Perşembe, Aralık 18, 2008

Bayram, seyran karması

1 ay olmadan yazmayı başardım bu sefer :) Bütün gün bilgisayar başında çalışınca, akşamları bilgisayar görmek bile istemiyorum. Zaten bilgisayar da pek bana kalmıyor ya, benden daha meşgul insanların, benimkinden çoook daha mühim işleri var evde :P
Laptopu da her zaman taşımayınca, sonuç ortada.
Neyse efendim, sadede geleyim. Poyraz artık 21 ayını geçmiş bir danacık. Hergün yenilenen kelime dağarcığı ve düzelen dilbilgisiyle konuşmaya çalışıyor. Sürekli konuşmalarını videoya kaydedeceğim diyorum ama bir türlü yakalayamıyorum.
Ama unutmamak adına son konuşma çabalarımızı sizinle paylaşayım;
- uc uc bebebek, yas deeedi (uç uç kelebek, yaz geldi)
- Murtata (yumurta)
- 1 kelimenin 1 hafta içindeki evrimleşmesi; patapata, hoppapa, höppapa, höppaper (helikopter)
- ee doooot (kafa iki yana sallanıyor, yok demekmiş)
- omaşşş (olmaz)
- munu mana veeer (tahmin ettiğiniz gibi herşeyi istiyor artık)
- doydum bendeeee (sofraya oturur oturmaz :))
- anane mana paten al (abisine doğum günü hediyesi alınınca benim zirzop da istedi)
- dedemin ababası uf ooodu (arızalı arabalara hiç dayanamıyoruz)
- annem deeldii, abba sen dit (akşam ben eve gelince, ablasını hemen postalıyor)
Benzer kombinasyonlarda birçok kelime kullanıyor. Aklıma geldikçe yeni bir post yaparım.
Hiç durmadan birşeyler anlatmaya çalışıyor, kurgu yapıyor. Rol yapıyor, kandırmaya çalışıyor.
Resim yapmayı sevmiyor, kalemle hiç işimiz yok. Ama ses çıkaran herşeye bayılıyor ve müzik yapıyor, şarkı söylüyor.
Sevdiği her şeye ilk gördüğünde "bebaba (merhaba)" diyor, "bebaba düneeeeş, bebaba tediiii..." Oççada (hoşçakal) ve dülüdülü (güle güle) kelimelerini yerinde kullanıyor.
O anneannesinin aatın bopu (altın top), annesinin de baaabi (kalbi) :)
Aşağıda eskiden kalan birkaç resim var, koymayı atladığım.

Göztepe Özgürlük Parkı'nda abisiyle trene binerken.... Abimize bayılıyoruz, hastayız ona :)

Kemal Abi'mizin Ritm Atölyesi'nde çocuklarla ders yaptıktan sonra diğer müzik aletlerini de denerken. Ordan almak çok zor oldu onu.
Yoğurtçu Parkı'nda ördek ve kaz kovalarken. Ördekle kazın Yoğurtçu parkında ne iş vardı derseniz, ben de bilmiyorum.

Hiçbir fırsatı kaçırmıyor laptopumla oynamak için :)
Bayramda Ankara'ya iade-i ziyaret yaptık. Kahraman ailesi bizi süper ağırladı. Hem çocuklar beraber vakit geçirdi, hem de biz. Kesinlikle iyi oldu valla. Şimdi ilk hedefimiz baharda Bolu gölleri :)
İşte Ankara gezimizden notlar ve resimler...
- Ankara'da ilk kez araba kullandık, öğrendik ki bütün yollar Dikmen'e çıkıyormuş.
- Öğrendiğimiz bir başka önemli şey yolda şerit çizgilerine ihtiyaç olmadığı. 3 şerit genişliğinde yolda herkes beğendiği rotada gidebiliyordu valla
- Ankara'lıların sezgileri çok güçlü olsa gerek. Zira yollarda tabela pek yok, nereye sapacağınızı hissetmek zorundasınız.
- Dikmen'de hava 7 derece ve pırıl pırıl güneşli iken, Gölbaşı'nda -3 derecede dondurucu bir soğuk ve puslu bir hava olabiliyormuş.
- Kukla Kebap diye bir yer var, çocukla gidilebilecek en güzel restoran diyebilirim. Bizimkiler kukla aşkına hem yemek yediler, hem de çıtları çıkmadı.
Balonlardan kulak yaptık onlara, valla 3 gün oynadılar. Tabi arada patlayan, senin-benim kavgasında sönenler de oldu ama bolca balon çok işe yarıyor söyliiim...
Resim yapmayı çok seven yetenekli kızım Deniz'in hoşlanacağını düşünerek ona bir tahta aldık ama keçeli kalemlerle koltukları boyayınca çok üzüldüm valla. İşin tek komik tarafı, Deniz'in kalemle koltuğu boyadıktan sonra hata yaptığını anlayıp, peçeteyle koltuğu örtmesi oldu :)

Cicoşlar.... Kudurdular bu park yatağın içinde ...
Kuzular mutfak tezgahında, Özlem'in ayıklamaya çalıştığı hamsilerle oynuyorlar. Ama ne sevgi, sarıldılar, öptüler, bırakmak istemediler...






Tahmin edebileceğiniz gibi cicoşlar Kıvanç'a bayılıyorlar. E bayılırlar tabi, başka kimse onlarla iki büklüm çadıra girip çok sesli koro oluşturmadı tabi.

Poz verin dedik, poz verdiler. İşte dünya şekerleri...