Salı, Eylül 05, 2006

Kalleşlik bu arkadaşım, sakın boyun eğme


Aslında bu yazıyı dün yazacaktım ama sabah 8'de oturduğum sandalyemden kalkabildiğimde saat 17 idi. Kara pazartesi resmen.
Neyse dün onca iş yoğunluğu ve sinir bozucu müşteri muhabbeti arasında beni en çok üzen, hamiş arkadaşım Özü'den gelen bir mail oldu. Kendisi Türkiye'nin en köklü (!) finans kuruluşlarından birinde çalışıyor ve bulunduğu konuma gelebilmek için nasıl aylarca geceleri ders çalıştığını ben biliyorum. Hamile olduğunu öğrendiği günden beri de bu durumu işine yansıtmamak için nasıl bir iyi niyetli çaba içinde olduğunu da görüyorum. Ama kimse aynı iyi niyeti göstermiyor anlaşılan ki, cumartesileri bile müşteri ziyaretleri icat ediyorlar. Tam buna kızarken, cuma günü yaptığı performans görüşmesinde kendisine söylenenler üstüne tuz biber ekti. Mailin bu kısmını aynen aktarıyorum "Cuma günü performans değerlendirmem vardı. Performans ödeneği alamadığım gibi, neredeyse çocuğu aldır diyecekler sandım. Hamile kalırken işi hiç düşünmemişim. 6 ay daha geç hamile kalabilirmişim, kendimi çok salmışım, bakımsız dolaşıyormuşum, yerimden hiç kalkmıyormuşum vs..."
Birincisi bunlar hamile bir kadına söylenir mi?
İkincisi söylemek zorundaysan bile böyle mi söylenir?
Cumartesi bile çalışan birine nasıl yerinden kalkmıyorsun dersin yaaa. Üstelik de bunu söyleyen kadın bir yönetici. 6 ay sonra ne değişecek peki, o zaman işler azalacak mı? Yoksa 2 - 3 kişilik iş yapan arkadaşımın yükünü hafifletmek için yanına birilerini mi almayı düşünüyordunuz? Güldürmeyin lütfen. Hiçbir iyi niyet gösteremiyorsanız bile, iş yasasının hamilelerin çalıştırılmasıyla ilgili kısmını okuyun en azından. Ha sahi, iş yasası diye birşeyden haberiniz var en azından değil mi?
Üzülme sen canım arkadaşım. Sabret! Seni bezdirmeye çalışıyorlar. Kimse senin aynı yoğunlukta çalışmanı isteyemez. Elinden ne kadarı geliyorsa, o kadarını yap. Sadece kendini ve bebeğini düşün. İşten çıkıp eve gelmen saat 8'i buluyorsa, ertesi gün yorgun olman senin suçun olamaz. Bu çalışma düzeni senin kabahatin değil. Eğer bakımsız derken saçını boyatamadığın için dipten görünmeye başlayan yıldızlardan bahsediyorlarsa, bunun adi hasettir. Bunun adı gözkamaşmasıdır. Bu hainliğe pabuç bırakma, bırak insanlar kendi kendilerini yesinler. Hayat zaten aynı olmayacak, daha da fazla zorlaştırmalarına izin verme. Yalnız değilsin unutma! Seni seviyorum...

Hamişlere 2 yemek tarifi... Hamiş olmayanlar da yiyebilir :)

Hem hamile, hem kolestrol tehlikesi olan, hem de insülin direncinden muzdarip biriyseniz eğer yemek yemek oldukça sıkıntı verici olabilir. İş yerindeki yağlı ve patates yoğun yemekleri yiyemeyip akşam kendi yapacağınız salatanın veya yemeklerin hayalini kuruyorsanız eğer, işte size 2 güzel tarif. Sevgili beyler, sizler de kolaylıkla bu yemekleri yapıp sevgilinize hoş bir süpriz yapabilirsiniz.
işte ilk tarifim, Fırında Mücver.
Bir kaba yarımşar demet dereotu, nane ve taze soğan ince ince kıyılır. 3 adet orta boy kabak kabukları kazınıp yıkandıktan sonra iri bir rende ile rendelenir ve suyu sıkıldıktan sonra yeşilliklere eklenir. 100 gr beyaz peynir rendelendikten, 3 adet yumurta da çırpıldıktan sonra karışıma dahil olur. Peynir tuzsuz değilse, ek tuz koymaya gerek yok. Karabiber ve 1 çay bardağı zeytinyağından sonra tepeleme 2 yemek kaşığı un da karışıma eklenerek iyice karıştırılır. Bu esnada suyunu salmasından endişe etmeyin, fırında hepsini çekecek :) Tüm bu karışımı bir borcama (ben 25x25 kare borcam kullandım) döktükten sonra üzerini alüminyum folyo veya yağlı pişirme kağıdı ile örtün. 200 derecedeki fırında 20 dakika üstü kapalı, 10 dakika kadar da üstü açık pişirin. Pişme süresi her fırına göre değişebileceğinden fırındaki mücveri sık sık kontrol etmenizde fayda var.
Artık mücverinizi ister soğuk, ister sıcak, ister yoğurtlu, ister sade yiyebilirsiniz...

Ve ikinci tarifim, Fırında Levrek.
Balık sezonunun açılmasıyla şenlenen balıkçı tezgahlarından istediğiniz sayı ve boyda levrek alın. Aynı tarifle lüfer, palamut, çipura, uskumru ve somon da yaptım. Hepsi nefis oldu.
Balıkları iyice temizlenir, özellikle pulları titizlikle gövdeden ayrılmalıdır ki, en sonda oluşacak nefis ekmek bandırma suyu içine karışan balık pulları nedeniyle heba olmasın. Balıklar zeytinyağına bulanarak 1-2 saat buzdolabında bekletilir. Bu aşamada yemeğin servis edileceği kişi sayısına göre fırın poşeti hazırlayın. Herbir poşeti yatay olarak kullanın ve tabanına halka halka dilimlenmiş soğanları, küp küp doğranmış domatesi, üzerlerine de tane karabiberi koyun. Buzdolabında marine edilmiş balıkları çıkarıp karınlarındaki yarıklara 1'er adet defne yaprağı saklayın. Dilediğiniz miktar sarımsağı tuzla dövün, mümkünse kıyılmış fesleğenle, yoksa ince kıyılmış maydonozla karıştırıp üzzerine zeytinyağı ekleyin ve bu karışımı balıkların üzerine sürün. Süslenmiş balıklarınızı fırın poşetindeki malzemenin üzerine yatırın ve üzerlerine halka halka doğranmış limonları dizin. Poşetlerin ağzını sıkıca kapatın ve poşeti 2-3 yerinden iğne ile delin. Poşetleri dikkatlice fırın tepsinize ya da borcamınıza yerleştirin. 200 derecede 40-50 dakika pişirin. Servis ederken ister poşetleriyle tabaklarına koyun, ister poşetsiz. Bu arada kalabalık misafiriniz varsa poşetlere patates, biber ve mantar da koyabilirsiniz. Son derece lezzetli ve doyurucu olan bu yemeği mutlaka yanında ekmekle servis edin. Çünkü poşette oluşan balık suyu asla ziyan edilmemesi gereken bir lezzet :)

Herkese afiyet olsun...

Mobilya alışverişini erkenden yapın, en azından erken karar verin

Geçen cumartesi sabahı evde miskinlik yaparken, birden IKEA'nın 2007 kataloğunu internetten indirirken bulduk kendimizi. Ve sonra da benim ısrarlarıma dayanamayarak yollarda...
Saat 13.00 gibiydi IKEA'ya girdiğimizde. Abimize ranza, abimize çalışma masası, çocuk odasına gardrop, bebek yatağı, yastık, nevresim, Özü'nün isteği üzerine beyaz bebek mobilyası alternatifleri, puf, lamba, Ogo'muza çalışma masası.....vs derken açlıktan öldüğümü farkedip IKEA'nın meşhur İsveç köftelerini tabağımıza doldurduk. Yukarda saydıklarıma sadece baktım, merak etmeyin. Ne demiş büyüklerimiz ? "Doğmamış çocuğa don biçilmez" Şimdiden almadım tabi. Ama şu anda artık ne alacağımızı biliyoruz. Ikea'dan çıktığımızda saat 16.00 civarıydı ve çok yorulmuştuk. Ama bu sene okula başlayacak abimize çalışma masası bulamadığımız için bir de Praktiker'e bakalım dedik. Ikea'nın burnunun dibindeki Praktiker, Ikea'dan 2 kat pahalı ve 2 kat kötü. Kaçarak uzaklaşırken, uzun zamandır balık yemediğimizi farkettik ve Carrefour'dan balık alıp öyle gidelim dedik. Carrefour'a girip balık alıp çıkılmadığını geç hatırladık :)

1 saatlik alışveriş ve 10 kadar torba ile dönüş yoluna koyulduk. Arada eve gelmeden bir de Casa'ya uğradık. Salondaki eski koltukları atıp, yerine açılabilir yeni bir koltuk alacaktık ama şimdi daha önemli harcamalarımız olacağından vazgeçtik.


Neyse eve vardığımızda, ayaklarımızı havaya dikip yatmaktan başka birşey yapamadık. O kadar yorulmuştuk ki, binbir hevesle aldığımız balıkları yıkayıp buzluğa atabildik ancak. Erkenden de uyuduk.

Benim tavsiyem, alacağınız mobilyaya mümkün olduğunca erken karar verin. Sonra dolaşması daha zor olacaktır eminim.

Öpüyorum...