimdi siz sevgili Dünyalı okurlarına harika bir kıyak yapıyor ve çocuklar için keyif garantili alternatif doğum günü kutlama önerilerimi yazıyorum. Çeşitlendirmek sizin hayal gücünüze kalmış, ama bu çeşitleri kendinize saklamayıp paylaşırsanız da çok mutlu oluruz.
Öncelikle her kutlamada ortak olan birkaç kural var: Bu doğum günü çocuğunuz mutlu olsun diye yapılıyor. Kimi isterse onu çağırır, ne isterse onu giyer, kimi isterse onu öper ve canı isterse poz verir. Bunlarda anlaştıysak devam edebiliriz.

Doğa gezili kutlamalar

alternatif dogum gunu 4Teorik olarak her mevsim ama Türk analarıyla ancak bahar aylarında yapılabilen bir kutlama türüdür. Çocuklar bir ebeveynleriyle birlikte en yakın koru, ağaçlık veya çayırlığa davet edilir. Lokasyona göre organize edilebilecek yürüyüşler, kuş gözlemi, doğal materyal toplama gibi aktivitelerden sonra sepetten çıkan leziz ev yapımı kekler, poğaçalar afiyetle yenir. Üstüne de serbest oyun zamanı eklendi mi, bu doğum günü tadından yenmez olur. Alternatif olarak doğa tombalası hazırlayabilirsiniz. Bir karta, ya da farklı aynı boyuttaki kartlara gittiğiniz yerde daha önce kontrol ederek bulunduğuna emin olduğunuz şeylerin resmi çizilir; sonra çocuklardan onları buldukça kartta işaretlemeleri istenir. Kazanan dikkatli doğa gözlemcisi ünvanını alır.

Müze gezileri

Süslü kutlamalardan hoşlanmayan, sanatsal faaliyetleri seven bir çocuğunuz varsa, yakın birkaç arkadaşını da alarak bir müzeye götürün. Önceden müze ve içindekiler hakkında bilgi aldığınız takdirde rehberlik bile yapabilirsiniz onlara. Ya da birçok müzede bulunan çocuklara özel gezilerden de destek alabilirsiniz. Gezinin arkasından bol sohbetli bir pastane ziyareti ile doğum gününü pasta ile de taçlandırabilirsiniz.  Dört mevsim yapılabilir bir kutlama türü.

Bilim merkezi gezisi

alternatif dogum gunu 2Oğlumun 7. yaş gününü İTÜ’nün Taşkışla kampüsünde bulunan Bilim Merkezi’nde kutladık. Konsept şu: Tüm yiyecek ve içecekleri kendiniz götürüyorsunuz, mekan size masa ve sandalyelerin olduğu bir mekan sağlıyor. Tüm çocuklar öğrenci abla ve abileriyle yaklaşık 1 saat süren bir bilim merkezi gezisi yapıyorlar. Birçok temel fizik kuralını deneylerle öğreniyorlar. Arkasından pasta kesiliyor ve hediyeler veriliyor. Tüm bu organizasyon yaklaşık 2 saat sürüyor ki bir doğum günü için oldukça makul bir süre bence. Bu organizasyonun maliyeti oldukça düşük. Dileyenlere ek bir ödeme ile ilave bir bilim gösterisi de yapılıyor ama bize bu kadarı yetti. Özellikle bilimle ilgilenen çocukların gerçekten çok keyif alacağı bir organizasyon olduğunu söylemeliyim. Merkez yıl boyu açık.

Park konseptleri

Bu alternatifin ucu açık. İş sizin yaratıcılığınıza kalmış. Yakın zamanda Instagramda benzer bir kutlama gördüm; mukavvalardan kesilmiş korsan kılıçları ve basit korsan aksesuarlarıyla yapılmış, korsan konseptli bir doğum günü kutlaması idi. İşin içine biraz da gizem katmak isterseniz, parkın içine önceden ipuçları koyarak bir bulmaca da hazırlayabilirsiniz. Çocuklar bir takım halinde, iş birliği yaparak ipuçlarını bulabilir ve sonunda bir hazine sandığına ulaşabilirler mesela. Sandığa ne koyacağınız da size kalmış artık. Bu alternatif de doğa gezisi gibi bahar aylarına daha uygun görünüyor. Bu yıl için oğluma düşündüğüm bir alternatif bu. Büyük beyaz eşya kolilerinden siperler hazırlayıp, bizim çocukken bayıldığımız tüftüflerden ellerine verip oynamalarını isteyeceğim. Bir senaryomuz da olacak tabi, ama henüz hazır değil. Bu konseptin en keyifli yanı, parktan hiç tanımadıkları çocukların da partiye dahil olmasıyla yeni arkadaşlar edinmeleri oluyor, belirteyim. Bu nedenle kekleri ve poğaçaları biraz fazla yapmakta fayda var.

Pijama partisi

alternatif dogum gunu 3Biraz daha yaşça büyük bir çocuğunuz varsa, birkaç arkadaşını eve gece kalmaya davet edebilir, odalarında geç saatlere kadar sohbet etmelerine, film izlemelerine ve yastık savaşı yapmalarına izin verebilirsiniz. Az arkadaşıyla kutlama yapmak isteyen ön ergenler için on numara bir alternatif. Denendi ve onaylandı. Üstelik her mevsime de uygun. Araya sürprizler katmak da sizin inisiyatifiniz olsun.

Gizli oda oyunları

Bu da oğluma 8. yaş gününde yaptığım partinin konsepti. Hani artık hemen her sokakta olan gizli oda, evden kaçış… vs. türü oyunların oynandığı mekanlar var ya, işte onlardan çocuklara uygun bir konsept yapan birini buluyorsunuz. Sonra da çocuklar kendilerine göre basitleştirilmiş bu oyunda, heyecanla sonuca ulaşmaya çalışıyorlar. Kimi eksik ve hatalarıma rağmen oğlumun en çok sevdiği kutlama bu oldu. Eksik ve yanlışlar şunlar: 10 yaşından sonrası için daha uygundu, ben acele etmişim. Özellikle korku unsuru içermeyen bir hikaye seçmiştim ama karanlık ve sesler de çocuklar için korkutucu olabiliyor. Ancak heyecan seven çocuklar için gerçekten keyifli olabilir.

Hayvan barınağı ziyareti

alternatif dogum gunu 1Bu yıl için oğluma yapmayı düşündüğüm doğum günü kutlaması alternatiflerinden biri de bu. Hayvan barınaklarında özellikle hayvanların bakımı ve gezdirilmesi konusunda desteğe ihtiyaçları olduğunu öğrendim. Güvenliğinden emin olduğum takdirde, hayvanlarla sorun yaşamayacak birkaç arkadaşıyla barınağa gidip, biraz vakit geçirmelerini sağlamayı düşünüyorum. Belki daha sonra bunu sürekli bir sosyal sorumluluk haline de dönüştürürüz, kim bilir.

Mutfaktayız partisi

Bu konsept özellikle kız çocuklar ve yemek yapmaktan hoşlanan erkek çocuklar için geçerli. Eviniz ve mutfağınız uygunsa, çocukların kendi keklerini ve pizzalarını pişirecekleri bir ortamı ve malzemeleri ayarlayıp, akabinde minik aşçılarla afiyetle pişirdiklerinizi yiyebilirsiniz. Çok keyif alan çocuklar olacağına eminim.

Bowling ve dart partisi

Çocuklara uygun bowling salonları var; makul fiyatlarla bir organizasyon yapıp çocukları yorabilirsiniz. Çocukların birçoğu, eğer top, kuka ve pistin boyutu onlara uygun olursa,  bowling oynamaktan çok keyif alıyorlar. Arkasından bir de büyük olasılıkla aynı mekanda bulabileceğiniz elektronik veya manyetik dart ile yapacağınız bir turnuva ile doğum gününü basit ama çok eğlenceli bir biçimde tamamlayabilirsiniz.

Uçurtma partisi

Becerikli ve istekli ebeveynler ile yapılabilecek bir bahar kutlaması. İlk olarak öncesinde temin edilmiş hazır malzemelerle açık havada çocuklar ve ebeveynlerle birlikte uçurtmalar yapılır. Sonra da kimin uçurtması en yükseğe çıkacak yarışı yapılır. Son olarak da acıkan karınlar doyurulur. Tek riski, kutlamanın yapılacağı gün rüzgar olmamasıdır.

Alçı boyama, seramik yapımı, tuvalde resim çalışmasıalternatif dogum gunu 5

Özellikle resim yapmaktan hoşlanan bir çocuğunuz varsa, bir sanat atölyesi ile konuşun. Çocuklara özel bir iki saatlik bir program yapmalarını isteyin. Kalıpla alçı objeler yapıp boyamak, seramik hamurunu döndüre döndüre şekil vermek, tıpkı bir ressam gibi paletten boya alıp, tuval boyamak onları çok keyiflendireceği gibi, ufuklarını da açacaktır.

Playstation / Xbox turnuvası

Yine az sayıda arkadaşla ama dört mevsim yapılabilecek bir kutlama. Önce çocuğunuzun ve arkadaşlarının çok seveceği yeni bir oyun temin edin. Arkasından turnuva yapmaya uygun sayıda arkadaşı ile bırakın istedikleri kadar oynasınlar. Acıktık diye bağırdıklarında ev yapımı güzel bir pasta ile poğaçaları koyun önlerine.
***
Fark ettiyseniz alternatiflerin birçoğunda yetişkinlere yönelik bir şey yok. Çünkü bu çocuğunuzun doğum günü partisi ve bizim amacımız çocuğumuzla arkadaşlarının keyifli vakit geçirmesi, yetişkinlerin değil. Bir termos çay, birkaç atıştırmalık ve sohbet için diyecek hiçbir şeyim yok elbette, şahane bile olur.
Son olarak, artık hamburgercide paket menülerle doğum günü kutlamak için hiçbir geçerli nedeniniz yok değil mi? Bunca öneriden birini seçiverin işte. Biraz emek, biraz sevgi ve biraz heyecan yeter. Güzel yaşasın diye çocuklarımız. Güzel büyüsünler, doğayı, sanatı ve hayvanları sevsinler diye… Tüketmeyi değil, üretmeyi öğrensinler diye. Hazıra konmasınlar, emek verip sahip olsunlar diye.
Sevgiyle…

Böyle sevecekseniz, hiç sevmeyin...

Dünyalı Dergi blogu için 11 Kasım 2015 tarihinde yazdığım yazıdır. Yazının orijinal hali için buraya bakabilirsiniz.

Baştan rica ediyorum, hayvansever okurlarım yazıyı okumadan lütfen sinirlenmesinler. Okuduktan sonra oturup tartışabiliriz, bence sakıncası yok.
Beni şahsen tanıyanlar bilir, hayvanların her türlüsünü çok severim, çocuklarım da çok sever. Hatta kertenkele ile uyumasına izin vermediğim için ağlayan, kucağında kirpi uyutan, vücudunda bir çekirge ile tüm gün yaşayan bir oğlum var. Yani demek istediğim, hayvan sevme veya hayvanları sevdirme konusunda kendime laf ettirmem.
Ancak…
Hayvanseverlik konusunun biraz saptırıldığına dair ciddi ciddi düşünüyorum bu aralar. En son dün sosyal medyada kedisini kanguru ile pazara götüren bir kadının resmini görünce, kedi delisi oğlum bile “Yok artık!” dedi.  Dünyalı’nın son sayısındaki Hayvan Hakları dosyasını da okumuş olmamızın etkisi büyük tabii. Şimdi eğri oturup, doğru konuşalım lütfen. Kedi tasmayla veya kanguruda gezer mi?
hayvan haklari 26-7 ay süren evde  kedi besleme deneyiminden sonra, kesin olarak karar verdim ki, 5. kattaki evde kedi beslenmez. Ha besleyip kendinizi mutlu edebilirsiniz ama kediniz mutlu olmaz. Doğasına aykırı çünkü. Başta pencereden dışarı bakıp miyavlar, sonra balkonda demirlerde gezer. En son da ya pencereden düşer veya bir fırsatını bulup evden kaçar. Kediniz uysal ve bu duruma alışmış görünebilir, ancak bu onun doğasına uygun yaşadığı anlamına gelmez. Yine de siz bilirsiniz tabi. Evinizde ne beslediğinize kimse karışamaz.
Köpek mevzubahis olunca, bu çizgiler çok daha keskin benim için. Koskoca bir köpeğin, doyasıya koşup enerjisini atamayacağı bir apartman dairesinde egzama olmasına şaşıralım mı? Herhangi bir veteriner ile konuşun, köpeklerde bu tür stres temelli rahatsızlıklar oldukça sık görülüyormuş.
Ha bir de üretim köpekler konusu ki bana gerçekten çok ama çok acımasızca geliyor. Sırf insanlar küçük, tüysüz, sakin, sesi çıkmayan ev hayvanı istiyor diye bildiğiniz laboratuvar ortamında üretilmiş, genetiği değiştirilmiş ve bu nedenle de birçok hastalıkla veya fiziksel sıkıntı ile boğuşan köpekler var.
Geçen gün hamile bir kedi gördük. Oğlum “Aaa anne, hani kediler baharda yavruluyordu?” deyince, beraberce bu durumu araştırmaya karar verdik. Öğrendik ki, sonbaharda da yavrulayabilirlermiş. Ama bence durum biraz farklı. Hani şimdi herkes cebinde dostluk mamasıyla geziyor ve bulduğu her kediyi besliyor ya (buradan itibaren tehlikeli sularda yüzeceğimin farkındayım), hah işte o mamalar o kedilerin doğasını bozuyor. “Ayy sokakta kalmışlar, aç kalmasınlar,” diye beslediğiniz o kediler, normalden daha erken ve daha çok kez yavruluyor. Olmaz mı, olur tabi. Ama normalde doğada kendisi avlanan, yılın belli zamanlarında daha az besin bulabildiği için enerjisini üremeye değil, kendisine saklayan kediler, bu hazır gıdalı yaşam nedeniyle bolca üreyip, tez vakitte hastalanıp ölüyorlar. Kısır döngünün farkında mısınız? Siz sokakta aç kalmasın diye kedileri besledikçe, sokakta aç kalmaya aday kedi popülasyonunda sürekli bir artış oluyor. Ne mi yapabilirsiniz? Beslediğiniz kedileri belediyenin veterinerine götürüp kısırlaştırabilir, bu popülasyonun zamanla azalmasına katkıda bulunabilirsiniz mesela.
hayvan haklari 1Çocuklarınıza aldığınız dergilere dikkat edin. Bazı çok bilinen dergilerde hayvanları şirin (?) kılıklarda görebilirsiniz. Mesela kep ve kravat takmış bir kaz, kafasına bebek şapkası takılmış bir kedi vs. Mümkünse çocuklarınızın bu görüntüleri normalleştirmesine izin vermeyin, olur mu? Yani bu durum, bu hayvanların sirkte uzun işkenceler sonucunda “eğitilip” karşınıza çıkarılmasından pek de farklı değil.
Palm yağı içeren gıdaları tüketmenin gorillere ne gibi kötü etkileri olduğunu anlatın çocuklarınıza mesela. Havai fişeklerin kuşlara nasıl zarar verdiğini… Denize atılan bireysel çöplerin hayvanlara zarar verdiğini ama asıl büyük fabrikaların atıkları nedeniyle denizlerin kirlendiğini söyleyin. Doğanın bir parçası olan hayvanların, doğal ortamlarında korunması gerektiğini, doğal ortamlarından uzaklaştırılan hayvanların mutsuz olacağını anlatın. Hayvanları sevmenin, hayvanları sizin istediğiniz formatta beslemek, barındırmak, giydirmek filan olmadığını anlatın. Biraz daha büyük çocuklara hayvan sevgisinin nasıl sömürüldüğünü, nasıl büyük paraların döndüğü bir sektör haline geldiğini anlatın.
Gerçek hayvanseverlik bu bence. Sizce?


Annelik parmak izi gibidir, her çocuk da birer kar tanesi…

Dünyalı Dergi blogu için 6 Nisan 2015 tarihinde yazdığım yazıdır. Yazının orijinal hali için buraya bakabilirsiniz.

  • Çocuğunuzu özgüvenli yetiştirmeniz için yapmanız gereken 10 şey
  • Üstün zekalı çocuk sahibi olmanız için hamileyken yemeniz gereken 8 besin maddesi
  • Çocukla kaliteli zaman geçirmeniz için yapabileceğiniz 12 aktivite
  • Babaların çocuklarla okuması gereken 5 kitap
Bu liste uzayıp gidebilir. Benim mi algım değişti iki çocuktan sonra, yoksa gerçekten arttı mı bu tür saptamalar bilemiyorum. O kadar çok görüyorum ki, gazetelerde, dergilerde, sosyal medyada bu tür yazıları. Hatta böyle bir 8-10 maddelik manifesto olmadan dergi çıkartmak ayıp sanırım, hepsinde var çünkü.
Başta ilgimi çekiyordu, hatta kolayıma geliyordu bu hap bilgiler. Şu 10 besini verince hooop çocuğum süper zeki olacak. Şu yapılmaması gereken 8 şeyin 6’sını ben yapmıyorum zaten, eh fena anne sayılmam. Offf bak babası özgüvenli çocuk yetiştirme aktivitelerinden hiçbirini yapmıyor, pısırık olacak bizim çocuklar. İtiraf etmek gerekirse, sadece okumayıp, aynı zamanda paylaşmışlığım bile vardır bunlardan.
Sonra iki çocuklu âlemin derinliklerine doğru yol aldıkça, eh biraz da dikkat ettikçe, bu maddelerin bir kısmının oğluma, bir kısmının kızıma işlemediğini gördüm. Birine uyan, öbürüne uymuyordu. Hatta bir gün gayet acı bir şekilde çocuğun kendi başına oyun oynaması için yapılması gereken 10 maddenin hiçbirini yapmayan bir arkadaşımın çocuğunun, bizimkilere inat şahane bir şekilde odasında oyun oynadığını fark ettim. Oysa o 10 maddenin dokuzunu yapmıştım ben.
O gün birden bir aydınlanma yaşadım. Halbuki çakralarımı açmam için yapmam gereken şeyler listesine daha başlamamıştım bile. Demek ki çok da lazım değilmiş. J
Buldum, buldum… Hazır mısınız korkutucu cümleyi duymaya?
Dünyadaki çocuk sayısı kadar farklı çocuk karakteri var.
Dolayısıyla her çocuğa yapılması ve yapılmaması gereken şeyler farklı.
ozlem koc_nisan 2015_3
O kadar da korkutucu değil aslında durum. Özellikle henüz çocuk sahibi olmayanları endişeden kurtaralım. Sizin anneliğiniz ve babalığınız da tıpkı çocuklarınızın karakteri gibi size özel. Biraz karışık olduğunun farkındayım. Ama aslında durum basit: “Ne annelik-babalık, ne de çocuklar sınıflandırılamaz ve kıyaslanamaz”.
İki çocuklu olunca, deneyimli anne statüsüne terfi etmen kaçınılmaz. Bu statünün beraberinde getirdiği sorumluluklardan biri de sorulan sorulara yanıt vermek. Kendimce doğru yanıtları önceden bu maddelenmiş manifestomsu yazılardan derleyebiliyordum. Ancak sonra farkettim ki, bilmiş bilmiş cevap verdiğim anne veya babaların bir kısmı bana “Ama ben…” veya “Ama benim çocuğum…” diye dönmeye başladılar. Bu amalara bir yanıtım yoktu elbette; bunu maddelere koymamışlardı ki.
Sanırım artık çocuk yetiştirmek konusunda doğru yolu buldum.  Bulduğum doğru yol, tek bir doğru yol olmadığıdır.Polemiğe gerek yok, elbette ki çocuğa fiziksel veya duygusal şiddet uygulanmayacak, elbette ki tüm çocuklar barınma, beslenme, eğitim, sağlık hizmeti başlıklarında eşit ve yeterli haklara sahip olmalılar. Elbette ki kimi farklılıklar, fiziksel veya zihinsel dezavantajlara işaret ediyor olabilir. Dikkati elden bırakmamalı. Ben bunlardan bahsetmiyorum. Bahsettiğim şeyler şunlar:Her çocuk istediği, ihtiyaç duyduğu kadar sevgi görmelidir. Kimi çocuk kucaktan inmez, kimisi bu kadar fazla yakınlıktan hoşlanmaz. Kucak isteyen çocuk, kucağa alışır diye, kucak istemeyen çocuk sizi sevmiyor diye bir şey yoktur.
  • ozlem koc_nisan 2015_1Her çocuğun farklı ve aslında son derece gelişkin bir damak tadı vardır. Kimi çocuk et sevmez, kimi çocuk sebze (kendi çocukluğunuzu düşünün lütfen, hala hayattasınız). Kimisi iştahlıdır, kimisi iştahsız. Gereken besinler başka gıdalarla sağlanabilir. Bugün elma yemeyen çocuk, üç gün sonra yemeye başlayabilir. Damak tadı değişir.
  • Her çocuk farklı gelişim aşamalarından geçer. Kimisi 9 aylıkken yürür, kimisi 2 yaşında. Kimi çocuk 6 aylıkken anne der, kimisi 2,5 yaşına kadar işaret diliyle anlaşır. Kimi çocuk güzel yazar, kimisi çirkin. Kimi güzel resim yapar, kimi böceklerle oynamayı tercih eder. Harika değil mi, hepsi ayrı güzel.
  • Kimi anne tüm gün çocuklarıyla o aktivite senin, bu aktivite benim koşturur. Kimisi de ancak akşam yatmadan önce yarım saat kitap okuyabilir. Kimi baba saatlerce futbol oynar çocuklarıyla, kimisi pillerle lamba yakar masa başında. Hepsi olur ve hiçbirisi sorun değil, onlar sizin anne-babalığınızın çocukları.
  • Arada bir çocuklarınızı ihmal etmeniz onların sizin ebeveynliğinizi sorgulayacağı anlamına gelmez. Asıl anne ve baba olmaya çalışırken, bir insan olduğunuzu unutmanız onlara kötü örnek olacaktır.
Eksiklerim vardır, yanlışlarım da olabilir. Bu da benim anneliğimin yazıya dökülmüş hali işte. Bu yazıyı da böyle kabul ediverin. Sevgiler…

Bırakınız Yontulsunlar

Dünyalı Dergi Blogu için 2 Mart 2015 tarihinde yazdığım yazıdır. Yazının orijinal hali için buraya bakabilirsiniz

Biraz ajitatif bir başlık seçtiğimin farkındayım. Bu kelimeyi kendi çocuğum için ilk duyduğumda –ki bu son duyuşum da olabilir- oğlum 2,5 yaşında idi. Kreşe başlatmayı düşünüyorduk ve uygun mudur, erken midir diye doktoruna danışmıştık. Doktorumuz bize, bunun yerinde bir karar olduğunu, bir çocuğun hep aynı kişi veya aynı birkaç kişi tarafından yontulmasının sakıncalı olduğunu, farklı çocuklarla ve farklı yetişkinlerle birlikte olmasının çok geliştirici olacağını söylemişti. Tuhaf gelmişti o zaman, itiraf edeyim. Çocuk için yontulmak tabirinin kullanılması rahatsız bile etmiş olabilir beni, anımsamıyorum.birakin yontulsun_4
Çok sonraları anladım doktorumuzun ne demek istediğini ve hak verdim. Bir kütük düşünün, hep aynı yere vurursanız keseri, biçimsiz ve işe yaramaz bir şey olur değil mi? Ya da bir mermer blok. Hayranlıkla izlediğimiz heykellerde ne çok dokunuş var. Yaşam da öyle bir şey işte, bırakınız yontulsun çocuklarınız.
Çocuklar en değerli varlıklarımız, bunda hemfikiriz. Bunu tartışmıyorum. Hepimiz çocuğumuz için en iyisini ister, en doğrusunu öğretmeye çalışırız. Buna da tamam, elbette öyle. Şimdi gelelim “yontulmak” derken neyi kastettiğime.Terbiye etmekten bahsettiğimi düşünenler olabilir. Terbiye etmek deyimini de, terbiye etmeye çalışma eylemini de oldum olası sevmem. Ben hayatın eğitiminden, hayat bilgisinden bahsediyorum.
birakin yontulsun_2
Orta yaşı geçenler kendi çocukluğunu düşünsün lütfen. Okuldan eve yürüyerek geldiğimiz, bakkala kendi başımıza gittiğimiz, sokakta tüm kurgusu kendimize ait oyunlar oynadığımız, birçok farklı insanla temas ettiğimiz, hepsinden başka başka şeyler öğrendiğimiz günleri. Nerde o eski günler demeyeceğim, o başka bir yazı konusu olsun. Bugünkü gerçekliğimizin çok farklı olduğunun farkındayım. Artık çocuklarımızı tek başlarına sokağa salamıyoruz, yabancılarla konuşma diye tembihliyoruz, mümkün olsa cebimizde gezdirmek istiyoruz. Merak etmeyin, yalnız değilsiniz. Hepimiz aynı durumdayız. Ama hayat öğretmeye devam ediyor. Ve biz hayatın ve insanların çocuklarımıza dokunmasına engel olarak onlara iyilik değil, kötülük ediyoruz aslında.
Bu yaşıma kadar en çok “hayat bilgisi” zayıf insanlarla sorun yaşadım. Mükemmel yetiştirilmişler, çok zekiler ve gerçekten iyi insanlar. Gel gör ki, çalışmadıkları yerden bir konu çıkınca karşılarına muhakeme yeteneği gelişmemiş olduğu için far görmüş tavşan gibi donakalıyorlar. Bırakın çocuklarınız problem yaşasın. Hayatında hiç problem yaşamamış veya tüm problemleri ebeveynleri tarafından çözülmüş çocuklar problem çözmeyi nasıl öğrenecekler ki? Problemi çözmeye çalışmanın kendisi bile hayat bilgisi.
birakin yontulsun_3
Çocuklar en iyi oyun oynayarak öğrenir. Ama öyle sınırları çizilmiş ortamlarda, tarif edilmiş malzemelerle ve kurgusu bir büyük tarafından yapılmış oyunlarla değil. Evet, tamam, güvenli bir yaşam alanımız yok, çocukları bir başına bırakamıyoruz. Ama en azından ne oynayacaklarına, nasıl oynayacaklarına karışmayın yahu! Yalnız bırakamıyorsanız beraber parka gidin, göz takibinizde kalsın çocuğunuz. Bırakın yeni arkadaşlar edinsin. “Aaa hadi annecim merhaba de, adını sorsana,” demeyin. Yan apartmanın küfürbaz kapıcısının çocuğu ile tanışmasına izin verin. Grup oyunlarında kaybetmesine izin verin. Bir sorun çıktığında çözmesine, çözemiyorsa bu sıkıntı ile baş etmesine izin verin. Bunlar “hayat” çünkü. Bankta oturan yaşlı teyzenin neden o kadar buruşuk olduğunu merak etsin, hatta bunu kendisine sorsun. “Aaa çok ayıp çocuum!” demeyin.  Bırakın teyze dilediği tepkiyi versin. Milyonlarca farklı teyze var ve bir gün mutlaka onlardan biriyle karşı karşıya kalacak çocuğunuz.
birakin yontulsun_5
Farklılıkları görüp bilsinler, başka türlü kendilerinden farklı olduklarını düşündükleri birine sevgi ve saygı duymayı öğrenemezler ki. Bir özeleştiri yapayım örneğin, oğlum engelli bir birey gördüğünde inanılmaz huzursuz oluyor. Bakmak istemiyor, çok üzülüyor. Ne yapacağını bilemiyor. Bilerek değil ama sanırım çocuğumun bir engelli birey ile iletişim kurmasına izin vermemişim bunca zaman. Şimdinin taze yetişkinleri, sosyal sorumluluk projeleri ile engelli bireylerle çeşitli organizasyonlar yapıyorlar. Sahte gülücükler ve sahte sevgi sözcükleri ile sözde bir iletişim kuruluyor.Sosyal sorumluluk bir proje ile öğrenilmez ki. Sosyal sorumluluk dediğin, yaşlı komşunun pazar poşetini taşıyarak öğrenilir. Sokakta bulduğun hasta kediciği tedavi etmeye çalışarak öğrenilir. Sosyal sorumluluk farklı sosyal ve ekonomik sınıftan çocuklar bir arada oynayınca öğrenilir.
Kız çocuğu, erkek çocuğu yoktur. Çocuk çocuktur. Kızlar da engellenmedikçe, toplumsal baskı görmedikçe top oynar aslında. Ben bebeklerinden çok arabalarını seven gayet de cici kız çocukları gördüm. Çamurdan kurabiyeler yapan ve bir evcilik oyununda bunu kız arkadaşlarına ikram eden erkek çocuklara hayranım. Çocuklarda cinsiyetçilik de apayrı bir yazı konusu aslında ama buna minik bir vurgu yapmak gerekir diye düşündüm. Oğlu, annesinin saç tokalarıyla oynadığı için 4 yaşındaki oğluna kızan ve “Erkekler tokalarla oynamaz,” diyen insanlar tanıyorum ben çünkü.
birakin yontulsun_7
Ha bir de çok önemli bir şey var. Bırakın üzülsün çocuklarınız. Üzülmek de bir yontulma biçimidir. Üzülmek çok insani bir histir, ağlamak da çok doğal bir davranıştır. Üzülmesine ve ağlamasına izin verdiğiniz çocuğunuz ilerde duygularını saklamayan ve bir sorun yaşadığında üzülebileceğini de bilen bir yetişkin olur. Sorun yaşamak doğaldır, sorunlar yaşanır. Önemli olan o sorunla nasıl baş edebileceğini, nasıl bir çözüme kavuşturabileceğini bilmektir.Haksızlığa da uğramış olabilir çocuğunuz. Bir nedenle alaycı davranışlara maruz kalmış da olabilir. Hemen müdahale etmeyin. Bırakın hakkını korumaya çalışsın. Fiziksel bir zarar görmediği sürece, neyin doğru neyin yanlış olduğunu keşfetmesine izin verin.
Bir diğer konu da sıkıntı… Sıkıntı hayattaki en değerli keser vuruşudur; yontusundan ne yaratıcılıklar çıkar, bir bilseniz. Bırakınız sıkılsınlar. Azıcık öfleyip pöflemeleri sizi yıpratmasın, hemen teslim olup bir aktivite yaratmayın, ellerine tableti, telefonu tutuşturmayın. Sıkıntılarını giderebilmek için bulacakları yöntemler, hayatta edinebilecekleri en değerli deneyimlerdir.
Her bireyin farklı ve özgün olduğunu, her çocuğun yaşamın içinde yoğrulup başkalaştığını ve bunun şahane bir şey olduğunu bilin lütfen. İlerde kendisiyle barışık, kendi işini kendi gören, kendisinden başkalarının düşüncelerine değer veren, saygı gösteren, hakkını savunan, boyun eğmeyen, yeni bir sorunla karşılaştığında çözüm üretebilen bir insan olması, post doktorasını yapmış, kariyer basamaklarının en üstünü hedefleyen, 5 dil bilen, 3 dalda sporcu lisansı olan, şahane piyano çalan biri olmasından daha önemli bence.

Çarşamba, Mart 09, 2016

Dikkat! Yüksek Miktarda Özeleştir

Bu yazı blog okurlarının kendisini eleştirmesine neden olabilir, ki yazının da amacı tam olarak budur.
Şöyle bir sakin zamanınızda elinize bir kağıt kalem alıp çocuğunuzda olmasını istediğiniz ve istemediğiniz özellikleri bir yazmayı denesenize. Elbette ki yüzlerce farklı liste çıkacaktır. Ancak amacım listelerin birbirinden farklılığını veya benzerliğini değil, sizin listede yazanlarla benzerliğinizi ve farkınızı düşündürmek.

Basitinden başlayalım. Hemen herkes, çocuğunun kitap okumuyor oluşundan şikayet ediyor. Ancak kendisi çok meşgul veya çok yorgun olduğu için hiç kitap okumuyor/okuyamıyor. "Ama ben o yatınca okuyorum" yanlış cevap maalesef, çocuk dediğimiz model alarak büyüyor.
Basitçe, sizin ne söylediğiniz değil, ne yaptığınız etkili oluyor. Bu yüzden yapmadığımız/yapamadığımız bir şeyi, çocuğumuzun yapmasını istemeye pek de hakkımız yok.
Çok basit örnekler var. Sebze yemeyen ebeveynin, çocuğuna sebze yedirmek istemesi, dişlerini yemekten sonra fırçalamayan ebeveynin çocuklarına diş sağlığı öğütleri vermesi, kendisi elinden telefonunu bırakmayan ebeveynin, çocuğunun tabletle zaman geçirme süresine müdahale etmesi...vs. Ama ben biraz daha bu basit örneklerin dışına çıkacağım.

Çocuklarımız için en iyisini istiyoruz değil mi? Onlar için çalışıyor, onlara elimizden geldiğince iyi koşullarda bir yaşam sunmaya gayret ediyor, hafta sonlarımızı onları sanat kursundan, spor okuluna taşıyarak geçiriyoruz.

Bu yazıyı okuyan kaç kişi düzenli veya düzensiz spor yapıyor acaba? Bahsettiğim profesyonel sporlar değil. Çocuğunuza "spor yapmak, yaşamın bir parçasıdır. Her yaşta, her koşulda yapılabilir" mesajını vermekten bahsediyorum. Mesela her sabah 10 dakika basit egzersizler yapmak, hafta sonu ailece bisiklete binmek gibi şeyler.




Peki bu yazıyı okuyan kaç kişi oğluyla beraber piyano öğrenmeye, kızıyla beraber seramik yapmaya çalışıyor. Kapıda bekleyip, kurs çıkışı kendisini alan bir ebeveyne bakınca çocukta "hmm, bu sıkıcı hobiyi ben de ilerde çocuklarıma sunmalıyım" fikri uyanması kaçınılmaz bence.

Çocuğuna sürekli "seveceğin, yapmaktan mutlu olacağın işi yap" deyip, çocuğu sokak ressamı olmak isteyince saçını başını yolan anneler tanıyorum. Bu konuyla ilgili daha önce yazmıştım (http://dunyalidergi.com/index.php/egitim-cikmazi-kariyer-planlari-ve-saglama-alinmis-gelecekler/). Burada bir başka boyutuna değineceğim. Siz yaptığınız işi seviyor musunuz? Peki sevdiğiniz işi yapmak için hiç çaba harcadınız mı?

Emniyet kemerini alarmı ötmesin diye arkasından takıp, sonra çocuğuna güvenlik kurallarının öneminden bahseden baba ile, sürekli diyet yapan, bedeninden asla mutlu olmayan bir annenin kızına kendisiyle barışık olmayı öğütlemesi korkunç bir ikiyüzlülük değil mi? Çocuklar bunu anlamaz mı sanıyorsunuz?

Eşcinsel arkadaşınız var mı hiç? Yoksa çocuklarınızı bu farklılıklardan "koruyup" sonra da tüm insanlara saygı duymasını mı öğütlüyorsunuz? Dürüst olun…

Eminim ki, bu blogun çoğu okuru, çocuğu daha eşit, daha özgür, daha bilimsel, daha aydınlık bir dünyada yaşasın ister. Çok azınlıktadır "amaaan canım bana ne, her koyun kendi bacağından asılır" kafasında olan. Peki siz elinizi ne şekilde taşın altına koyuyorsunuz? Yoksa sadece şirketinizin düzenlediği ağaca sarılma, yaşlılar evinde çiçek tohumu ekme, sokak çocuklarıyla tumba çalma türü sosyal sorumluluk aktivitelerine zorunlu-gönüllü olarak katılıp onları mı anlatıyorsunuz çocuklarınıza. Peki bir gün, dünyanın bütün renkleri elimizden akıp gittiğinde ne anlatacaksınız çocuklarınıza.

Nemo isimli minik palyaço balığının animasyonunu izlemeyeniniz yoktur. Eminim birçoğunuzun çocuğu da izlemiştir. Nemo'nun diğer balıklarla birlikte bir balık ağının içinde gemiye çekilme sahnesini hatırladınız mı? Tek yüzgeci olmayan minnacık Nemo, tüm balıkları buna karşı direnebileceklerine ikna edip, hep birlikte aşağı, daha aşağı yüzerek ağı kopartıyor ve özgürlüğüne kavuşturuyordu. Bizler de çocuklarımızla bunu izlerken, "birlikten kuvvet doğar" veya " tek elin nesi var, iki elin sesi var" atasözlerine güncel alternatifler üretip çocuklarımızı zorluklara karşı birlikte mücadele etmenin ne kadar doğru olduğunu anlatıyorduk değil mi?

"Zamanım yok" koca bir tembel yalanı. Bunu da daha önce yazmıştım aslında (http://dunyalidergi.com/index.php/basit-bir-ebeveynlik-testi-30-yil-sonra-cocugunuz-nasil-yasiyor-olsun/
Önce siz inanın kendinize. Hem çocuğunuza iyi örnek olacak şekilde kendi hayatınızı güzelleştirin, hem de hep birlikte dünyayı güzelleştirecek şekilde çevrenizdeki insanlara inanın. Ortalama zeka ve iyi niyet kapasitesinde herkes bir ucundan tutabilir, kendimizi kandırmayalım.

Yaşama sevinci...
Hatırlamak zor bu günlerde bu kavramı. Ancak sarılabileceğimiz belki de tek dal.
Umut...
Asla vazgeçmememiz gereken sevgili...
Çocuklarımız...

Aynamız... Kendilerinden dünyayı emanet aldığımız geleceğimiz...

Vesile ile oğlumun 9., kızımın da 5. yaşını izninizle kutlamak istiyorum...
Yaşama sırası sizlerde çocuklarım....

Cuma, Nisan 10, 2015

Benim oğlumu okuldan almam gerek

Bir süredir bir miktar sıkıntılıyım. Poyraz’la ilgili. Yok endişe etmeyin bir sağlık sorunu filan yok oğulcuğumun. Durum biraz farklı.

Poyraz bir devlet okulunda 2. sınıfta okuyor. Şanslıyız ki öğretmenimiz son derece tatlı, ufuk açıcı, çocukların farklılıklarını önemseyen, bu farklı yanları beslemeye çalışan iyi bir eğitimci.
Bu kısmında –ki oldukça önemli bir kısım- sorun yok. Lakin eğitim alma, okula gitme denen mevzunun kendisi ile ilgili ciddi sıkıntılarımız var. Bilmiyorum belki de ben abartıyorumdur. Olsun abartacağım. Çünkü ben de iliklerime kadar hissediyorum oğlumun sıkıntısını.

Poyraz çok küçüklüğünden beri, doğaya ve özellikle hayvanlara ciddi merak duyan, bu konuda okumayı, araştırma yapmayı, resimler yapmayı ve özellikle de konuşmayı seven bir çocuk idi. Hatta konuşmayı o kadar sever ki, konuşmaktan ağzındaki lokmayı yutmaya fırsat bulamadığına çok şahit oldum ben. O anda her ne yapıyorsa, eğer konuşmaması gerekiyorsa veya mecbur olduğu bir işi yapıyorsa kafada kesin başka bir süreç işliyordur. Arka planda kesin bambaşka bir şey düşünüyordur. Bu yüzden iki komutu aynı anda içeren cümleler kuramıyorum. "Oğlum çantanı topla ve pijamalarını giy" dediğimde, çanta toplanırken bambaşka dünyalara dalan oğlumu pijama safhasına getirebilmek için en az 3-4 ara komut daha vermek zorunda kalıyorum.

Birçok çocukta benzer şeyler olabilir, bilemiyorum. Sonuçta bu kadar detaylı bir gözlemi ben ancak kendi çocuğum için yapabiliyorum. Bunu da benim çocuğum farklı demek için değil, bu tespit de burada dursun demek için yapıyorum. Yanlış anlaşılma olmasın. Ve hatta benzer durumda olan başkaları da varsa, mutlaka tanımak, tanışmak isterim. Belki hep birlikte bir çözüm buluruz, çocuklarımıza destek oluruz.

Neyse konuya döneyim. Poyraz okumasına olanak verdiğimiz kitap ve dergiler sayesinde okuma ile arasında olan sorunu çözse de yazmayı hiç sevemedi. Resim yapmayı da hiç sevmezdi küçükken, ilk çubuk adamını 4,5 yaşında çizmişti mesela. Şimdi de yazmak zorunda olduğunda çok sıkılıyor, zorlanıyor. Bu nedenle de çok zorlanıyor. Sayfalar dolusu matematik ödevini sevinçle yapıyor, ama 2 satır yazması gereken bir ödev olduğunda o cümleleri kısaltmak için ne kadar yaratıcı fikirler geliştirdiğini görseniz şaşarsınız.

Öğretmeniyle çok güzel bir işbirliğimiz var, beni çok güzel yönlendiriyor. Hatta yönlendirmekle kalmayıp, sakinleştirdiği de çok oluyor. Zira ben bazen kontrolümü fena halde kaybedebiliyorum.

Her güne bir kurşun kalem…
Çünkü kalemtıraşıyla kalemi öyle sipsivri açmaya bayılıyor. Tabi o sipsivri uç çok daha kolay kırılıyor. Hele o uçla yazı yamak dışında bilumum şey yapılırsa. Silgi yontmak, defterin tüm sayfalarını tek seferde delmeye çalışmak ve hatta toprağı kazmak…

Her hafta pantolon, tişört veya eşofmanda bir kesik veya delik…
Kirlenir anlarım, düşer yırtılır anlarım. Be çocuum, sıkıntıdan insan kolunu, paçasını keser mi? Sivri kalem uçlarıyla delikler açar mı?

“Evet yapar, doğaldır” dediğinizi duyar gibiyim. Hatta kimileriniz “sen unuttun herhalde 8 yaşındaki halini” diye de çemkirecektir de. Yok unutmadım. Ben de inanılmaz meraklı, inanılmaz deney yapan bir çocuktum. Babasının da bu konuda dillere destan bir ünü var. Bu durumda armut dibine mi düşer, düşer…

Lakin iş bunlarla bitmiyor. Önce beni 2 gün okul, 2 gün tatil olması gerektiğine, çocukların öğrenmek kadar eğlenmeye, gezmeye de ihtiyacı olduğuna ikna etmeye çalıştı. Hayatın kendisinin ne kadar öğretici olduğu konusunu kesinlikle çok önemsiyorum. Hatta hayat bilgisinin kitaplardan çok, hayatın kendisinden öğrenilmesi gerektiğini savunuyorum. 40 yaşına geldim o kadar çok insan tanıdım ki, eğitimli ama hayat bilgisi yoksunu. 5 gün okul 2 gün tatilin bir kural olduğunu, tüm dünyada bunun bu şekilde işlediğini, anne babaların işe gitmek zorunda oldukları günlerde çocukların da okula gittiklerini söyledim. İkna olmadı ama kabullendi.

Sonra birkaç hafta bir baş ağrısı sorunu yaşadık. Derste veya ödev yaparken çok sıkıldığını, strese girdiğini ve başının da bu nedenle tam da bu zamanlarda ağrıdığını anlattı. Tabi bunda benim de payım çok. Bir an önce bitirip kaçmak istediği için poposunun yarısıyla oturduğu sandalyeden, kalemi tutuş şekline, harflerin boyutlarından, silgiyle yarım yamalak sildiği yazılara kadar her şeye müdahale ettiğim için çocuğun ekstra strese girdiğine eminim. Bu süreçte tavrımı değiştirince, baş ağrılarımız da azaldı.

Sonra en son olarak dün, gelecek hafta İngilizce sınavı olacaklarını ve bu nedenle çok stresli olduğunu söyleyerek geldi eve. Sene başından beri İngilizce’ye asla ana derslerden biri gibi muamele etmediği ve çalışmak konusunda son derece isteksiz olduğu için de son derece endişeliydi. Yapamayacağım, başaramayacağım diye dolandı. Ben “çalışırız” dedikçe de, çalışarak geçirmesi gereken zamanda izleyemeyeceği çizgi filmleri düşünerek daha çok telaşa kapıldı sanırım. 

“Hep böyle sınavlar mı olacak?” dedi, “evet” dedik. 
“Ben de abim gibi böyle herkesin bir okulda beraber girdiği büyük sınavlara girecek miyim?” dedi, “evet” dedik. 
“Mecbur muyum?” dedi, “bilim insanı olmak istiyorsan ne yazık ki mecbursun, her bilim insanı olmak istiyorum diyen o okula girerse ne olacak? Kimin yapıp, kimin yapamayacağını anlamak istiyorlar” dedik. 
“Peki ya başaramazsam?” dedi, benim 8 yaşındaki oğlum seneler sonra girmesi muhtemel sınav için 
 “İmam olursun” dedi babası, şakayla karışık. 
“Başaramazsan okulu bırakır, çalışmaya da başlayabilirsin” dedim, acı acı… 

Bu arada belirteyim, okul başarısı ve meslek seçimi konusunda zerrece hırs yapmış veya tercih belirtmiş değiliz.

Sonra 6 yıl önce La Colmenita müzikal topluluğu ile ülkemize gelen ve 1 hafta evimizde misafir ettiğimiz 14 yaşındaki Küba’lı tatlı Hanser geldi aklıma. Onun hiiiiç böyle dertleri yoktu. Büyüyünce ne olacaksın diye sorduğumuzda, en sevdiği iki hobiden birini, futbolu veya müziği söyleyeceğini düşünmüştük. Ama o biyoloji konusunda uzmanlaşacağını (dikkat edin uzmanlaşmak istediğini değil, uzmanlaşacağını), biyomedikalle ilgilendiğini, bir alternatif olarak da okyanus canlılarının biyolojik çeşitliliği üzerine çalışacağını söyledi. İnsanın alacağı eğitim konusunda hiçbir kaygısı olmaması ne güzeldir kimbilir… O zaman 14 yaşında böyle özgür hayaller kurabilirsin işte.

Netice şu, bu eğitim sistemi kesinlikle çocuklara uygun değil. Dünyanın en iyi öğretmeni ile de çalışsanız, yıllar sonra gireceği sınava dair başaramayacağım korkusu yaşıyorsa bir çocuk, bu eğitimden bir hayır gelmez.