Bu yazı blog okurlarının kendisini eleştirmesine neden olabilir, ki yazının da amacı tam olarak budur.
Şöyle bir sakin zamanınızda elinize bir kağıt kalem alıp
çocuğunuzda olmasını istediğiniz ve istemediğiniz özellikleri bir yazmayı
denesenize. Elbette ki yüzlerce farklı liste çıkacaktır. Ancak amacım
listelerin birbirinden farklılığını veya benzerliğini değil, sizin listede
yazanlarla benzerliğinizi ve farkınızı düşündürmek.
Basitinden başlayalım. Hemen herkes, çocuğunun kitap
okumuyor oluşundan şikayet ediyor. Ancak kendisi çok meşgul veya çok yorgun
olduğu için hiç kitap okumuyor/okuyamıyor. "Ama ben o yatınca
okuyorum" yanlış cevap maalesef, çocuk dediğimiz model alarak büyüyor.
Basitçe, sizin ne söylediğiniz değil, ne yaptığınız etkili
oluyor. Bu yüzden yapmadığımız/yapamadığımız bir şeyi, çocuğumuzun yapmasını
istemeye pek de hakkımız yok.
Çok basit örnekler var. Sebze yemeyen ebeveynin, çocuğuna
sebze yedirmek istemesi, dişlerini yemekten sonra fırçalamayan ebeveynin
çocuklarına diş sağlığı öğütleri vermesi, kendisi elinden telefonunu bırakmayan
ebeveynin, çocuğunun tabletle zaman geçirme süresine müdahale etmesi...vs. Ama
ben biraz daha bu basit örneklerin dışına çıkacağım.
Çocuklarımız için en iyisini istiyoruz değil mi? Onlar için
çalışıyor, onlara elimizden geldiğince iyi koşullarda bir yaşam sunmaya gayret
ediyor, hafta sonlarımızı onları sanat kursundan, spor okuluna taşıyarak
geçiriyoruz.
Bu yazıyı okuyan kaç kişi düzenli veya düzensiz spor yapıyor
acaba? Bahsettiğim profesyonel sporlar değil. Çocuğunuza "spor yapmak,
yaşamın bir parçasıdır. Her yaşta, her koşulda yapılabilir" mesajını
vermekten bahsediyorum. Mesela her sabah 10 dakika basit egzersizler yapmak,
hafta sonu ailece bisiklete binmek gibi şeyler.
Peki bu yazıyı okuyan kaç kişi oğluyla beraber piyano
öğrenmeye, kızıyla beraber seramik yapmaya çalışıyor. Kapıda bekleyip, kurs
çıkışı kendisini alan bir ebeveyne bakınca çocukta "hmm, bu sıkıcı hobiyi
ben de ilerde çocuklarıma sunmalıyım" fikri uyanması kaçınılmaz bence.
Çocuğuna sürekli "seveceğin, yapmaktan mutlu olacağın
işi yap" deyip, çocuğu sokak ressamı olmak isteyince saçını başını yolan
anneler tanıyorum. Bu konuyla ilgili daha önce yazmıştım (http://dunyalidergi.com/index.php/egitim-cikmazi-kariyer-planlari-ve-saglama-alinmis-gelecekler/).
Burada bir başka boyutuna değineceğim. Siz yaptığınız işi seviyor musunuz? Peki
sevdiğiniz işi yapmak için hiç çaba harcadınız mı?
Emniyet kemerini alarmı ötmesin diye arkasından takıp, sonra
çocuğuna güvenlik kurallarının öneminden bahseden baba ile, sürekli diyet
yapan, bedeninden asla mutlu olmayan bir annenin kızına kendisiyle barışık
olmayı öğütlemesi korkunç bir ikiyüzlülük değil mi? Çocuklar bunu anlamaz mı
sanıyorsunuz?
Eşcinsel arkadaşınız var mı hiç? Yoksa çocuklarınızı bu
farklılıklardan "koruyup" sonra da tüm insanlara saygı duymasını mı
öğütlüyorsunuz? Dürüst olun…
Eminim ki, bu blogun çoğu okuru, çocuğu daha
eşit, daha özgür, daha bilimsel, daha aydınlık bir dünyada yaşasın ister. Çok
azınlıktadır "amaaan canım bana ne, her koyun kendi bacağından
asılır" kafasında olan. Peki siz elinizi ne şekilde taşın altına
koyuyorsunuz? Yoksa sadece şirketinizin düzenlediği ağaca sarılma, yaşlılar
evinde çiçek tohumu ekme, sokak çocuklarıyla tumba çalma türü sosyal sorumluluk
aktivitelerine zorunlu-gönüllü olarak katılıp onları mı anlatıyorsunuz
çocuklarınıza. Peki bir gün, dünyanın bütün renkleri elimizden akıp gittiğinde
ne anlatacaksınız çocuklarınıza.
Nemo isimli minik palyaço balığının animasyonunu
izlemeyeniniz yoktur. Eminim birçoğunuzun çocuğu da izlemiştir. Nemo'nun diğer
balıklarla birlikte bir balık ağının içinde gemiye çekilme sahnesini
hatırladınız mı? Tek yüzgeci olmayan minnacık Nemo, tüm balıkları buna karşı
direnebileceklerine ikna edip, hep birlikte aşağı, daha aşağı yüzerek ağı
kopartıyor ve özgürlüğüne kavuşturuyordu. Bizler de çocuklarımızla bunu
izlerken, "birlikten kuvvet doğar" veya " tek elin nesi var, iki
elin sesi var" atasözlerine güncel alternatifler üretip çocuklarımızı
zorluklara karşı birlikte mücadele etmenin ne kadar doğru olduğunu anlatıyorduk
değil mi?
"Zamanım yok" koca bir tembel yalanı. Bunu da daha
önce yazmıştım aslında (http://dunyalidergi.com/index.php/basit-bir-ebeveynlik-testi-30-yil-sonra-cocugunuz-nasil-yasiyor-olsun/)
Önce siz inanın kendinize. Hem çocuğunuza iyi örnek olacak şekilde kendi
hayatınızı güzelleştirin, hem de hep birlikte dünyayı güzelleştirecek şekilde
çevrenizdeki insanlara inanın. Ortalama zeka ve iyi niyet kapasitesinde herkes
bir ucundan tutabilir, kendimizi kandırmayalım.
Yaşama sevinci...
Hatırlamak zor bu günlerde bu kavramı. Ancak
sarılabileceğimiz belki de tek dal.
Umut...
Asla vazgeçmememiz gereken sevgili...
Çocuklarımız...
Aynamız... Kendilerinden dünyayı emanet aldığımız
geleceğimiz...
Vesile ile oğlumun 9., kızımın da 5. yaşını izninizle kutlamak istiyorum...
Yaşama sırası sizlerde çocuklarım....