Pazartesi, Aralık 31, 2012

2012 git, 2013 gel... Bakalım ne olacak?



2012’de neler oldu? Hatırlayalım...

* 2011’in son günlerinde Uludere’de çoğu çocuk ve genç 34 kişi katledildi. Katliam emrini verenin kim olduğu hala belli değil!
* Hrant Dink’in katilleri “affedildi”
* Suriye’de iç savaş çıkartıldı... Savaş hala sürüyor.
* Kış çok sert geçince, dünyanın dört bir yanından yüzlerce evsiz soğuktan donarak öldü. Bu çağda !!!
* Afganistan’ı “koruyanların” aşırı korumacı tutumları 2011’de 3000 sivilin hayatına maloldu. 2012 henüz belli değil..
* Ülkenin dört bir yanında yapılan kazılarda onlarca kafatası ve insan kemiği bulundu. Kafataslarının bazılarında kurşun delikleri vardı. Korku filmi yıl boyu vizyondaydı.
* 35 kişinin yakılarak öldürüldüğü Sivas Madımak katliamına ilişkin dava ise zamanaşımından düştü.
* AİHM istatistiklerine göre Türkiye 2 bin 404 mahkûmiyetle Avrupa Konseyi üyeleri arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni en çok ihlal eden ülke oldu.
* Esenyurt’da bir alışveriş merkezi şantiyesinde çıkan yangında 11 işçi yanarak öldü.
* İlköğretim okullarında çocuklara dağıtılan sütler yüzünden ilk günden 4000’den fazla çocuk zehirlendi. Milli Eğitim Bakanı süt alerjisi olabilir dedi, başbakan yardımcısı ise aşırı doz !!!!
* Bir üniversite öğrencisi otobüs durağında poşu taktığı için 11 yıl hapis cezası aldı.
* Kürtajın yasaklanması gündeme geldi.
* Yüzüne biber gazı sıkılan astım hastası Çayan Birben öldü.
* Kentsel dönüşüm talanına şenliklerle başlandı.
* İklim değişikliği tüm dünayı altüst etti, bir yarıda fırtınalar seller, diğer yarıda yangınlar ve kuraklık sürekli yer değiştirdi. Kutuplar benzeri görülmemiş bir hızla eridiler. Hatta o kadar hızlı eridiler ki, kendi çıkarları için dünyanın içine etmekte hiçbir sakınca görmeyen sınıflar bile şaştı kaldı. Ama o kadar! Çünkü hemen peşisıra eriyen buz katmanının altında yatan nadir elementler, altın, gümüş, bakır, yakut, zümrüt, safir ve hatta petrol için dünyanın dört bir yanında mezatlar açtılar.
* Bahçelievler Katliamı olarak bilinen, 1978 yılında 7 genç insanın katledilmesi olayının hükümlüleri serbest bırakıldı.
* Çocuk gelinler 2012’de de hızın kesmedi. Tecavüze uğradığı için töre adı altında öldürülen kız çocuklarının sayısı hızla arttı.
* 14 yaşındaki Lise öğrencisi Ö.C.’ye, aralarında iki polis müdürünün de bulunduğu 34 kişinin cinsel istismarda bulunmasıyla ilgili davada tutuklu sanık kalmadı.
* ODTÜ’ye bir kez daha tarih yazdı. Göktürk 2 uydusunun Çin’den fırlatılması töreni için ODTÜ’ye gelen başbakan ODTÜ öğrencileri tarafından protesto edildi. Yoğun gaz bombası ve şiddet kuulanılan olaylarda bir öğrenci başına isabet eden gaz bombası yüzünden beyin kanaması geçirdi. Öğrenciler basına yansıtıldığı gibi uydunun fırlatılmasını değil, Patriot füzelerini meclise bile sormadan buyur eden, politikalarıyla memleketi bataklığa sürükleyen AKP iktidarı ve onun genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto ediyorlardı. ODTÜ’nün yaktığı ateş tüm üniversitelere sıçradı.

Şimdi 2013’te dileğim; (burdan sonrasını Bir Dolap Kitap’tan alıntılıyorum, çok beğendim)

Bir yazar (Rebecca Solnit) “Kavgaya girerseniz, bazen kazanırsınız. Ama girmezseniz, her zaman kaybedersiniz.” demiş.
Kavgayı bırakmamamız gerektiği ortada.
Savaşın ve fırsat eşitsizliğinin olmadığı; herkesin temiz suya ve gıdaya, nitelikli sağlık ve eğitim hizmetlerine eşit miktarda ulaşabildiği; kadınların ve çocukların dayaktan, tacizden, tecavüzden korunduğu ve öldürülmediği; çocukların köle, işçi, gelin, damat ya da "küçük asker" değil, çocuk olabildiği, doya doya oyun oynayabildiği, canının sıkılmasına fırsat bulabildiği, çocuk kütüphanelerinde yuvarlanarak kitap okuyabildiği; doğaya ve insan haklarına saygının artıp eksilmediği, taşıp dökülmediği bir Dünya için kavgaya devam edildiği bir yıl diliyorum.

Pazartesi, Aralık 24, 2012

El, ayak, ağız ve de popo hastalığı

Çocuk sahibi olduktan sonra öğrendiğim, hatta Poyraz'ın bebekliğinde hiç duymadığım halde şimdi ilk kez duyduğum yeni antin-kuntin bir sürü hastalık oldu. Bu işin de modası mı vardır bilmiyorum ama bu yılın trendi el-ayak-ağız hastalığı imiş, fiilen yaşayıp öğrenmiş olduk. Bence bu hastalığın adı kesinlikle el-ayak-ağız-popo hastalığı olmalıydı ama baskın değerlere yenik düşüp "popo"yu kaldırdılar sanırım. Zira hastalık en çok bez bölgesinde sıkıntıya neden oluyor. Ben bu hastalığa artık kısaca EAAPH diyeceğim.

Neyse bu hastalık ile ilgili son 6 ayda yazılmış birçok makale ve günce bulabilirsiniz. Bu yüzden detaya girmeyeceğim. Fakat kısaca özetleyebilirim ki, başınıza gelirse benim gibi damdan düşmüşe dönmeyin.

2 hafta önce Poyraz'ı bir hafta yuvaya yollamadık. Çünkü okulda bir EAAPH salgını vardı. Aman oğlumuz hastalanmasın, aman kızımıza bulaşmasın derken öğrendik ki, kaderden kaçılmıyormuş. Kuluçka dönemi ve bulaşıcılık süresi pek de kolay hesaplanamıyormuş.

Cuma akşamı 1 saat içinde yükselen ateş, kusma ve ishal ile başladı bizim serüvenimiz. Ertesi günü doktora gitmemize rağmen, henüz baş belirleyen olan su dolu kabarcıklar ortaya çıkmamış olduğundan kesin teşhis konulamadı. Cumartesi akşam üstü minnoşum acıyan ellerini bana öptürmeye kalkınca anladım hastalığın ne olduğunu.






Neyse ki, hastalık konusunda bir ön fikrim vardı ve doktorunu arayıp direkt anlattım. Aynı kabarcıklardan bolca bez bölgesinde ve bir miktar da dilinde ve ağız içinde olduğunu söylediğimde yapılacak çok birşey olmadığını, ağız içine bir anti-fungal damla kullanabileceğimizi, hastalık virütik olduğu için ateşi çıkarsa da ateş düşürücü kullanmaktan başka çaremiz olmadığını söyledi.

Ben damlaya ilaveten karadut konsantresi de sürüyorum ağız içine. poposunu da bezini sık sık değiştirmek suretiyle kuru tutmaya ve rahatlatmaya çalışıyorum. Yemek konusunda oldukça geri düşmüş durumdayız. Oldukça güzel ve iştahlı beslenen çocuğum 3 gündür 1/3 performansla ve çoğunlukla sadece sütle besleniyor ne yazık ki. Umarım söylendiği gibi 7-10 gün içinde normale döneriz. Zira okuduğum kadarıyla bazı vakalar daha ağız seyredebiliyor ve farklı semptomlarla sürebiliyormuş. Şimdi yazmak istemiyorum, umarım yaşamayız.

Özellikle belirtmek istediğim şey şu. Evde bebek varsa, dışardan gelen herkesin üstünü değiştirmeden ve elini yüzünü sabunla yıkamadan bebeğin yanına yaklaşmasına izin vermeyin. Kalabalığa, hatta özellikle AVM benzeri yerlere zinhar sokmayın. Büyük çocuklar ve yetişkinler bu virüsü taşısalar bile, semptomları göstermeyebiliyorlarmış.

Bu vesile ile herkese sağlıklı günler dilerim, tüm kalbimle...

Keşke kardeşim olmasaydı

Evet dün en sonunda küçük bey bombasını patlattı. "Anne keşke bir kardeşim olmasaydı. Sen ya onu uyutuyorsun, ya ona yemek yediriyorsun, ya da mutfakta iş yapıyorsun. Biz seninle hiç oynayamıyoruz"

Nasıl içim acıdı anlatamam. Düşündüm de, haklı. Özellikle Mira hastalanınca çok mızmızlaştı. Ona her zamankinden de fazla zaman ayırmak durumunda kaldım. Oğlum iyice ihmal edildi. Zaten Mira da abisinin hiçbir şeyle oynamasına izin vermiyor, elinde ne varsa alıp müdahale ediyor. Çocuğum bir kardeşi olmamasını dilerken çok haklıydı.

Akşam sadece benimle 5 dakika daha oturabilmek için uyumak istemedi. Çünkü ben ancak Mira uyuduktan sonra Poyraz ile kesintisiz zaman geçirebiliyorum, bunun farkında. Bende birazcık geç uyumasına izin verdim. Umarım Ezgi Öğretmenimiz bize kızmaz. Oğlumla kucak kucağa biraz oturup televizyon izledik, sohbet ettik. 10 dakika bile ona yetti.

Bundan sonra çok daha dikkatli olacağım oğlum. Seninle daha fazla zaman geçirmeye, evde iş yapmak için harcadığım zamanı parayla satın alıp sana vermeye söz veriyorum. Yemek ve temizlik işinin bir kısmını outsource etmeye karar verdim. Hazır ev yemekleri yapan bir yer buldum (Doyiva). Temizliği de en az ayda 2 kere düzenli yaptıracağım. Hiçbir şey oğlumla geçireceğim zamanlardan daha değerli olamaz. Buna kimsenin engel olmasına izin vermeyeceğim, kardeşin dahil.

Seni çok seviyorum kuzucum, ilerde kardeşin olduğu için çok mutlu olacağına inanmasam inan seni bu sıkıntıya sokmazdım. Birazcık daha sabır, yakında kardeşinle çok güzel vakit geçireceğine eminim. Umarım bir süredir seni ihmal ediyor oluşumu telafi edebilirim.


Mira'm da dilleniyor...

Şimdiye kadar oğlum dilli, kızım zilli diyordum. Ama görünen o ki, kızım da bir miktar gecikmeye rağmen ufak ufak tatl bir dilli olma yolunda ilerliyor. Şu anda tam 21,5 aylık olan minik kuşun kelime dağarcığını yazmadan geçmeyeyim istedim..

anne, baba, dede, anane,  buraya kadar OK.
tedi=kedi
detin=kedi (otoparktaki kedimizin ismi, yoksa zeytine zeytin demiyor)
hovov=köpek
ka=tüm kuş türleri, penguen, tavuk vs dahil (babasına kargayı gösterip "bu?" diye sorduğunda babası karga deme gafletinde bulunmuş, artık tüm kanatlılar "ka")
ü=süt
emme=emzik
pitipiti=banyo, banyo yapmak, suyla oynamak

teeyti=teyze
haya=hala
pi=fil
tis=pis
attaaa=dışarı çıkmak, gezmeye gitmek (mesela çok canı sıkılınca pencerenin önüne geçip "attaaa, attaaa" diye sayıklıyor)
hoppaa=düştü (mesela gece uyanıp beni çağırıyor, "ne oldu kızım" deyince cevap geliyor; "emme hoppaaa")

İşin eğlenceli tarafı espiri de yapıyor. Geçen gün emziğini arıyordu evin içinde, ben de uyku saatleri dışında emzik vermek istemediğim için işi şakaya vurdum. "Nerde benim kızımın emziği ya, kuşlar almış olmasın? Getirin bakiim kızımın emziğini" filan dedim, beraber güldük. Dün Poyraz'ı babasıyla judoya yollarken kapıda hızlıca giydirmeye çalışıyordum. Eldiveninin tekini bulamadım. "Nerde bu eldiven ya" diye söylenirken bizim taze dilli cevapı yapıştırdı gülerek, "anne kaaa kaaa". 

"Pencere önünde attaaa, attaaa diye sayıklayan haminnem"


Salı, Aralık 18, 2012

19-21 arası annelik yetmiyor, sanki biraz daha zamana ihtiyacım var



Biraz acayibim bu günlerde. Belki yorgun, belki sıkkın bilmiyorum. İçinden çıkamadığım bir döngüye girmiş gibiyim.
Sabah 6.40'da kalk, servise bin, işe git, tüm gün çalış, akşam 17.40'da servise bin, 19'da eve gel. Paltonu çıkartırken eve gözat, beynin karıncalansın. Çünkü ev tüm temizleme ve toplama çabalarına rağmen pazar yeri gibi olsun. Çocuklara sarıl ve onların senden onlarla ilgilenmeni isteyen ışıl ışıl gözlerine hüzünle bakıp mutfağa gir, Bu arada bilgisayar başındaki babaya hal hatır sor, hal hatır sorusuna yanıt ver, akşam yemeğini hazırla ve aynı zamanda en az 16 kere yanına gelip abisini, kardeşini ve babasını şikayet eden minnoşlara yanıt ver. Sofrayı hazırla, ev ahalisi arada yardım etsin. Kızı doyur, oğlana 1500 kere hadi oğlum de. Çünkü çocuğun benimle konuşmaya, iletişim kurmaya ve o kocaman beyninden çıkan harikaları anlatmaya ihtiyacı var. Ama annesi o sırada bütün kafasını dolduran mevzuların yanına, evi toplamak, çamaşır yıkamak, ertesi güne yemek yapmak, ödenecek faturalar, hayata dair planlar...vs gibi konularla meşgul olmak zorundadır. Kendisiyle ilgilenil(e)meyen çocuklar iyice zıvanadan çıkar ilgi çekmek için. Annenin de sinirler gerildikçe gerilir ama çaktırmaz. Çünkü çocukların bir kabahati yoktur, onları anlamaktadır. Sofra bilgisayar başından nazlanarak kalkan babaya toplatılır, anne çocukların apayrı isteklerine aynı anda yanıt vermeye çalışır. Sonra uyku saati gelir. Saat 21'de başlayan süt ısıt, içir, giydir, çiş, diş, yatak seremonisi çocuklar "ille de annem" dedikleri ve babamız da buna hiç itiraz etmediği için saat 22 gibi sonlanır. Tabi bu arada kızın birkaç tur nazına baba da katlanır. Çünkü annenin bu nazı çekecek sabrı kalmamıştır. Oysa miniklerin tek derdi tüm gün görmedikleri anneleriyle birkaç dakika daha geçirmektir. Annenin içi sızlar. Çocukları uyutan anne, yemek yoksa ertesi gün için yemek yapmak üzere mutfağa girer. Tabi olabilecek en kısa sürede, en basit ve aynı zamanda da çocuklar için en faydalı yemeği yapmaya çalışan anne %70 başarısız olur. Bu yemekler ev ahalisi tarafından ertesi akşam beğenilmez. Üstelik bu %70'in %70'inde pek de haksız sayılmazlar. Ertesi güne yemek varsa mutlaka başka bir iş çıkar, çamaşır, ortalık toplama vs. Eğer anne çok şanslı ise poposunu koltuğa koymak, iki gıdım TV izlemek, gazete okumak, kişisel bakım için 15-20 dakika zaman bulur ama tüm bu fiziksel ve duygusal yoğunluk ve de yorgunluğa dayanamayan 37 yaşında beden saat 24'ü genelde göremeden yatağa düşer.
Son zamanlarda sıklıkla benzer rüyalar görüyorum. En azından haftada bir dev dalgalarla boğuşuyorum. Bazen bir geminin içinde dev dalgaların ortasında, bazen bir deniz kıyısında... Her seferinde çıkmayı başarıyorum dalgaların altından ama yüreğim sıkışıyor boğuşurken. İlginç değil mi? Saat 03'e kadar öyle derin uyuyorum ki, çoğunlukla ne çocukların uyandığını, ne babanın yattığını duymuyorum. Sonra sabaha kadar birkaç kez Mira emziğini düşürür, süt ister, çiş yapar altını değiştirmemi ister, Poyraz uyanır, korkar, çişi gelir, su ister :)
Ve sabah olunca anne yine kalkıp işe gider ve yeni bir gün başlar.