Pazartesi, Şubat 25, 2008

.....

Bu tatil bünyeme fazla geldi sanırım. Kendimi çok kötü hissediyorum. Hava çok güzel, bahar geliyor. Ve ben kesinlikle çalışmak istemiyorum. Yani bu aptal işi yapmak istemiyorum. Bulunduğum yere bırak güneş, oksijen ve günışığı bile girmiyor. Florasan ışığı altında ve havalandırmanın bize verdiği kadar hava ile insanlıktan uzak, sinir yıpratıcı, ikiyüzlü bir iş yapıyorum. Bir çaresi olmalı. Daha az para, daha çok güneş ve Poyraz istiyorum. Oğlumu baharda elinden tutup çimenlerde koşturmak istiyorum. Akşam kocamı güler yüzle karşılayıp, yorgunum diye 9’da yatmamak istiyorum. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum....

Cuma, Şubat 22, 2008

Oğlum büyüyor...

Yaşımızı doldurmamıza çok az kaldı. Ama ben bu aralar hem iş yerinde, hem de yeni yeni ayaklanmaya başlayan ve bana düşkünlüğü gittikçe artan oğlum nedeniyle evde çok yoğun olduğum için bloga hiçbirşey yazamıyorum.
Şu anda bir sisteme yama uyguluyorum. Azıcık vaktim var, birkaç şey yazayım bari.
Oğlum tay tay durmaya başladı. 30 saniye kadar durduğu oldu. Bir yandan da kendi kendine tay tay tay diyip eğleniyor.
"Bippiiiii" diyerek elini yana açıyor. Sürekli bıcır bıcır konuşuyor ama arada yakaladığım anlamlı kelimeler çok fazla değil. Amun - maymun, ale-fare, mama, anne, cici, pissss, cısss, hadi, alaaaahhh - yallah, mamba-lamba.....
Bir söylediğini bazen günlerce söylemediği oluyor. Sonra hiç ummadığım bir zamanda pat diye söyleyip bizi şaşırtıyor.
Gülme ve ağlama taklidi yapmaya başladı. Oyuncağını yere atıp sonra ağlama numarası yapıyor.
Geceleri çok sık uyanmaya ve beni yanında göremezse huzursuzlaşmaya başladı. Aunı şeyi babasına yapmıyor ama eşek sıpası :)
Süt içmiyor, en canımı sıkan şey bu. Sadece annem ona süt içirebiliyor. Nasıl içirdiğini bilmiyorum, sormaya korktum :)
Hafta sonu 1 senedir ilk kez 2 gün ondan ayrı kalıp biraz kafa dağıtmaya gideceğim. Ondan ayrılmak istemiyorum ama bu yoğunluk ve yorgunluktan çok sinirlerim yıprandı. Biraz dinlenmem onun için de iyi olacak diye umuyorum. Umarım kuzum teyzesi ve abisiyle iyi vakit geçirir.
Saçları oldukça uzadı. Banyodan çıkınca kuruması zaman alıyor. Soğuk havalarda kurumasına yardımcı olmak için başına tülbent bağlayınca böyle bir şirin çıktı karşıma

Yeni beresi. Kafasında tutmuyor, tutarsa da püsküllerini emiyor...

Karanlık bir resim ama şu kolları iki yanda uyumasına hastayım. Ondan çektim ve koydum.

Uyuyan poğaça. Kızarmış, yemeye hazır. Az sonra uyanacak ve anne o poğaçaları yiyecek.

Abi ve kardeşi... Canım oğullarım benim.

Yüzünüzden gülücük hiç eksik olmasın kuzucuklarım.

İşte ayaklanan ve kütüphaneyi keşfe çıkan küçük yaramaz.
Dur şu babamın boardunun vidalarını gevşeteyim de, öyle kaçıp kaçıp gitmesin...

"Gel seni gezdireyim anne!"


Çok soğuk ve karlı havada, elektrik de kesilip kaloriferler çalışmayınca babaannemizin ördüğü çok kalın pantolonlar çok işimize yaradı.

Çarşamba, Şubat 13, 2008

Ne yemek yapıcam ya...

Oğlumun yemeklerini yapmayı seviyorum ama ne yapacağım konusu beni yıpratmaya başladı. Mümkün olduğunca çok sebze çeşidi kullanmaya çalışıyorum. Hergün et vermeye çalışıyorum. Ama bazen çok başarısız oluyorum.

Dün akşam evdeki tüm sebzelerden birer parça buharda pişirdim. Bir parça eti de haşladım. Amacım sadece eti blenderdan geçirip, diğerlerini çatalla ezerek karıştırmak idi. Bunu da başardım. Kavanoza koydum ve sabah anneme bıraktım.

Öğleyin oğlanın yemek saatinden sonra annem aradı ve aynen şunları söyledi;
"Bu yemek iğrenç olmuş. 4. kaşıktan sonra Poyraz kustu. Ben tatım 1 saattir ağzımın tadı geçsin diye ekmek çiğniyorum. Al kavanozun gerisini de akşama sen ye..."
Oysa dün akşam pişirdikten sonra tatmıştım ve çok tatlı bulmuştum.
Sonra bana içine neler koyduğumu sordu. Söyleyince de, adam gibi yemek yapsana. O ne biçim karışım diye kızdı.
Sanırım oğlum sağlıklı beslensin, her besin grubundan, her mineralden bişeyler alsın mantığımın kurbanı oldum.

Merak ettiğinizi biliyorum, içine neler koyduğumu yazıcam.
2 adet yer elması, 2 adet kırmızı biber (kabuklarını ayıkladım), 1 küçük çiçek brokoli, 5-6 yaprak pazı ve 1 adet avokado....

E ne pişiricem ben bu çocuğa, patates+havuç bazlı yemeklerden sıkılmıştır diye düşündüm. Önceki gün yeşil mercimek yapmıştım. Onu güzel yemişti.

Oğluma henüz balık yediremedim. Çünkü öyle çiğneyip yutacağı şeyleri yemiyor. Başka nasıl yedireceğimi de bilmiyorum. Haşlayıp çorbasını mı yapsam?

Henüz ciğer de yediremedim. Et gibi haşlayıp sebzesine mi koymalı, kötü olmaz mı?

Beyin filan yediriyorlarmış, yedirmeli miyim?

Bu akşam ne pişireyim şimdi ben bu çocuğa yaaaa, zeytinyağlı kereviz mi yapsam acaba... Şöyle havuçlu filan...

Çarşamba, Şubat 06, 2008

Bana bir masal anlat anne

Bana bir masal anlat anne

'Tek istediğim sahici bir anne'.Bana aldığın bütün oyuncaklardan vazgeçebilirim senin için çünkü tek istediğim sahici bir anne. Sadece bir anne!..

Bana bir masal anlat anne; babaların işe giderken, anneleri yanında götürmediği zamanlarda geçsin. Çocuklar sabahları kızarmış ekmek kokusuna uyansın. Akşam olduğunda fırından yeni çıkmış ekmekle eve dönen babalarını pencerede beklesin. Yağmur yağarken anneler "Arap kızı" şarkısını mırıldansın çocuklarına. Arkadaşlığı kreşlerde değil, karşı komşunun evinde tanısın. Hani sen öyle büyümemiş miydin? Biliyorum bunlar eskide kaldı. Kadın bağı reklamlarında verdikleri gazla uçurdular kadınları. 'Çalışın anneler, sen çalışmazsan o çalışmazsa kime satılır bu süt sağma makinaları; anne sütüne eşdeğerde hazır mamalar, bu yüzlerce oyuncak? Bir de, kozmetik masraflarını, marka giysileri hesaba katarsak'... Kimse filmin ikinci yarısından söz etmedi ama. Birileri kesesini doldururken çocuklar gündüzleri yetim bırakıldı ve anne diye ağladıklarında tutundukları hiçbir şey anne sıcaklığında değildi. Çocuklara kauçuk bir dünya sunuldu anne. Yalancı memeler, yalancı sütle dolu biberonlar, sahte ana kucakları. Anneler işe giderken çocuklar çocukluğundan kaybetti.
Eksik kalan Her çocuk bir gün büyür anne, böyle bakarsak çocuk büyütmeye; her anne de annedir. Oysa neler eksik kalmıştır hayatımızda kimse dönüp sormaz, bir de elimize kalan dünyanın bunca telaşa değip değmediğini. İşte kadınların özgürlüğü böyle bir şey anne. Siz kendi ayaklarınızın üstünde durdukça taşıdığınız yük gün be gün artar. Sizin mücadeleniz rüzgara karşı, anne olduktan sonra. Eteğini çekiştiren bir çocukla kaç kilometre hız yapılabilir sence, bir insan hangi birine yetebilir? Anneler adına kimse konuşmadı gerçekte. Bu yüzden sıra bana geldi. Habire fısıldadılar önüne çıkan dergilerin gizli satırlarında, anne-bebek sitelerinin sözde psikolog yorumlarında, aldattılar seni anne; 'önemli olan nitelikli zaman'! Henüz konuşamadığım için sana 'inanma onlara' diyemedim anne. Bak şimdi yaşadığın hayata, işten eve evden işe koşturup dururken yaşamın ilk yarıdan ne kadar da nitelikli... Daha tüyüm bitmeden beni gazeteden bulduğun bakıcıya emanet ederken "delirdim mi ben" diye dürtükleyen hormanlarını dinlemeliydin anne. Ama hayat ne getirir bilinmez dediler sana etrafındaki insanlar. Olabilecek kötü örneklerle seni korkuttular. Oysa bir bebeğin bakıcıyla büyümesi de yeterince korkutucu değil mi? Eve getirdiğin oyuncak, yeni giysi, maaşından artan para olmazsa, hayatımızda neler değişecek diye de sor kendine. Annesiz geçen zamanlarımı ve yorgun bir anne kucağını da hesaba katarsak asıl yoksulluk hangisi sence? Bir gün geriye baktığında telaş içinde yaşanmış gençliğin ve yarım yamalak bir annnelik yüzünden için acıyabilir. İşte o zaman duyduğun pişmanlık ikimizin işine de yaramaz anne. Bir orta yol olmalı anne, bulunmalı... Ne annelik anneliğe, ne bebeklik bebekliğe benziyor şimdilerde. Bana aldığın bütün oyuncaklardan vazgeçebilirim senin için çünkü tek istediğim sahici bir anne. Sadece bir anne!..
MELTEM NİZAMOĞLU ÖZTÜRK: Anne
Radikal 20.01.2008

Bir rüya gördüm...

Dün gece bir rüya gördüm. Bir önceki gece de neredeyse aynı rüyayı görmüştüm.

Rüyamda sürekli birşeyler yapmaya çalışıyorum. Ordan oraya koşuşturuyorum. Bu işleri yapmak için bazı makineler var etrafta. Ama bu makinelerin bir kısmı çıplak, yani hani kasaları, kaportaları yok. Onları kapatamıyorum. Bazılarına da örtüler, kılıflar geçiriyorum. Ama onlar da çok büyük geliyor makinelere. Hiçbirşeyi olduramıyorum. Koşturuyorum, koşturuyorum hiçbirşeye yetişemiyorum....

Sıkıntıyla uyandım.

Dün akşam yatarken, sevdiğim bir arkadaşımın hamile olduğunu öğrendim. Çok sevindim. Dünyaya bir güzellik daha gelecek diye.
Sonra bu rüya...
Sabah ilk okuduğum maillerden birinde, -ki neden seyrettim bilmiyorum- bir video vardı. Detay vermeyeceğim, veremeyeceğim. Komşu ülkelerimizden birinde, sanırım İran'da çekilmiş bir video. Bir kadını kimbilir hangi şeriat kuralına uymadığı için (!) cezalandırıyorlar. Çok korkunçtu...
Elim ayağım titriyor.

İstemiyorum ben bu adamları, kadınları. Ne kaçıp gideceğim bu diyardan, ne de çocuğumun geleceğini karartmalarına izin vereceğim. Bu memleket bizim. Kim nereye istiyorsa gitsin.
Ben mücadele edeceğim, bir çocuk dünyaya getirirken gösterdiğim cesareti sürdürmeliyim. "Senin için para kazanıyordum. Seni korumak için kaçtık. Sen iyi ol diye ben hiçbir şeye karışmadım" yalanlarını duymayacak benim oğlum.

Ben sana daha güzel bir dünya sunmak için elimden ne geliyorsa yapacağım anneciğim. Meydanı haramilere, zebanilere bırakmayacağım.

Sonradan not: Görüntüler Irak'da çekilmiş. Kocasının şiddetinden kaçan bir kadın cezalandırılmış.

Salı, Şubat 05, 2008

Bugün oğlum tam 11 aylık oldu

Sevgili taze anneler, anne adayları...
zamanın doğumdan sonra ne kadar hızlı geçtiğini tahmin bile edemezsiniz. Bu yüzden mümkün olduğunca minnoşlarla zaman geçirin. Her anın tadını çıkartın. Her fırsatta o kurabiye kokan gıdılara burnunuzu sokup derin derin içinize çekin.
11 aylık bir anneden tavsiyedir :)

Anne olmayı düşleyenler, anne olmak isteyip de karar veremeyenler...
1 saniye bile pişman olmadım. Hazırsanız hemen yola koyulun. Hazır değilseniz, blogumu lütfen baştan okuyun. Hala hazır değilseniz bu fikri kafanızdan atın ve bir süre daha tekil bir organizma olmanın tadını çıkartın. Biyolojik saatiniz çalışıyor, nasıl olsa zamanı gelince sizi uyaracaktır :)
Herkese kurabiye kokulu öpücükler yolluyorum....

İhmal ettim, özür dilerim

Blogumu çok ihmal ettim biliyorum. Ama akşamları saat 9'a kadar oğlumla oynuyorum. O uyuduktan sonra da ancak evin ve kendimin işlerini halledebiliyorum. Ofiste de çok yoğun olduğum için yazamadım. Affedin :P

Hafta sonu cumartesi günü babamız yoktu zaten, tüm gün oğlumla başbaşaydık. Gezdik dolaştık. Hava da süperdi. Güneş'i görmeye gittik. Poyraz'ı sadece 2 hafta görmeyenler bile acayip değiştiğini söylüyorlar. Bence de öyle, hergün yeni bir maymunluk yapıyor çünkü.

Artık daha fazla ayağa kalkmaya başladı, farkına varmazsa birkaç saniye desteksiz ayakta da durabiliyor. Ama farkettiği anda oturuyor poposu üzerine. En sevdiğimiz oyuncak top, topla yatıp, topla kalkıyoruz. Top atıyoruz, top tutuyoruz :)

Acayip dillendi... Ama sadece canı isterse söylüyor. Günaydın dedi kendi dilince."üayı" gibi birşeydi. Papağan gibi taklit ediyor. Hoşuna giden kelimeleri cümle içinden seçip tekrar ediyor. Abi, hapşı (buna çok gülüyor), asla, ağaç, tak tak, pat pat, hadi, biiiiir, dö(r)t, ciciiii, psi psi, gaak.... bunlardan bazıları. Anne kelimesini hemen hemen sadece çok ihtiyacı olduğunda kullanıyor sıpa. Herşeyi anlıyor. Şampiyon diyince kollarını havaya kaldırıyor yumruklarını sıkarak.Bir müzik duyduğunda, 2 elini yumruk yapıp göbeğini ileri geri hareket ettirerek dans ediyor. Yüzündeki ifade öyle ciddi oluyor ki, gülmemek için kendimi zor tutuyorum.

Oğlumla aramdaki aşk gittikçe güçleniyor. Akşam uykusu geldiğinde, kafasını göğsüme yaslayıp uyuması yok mu... O an dünya dursun istiyorum işte...

Yeni resimlerini koyacağım, bana biraz daha zaman verin.
Hayatımı sorgulama dönemindeyim yine. Köşenin Delisi'ni okuduktan sonra iyice arttı bu sancım. Yazacağım merak etmeyin, bunu da yazacağım. Bu da bir tür doğum sancısı. Üstelik sezeryan da olmuyor, ya doğuracağım. Ya da....