Öyle çok şey oluyor ki... Oğlum neredeyse yürüyecek, çok eğlenceli olmaya başladı onunla vakit geçirmek. Parklara gidiyoruz, salıncaklarda sallanıyoruz. Kuş kovalıyoruz, top oynuyoruz. Çay bahçesinden -yanlışlıkla- kaşık çalıyoruz :)
Dişlerimiz 8 tane oldu, süt içmeye başladık ama bu aralar iştahımız pek yerinde değil. Bir lokma 15 dakika durabiliyor ağzımızda.
Ama benim hiç keyfim yok, hiç de yazasım yok...
Hala bu işi yapmaktan da, bu karmaşada yaşamaktan da sıkılmışlığımı geçirebilmiş değilim.
Küçük bir ev, üstünde mavi bir gökyüzü istiyorum. Binalar, plazalar, alışveriş merkezleri istemiyorum etrafta. Mavi gökyüzünde beyaz bulutlar, sımsıcak bir güneş istiyorum. Güneşi doğduğu andan, battığı ana kadar göreyim istiyorum.
Evin önünde küçük bir bahçe, sadece çimen olsun istiyorum. Oğlumla yuvarlanayım, küçük piknikler yapayım istiyorum bahçedeki tek kiraz ağacının altında.
Bahçenin etrafında tahtadan bile olsa çit olmasın, şimşirden bir duvar olsun istiyorum. Komşu evle aramızda alçak taştan bir duvar, duvardan sarkan mor salkımlar istiyorum. Mor salkımların üstünden pişirdiğim ekmekleri daha sıcacıkken komşumla paylaşmak istiyorum.
Yumurtayı, peyniri bakkal amcadan, sütü kapıya gelen sütçü dededen, mis kokulu domatesi köylü nineden, ekmeği fırıncı teyzeden alalım istiyorum.
Çooook şey istiyorum biliyorum... Daha da çok şey istiyorum aslında ama yazamıyorum, yazasım yok.
Haya bunlar, hepsi hayal...
Silkelen ve değiş tonton. Hoooop...!
Nankörlüğü bırak ve Türkiye'nin %10'luk şanslı dilimindeki yerin için şükret. Belki tatil için bir ekolojik köye gider ve hayallerini 1 haftalığına gerçekleştirirsin.
Evet evet yaşasın, ben aslında çok şanslıyım. Gerçekten, buna inanıyorum.