Pazartesi, Şubat 28, 2011

37+1

Bugün SSK'dan işgörmez raporumu aldım. İçimden "asıl siz şimdi benim ne işler göreceğimi bilmiyorsunuz" demek geldi :)
Sonra da son doktor kontrolümüze gittik. 3,150 kg olmuş kızım. Suyu da iyiymiş, karın ve baş çevresi de.
Artık bekleme evresindeyiz.
Cumartesi sabahı görüşmek üzere güzel kızım...

Cuma, Şubat 25, 2011

Ofiste son gün ve doğuma 8 kala....

Bugün ofiste son günüm. Evet yani doğum iznine çıkıyorum. 1 hafta sonra da, eğer daha erken gelmeye karar vermezse, minik kızımla buluşacağım. Farkettim ki, abisi de, babası da sabırsızlandı artık. E tabi bu sabırsızlıkta benim sinirli hallerimin de etkisi büyük.

Bakalım bu maraton nasıl geçecek? Maratona hazırlık benim çok nefesimi kesti. Yoruldum, itiraf ediyorum bu hamilelik beni yordu. Evde bir minik daha varken zor oluyormuş. Kemiklerim ağrıdı, yatamaz oldum. Şekerim çıktı, yiyemez oldum. Oğlumu kucağıma alamaz, merdiven çıkamaz oldum. Yok yani özel bir problemim yok neyse ki, ama yine de artık yaştan mı bilemiyorum. Bu sefer yıprandım işte.

Şu şeker meselesi ekstra yıprattı beni. 35-36 haftaya kadar diyetle kontrol edebildiğim şeker sapıtınca, insülin enjeksiyonu yapmaya başladım. Yemek, içmek, uyumak bile hesapla. Umarım doğumdan sonra normale döner bu durum.

Bir de sinirli ve tahammülsüz oldum ki sormayın. Çok yazmayacağım bu konuda, çünkü düşündükçe ağlayasım geliyor. O kadar çok bağırıyorum ki oğluma. O da inadına ters bu aralar. Ya da bana öyle geliyor bilemiyorum. Diyabet ve insülin kullanımı insanı sinirli ve tahammülsüz yapar mı acaba?

Canım oğlum, sana kızdığım için beni affet. Senin kontrol edemediğin ve aslında sebep de olmadığın bir yorgunluğun sonucu bu hallerim. Oysa sen de daha miniciksin, "hadi anne doğsun şu kardeşim, rahat rahat kucağında oturmak istiyorum" derken ne kadar içten olduğunun da farkındayım. Az daha sabret, geçecek. Seni çok seviyorum!

Canım kızım, sen de sebep değilsin tüm bunlara. Olamazsın, bunlar senin tercihin değildi ki. Beraberce yaşıyoruz bu yorgunluğu, bu gerginliği üstelik. Oysa sen yapman gerekeni fazlasıyla yaptın, çok iyi yoldaşlık ettin bana bu 37 hafta boyunca. Şimdi senden bir isteğim daha var. 1 hafta daha sabret ve büyü. 1 hafta sonra hepimiz seni kucaklamak için hazır bekliyor olacağız :)

1 hafta dinlenmek istiyorum. Apartmanın merdivenlerini çıkmak bile çok yorucu artık.
2 Mart çarşamba günü oğlumun doğum gününü kutlayacağız okulunda. Umarım bu kız en azından o güne kadar sabreder :)

Yazıyı Poyraz'ın sabah sabah beni neşelendiren diyaloğunu yazarak bitireyim.

- Anne ben artık büyümek istiyorum
- Neden oğlum?
- Büyüyüp polis olucam ve bütün prensesleri hapse atıcam.
- Neden?
- Çünkü onlar bizi kandırıyorlar
- Nasıl yani?
- Birgün prenses gibi giyinip okula geliyorlar, prenses gibi davranıyorlar. Ertesi gün normal normal giyiniyorlar, cadı kız oluyorlar.
- :))))))))))

Cumartesi, Şubat 19, 2011

Üstüme gelmeyin patlayacağım...

Bir süredir gebelik şekeri ile savaşıyordum. Bu şeker genelde sadece gebelikte ortaya çıkan ve gebeliğin sonlanması ile sonlanan bir tür diyabet. Ama neticede metabolizamanızın diyabete eğilimli olduğu ve 50-60 yaşından sonra diyabet hastası olabileceğiniz anlamına da geliyor.
Sadece kendimden menkul olsam bu kadar çok gerilmeyeceğim, ama gebelik şekeri doğrudan bebeğin de hayatını riske attığı için insanı daha fazla strese sokuyor. Neyse Poyraz'da çok hafif bir diyet ile şeker yükselmesini kontrol altına almıştık ve buna gebelik şekeri bile dememişti doktorum.
Bu sefer tüm şeker değerlerim yüksek çıkınca sıkı takip başladı. Diyetle 35. haftaya kadar gayet güzel idare ettik. Kendime aldığım bir glukometre ile günde 6 kez kan şekerimi ölçüp not ediyorum. Herşey gayet normaldi, ta ki, geçen hafta başına kadar. Şekerim ne yersem yiyeyim, acayip yükselmeye 200'lere vurmaya başladı. Bu da bebeğin en iyi ihtimalle çok kilo almasına, kötü ihtimalle hayatının tehlikeye girmesine sebep olacak bir değer. Oysa ben 120-140 aralığında tutmalıydım bu değeri, olmadı. 1 hafta çeşitli denemeler yaptım kendime geçen pazartesi dahiliyecime tekrar gittim. Acıklı gözlerle; "Valla tatlı birşey yemiyorum Hatice Hanım, diyetime uyuyorum" diye kendimi anlattım. O ise gayet sakindi. "Herşey kitabına uygun, 35-36. haftalarda gestasyonel diyabet sapıtma eğilimi gösterir. Diyetle kontrol altına alamıyorsak, insüline başlayacağız" dedi. Ama nasıl olur, sadece 3 haftam kaldı filan dedim ama nafile. Sonuçta bebeğin sağlığı çok kritik. Düne kadar kimi ek önlemlerle diyeti zenginleştirerek, değiştirerek birşeyler yapabilir miyiz diye baktık ama maalesef başaramadık. Sonuçta dün akşam itibariyle insülin kullanmaya başladım. Dolmakalem gibi bir aparatla 8 mm'lik kıl gibi ve henüz vücuduma girdiğini bile anlamadığım bir iğne ile sabah - akşam insülin enjekte ediyorum. (Sen değil miydin doktor olmak isteyen, al sana doktorculuk fırsatı; tansiyon ölç, şeker tahlili yap derken şimdi de enjeksiyon)
Tabi bu durum hayatıma yepyeni bir boyut da kattı. Artık çok daha dakik yaşamak zorundayım. Tamam alman disiplini ile büyüdüm, dakik ve disiplinli olmayı severim ama bu kadarı da fazla.
Nedir fazla olan diyen varsa, kısaca aşağıdaki günlük planıma bir baksın lütfen.

Sabah uyanınca açlık kan şekeri ölçümü
7.45 İnsülin iğnesi
8.00 Kahvaltı (diyete uygun)
9.00 1. saat kan şekeri ölçümü yap, herşeyi not et, mutlaka fındık ceviz filan ye
10.00 2. saat kan şekeri ölçümü yap, herşeyi not et
Eyvah 9'da içmem gereken antibiyotiği unuttum, onu iç
10.30 ara öğün, 1 meyve
Oğlanın vitaminini vermiş miydim ben?
12.30 öğle yemeği
13.30 1. saat kan şekeri ölçümü, herşeyi not et, mutlaka fındık ceviz ye
14.30 2. saat kan şekeri ölçümü, herşeyi not et, 1 adet meyve ye
16.30 ara öğün, 1 kepekli tost
Ben kendi vitaminimi ve demir hapımı da içmedim bugün, hadi onları da iç
18.45 İnsülin iğnesi
19.00 Akşam yemeği
20.00 1. saat kan şekeri ölçümü yap, herşeyi not et, mutlaka fındık ceviz filan ye
21.00 2. saat kan şekeri ölçümü yap, herşeyi not et, 1 adet meyve ye
Saat 21'de içmem gereken antibiyotiği de unutma...
Oğlanın uyku saati gelmiş, seremoni başlasın, süt, masal, çiş, diş
22.30 Bir bardak süt iç

Yani zaten hamileliğimin son 2 haftasına gelmişim, kasılmalar var. Evet dün NST'de kasılmalarım çıktı. Doktorum dinlen dedi ama hayırlısı diyerek temkinli yaklaşıyorum ben. Zaten sinüzitim var 1 haftadır ne nefes, ne koku, ne tat alamıyorum. Doğru düzgün uyku uyuyamıyorum. Hareket edemiyorum. Hala araba kullanıp işe gidiyorum. Evet maalesef 1 hafta daha işe gideceğim. Tüm bu sıkıntılar yetmezmiş gibi, bir de şu dakik ve stresli beslenme programı beni iyice gerdi.

En fazla 2 hafta daha diye umud ederek kendimi teselli ediyorum. Sonuçta hayatı boyunca bu düzeni korumak zorunda olmak da var. Gerçi doğumdan sonra ne olacak peki diye sorduğumda Hatice Hanım; "Sen doğur 1 tabak baklava benden" dedi ama ardından da, "sürekli kontrol altında olacaksın" diye de ekledi.

Gel 5 Mart gel....!

Not: Bugün çok güzel, çok keyifli bir haber de aldım ama henüz daha çok erken diye şimdilik kendime saklıyorum, sadece çıtlatayım dedim :)))

Perşembe, Şubat 17, 2011

Hatırla Özlem!

Birkaç sene sonra olmaz ya, olur da e hadi üçüncü filan diyen olursa, sosyo-ekonomik ölçekte Sultan Süleyman mertebesine erişmiş bile olsam;
35-36 yaşına gelmiş ve ilk çocuğunu daha doğurmamış biri, çocuk sahibi olmak istediğinden bahsederse;
Yaşı kaç olursa olsun, çocuğu olup da kardeş düşünen ve önceki hamileliği çok kolay ve keyifli geçen biri olursa;

Hatırla Özlem! Ve gerekirse de hatırlat!

- Ruhun ne kadar genç olursa olsun, ya da sen kendini ne kadar enerjik hissedersen hisset (ki bu da bir kandırmaca) metal yorgunluğu gibi bir vücut yorgunlu var. Kemikle ve kaslar 25-30 yaşındaki muameleyi kaldıramıyor
- Her bir hamilelik kar taneleri kadar birbirinden farklı olabiliyor. İlkinde kelebekler gibi uçan kadın, ikincide salyangoz gibi sürünüyor.
- Bu kadın bir tane doğurdu, bunu doğurması lüks. Sırf kendi egosunu tatmin ediyor diye düşünenler olduğu için ilk hamileliğinde gördüğü ilgiyi arayan avucunu yalıyor
- Bu kadın bir taneyi sağlıkla doğurdu, büyüttü. Artık bunu da yapar nasıl olsa diyenler olduğu için kimse yardım da etmiyor. Kocan ve ailen dahil...
- Ay belimde bir sızı var deyip devrilip Tv karşısına yayıldığın o ilk hamilelik anları, tatlı birer anıya dönüşüyor. Zira evde her daim, ilgi, yemek, banyo...vs bekleyen bir minik yaratık oluyor.
- İlkinde "ay diyabet reçelleri alayım bari" diyerek sosyetik yöntemlerle savuşturduğun gebelik şekeri vakası, ikincide bir travmaya, ne yersen ye ekranda görünen yüksek kan şekeri değerlerine ve nihayetinde hergün vurulan insülin iğnelerine dönüşüyor.
- İlkinde "ay yatakta dönmek çok zor" derken resmen kapris yapıyormuşum. Bu sefer yatakta dönmeye acılı inlemeler, pelvis kemiklerinde çatırdamalar ve kalça kemiklerindeki can yakıcı ağrılar eşlik ediyor.
- "Ay eğilemiyorum, ayakkabımın fermuarını çeker misin hayatım?" cümleleri acıklı birer gülümseme eşliğinde anımsanıyor. Yerini "oğlum bir sabit dur, zaten zor eğiliyorum ayakkabını giydirirmek için" cümleleri alıyor.
- 4 sene önceki hamilelik fotoğraflarına bakınca, geçen 4 senede ve 2. hamilelikte ne kadar yaşlandığını/çöktüğünü/yıprandığını daha net görebiliyorsun.

Daha yazayım mı? Yok yok yazmiiim...
Hiçbiri de gerçek değil zaten, korkmayın. Doğurun siz, doğurun.
Haydi hep beraber süper anneler tımarhanesine...

Son inci :)

Bir Poyraz klasiği oldu artık, okuldan alırken hemen her akşam "anne bana yeni bir oyuncak aldın mı" diye soruyor. Kitap veya puzzle oyuncaktan sayılmıyor, ama Toy Box veya süpriz yumurta bile olsa seviniyor. "Hayır annecim almadım, sürekli oyuncak almam çok saçma değil mi?" deyince de doğal mızmızlanma zemini yaratılmış oluyor. Doğal diyorum zira, anneye naz yapmak oğlum için olmazsa olmaz birşey artık :)

Neyse geçen akşam yine doğal mızmızlanma zemini yaratıldı ve arabaya bindiği andan itibaren diyaloglar şöyle gelişti;

- Anne bugün eve misafir gelecek mi peki? (Oyuncak yok, bari arkadaş gelsin demek istiyor)
- Hayır oğlum, kış akşamı, ertesi gün okul var. Herkes evinde, yemeğini yiyip uyuyacak.
- Of çok sıkıcı, ben böyle olmasını istemiyorum
- ....
- Anneeee, anne, anneeeeeee
- (Ya sabır çekerek) Efendim oğlum
- Ben yarın okula gelmicem, okul da çok sıkıcı
- Okulun sıkıcı olduğunu düşünmüyorum, ayrıca ben işe gittiğim için sen de okula gitmelisin
- Anneanneme gitsem
- Olmaz anneannenin işi var
- Teyzeme gitsem
- Teyzen de çalışıyor
- Of hayat ne kadar da sıkıcı
- ....
- Mızır mızır........

Apartmanın otoparkına geldik, arabayı parkettik. Arabadan inmek istemedi, omuz silkti. Ben bu arada bininci ya sabırı çekiyorum. Yorgunum, hava buz gibi, karnım yerçekimine karşı koyamıyor, yağa kalktığım için yine tuvaletim gelmiş ve beyefendi yapabileceği her mızmızlığı yapıyor. Otoparktaki bir köşesi kalkmış kare taşın üstüne basıp zıplayınca pantolonum çamur oldu. Tabi o bununla çok eğlendi. Tekrar yapmaya çalıştı. Sonra kedimiz Zeytin'i aramaya başladı. Oysa ben bir an önce eve varmak için can atıyorum, önümdeki 4 kat gözümde büyüyor...

- Hadi annecim, bak eve gidelim çizgi film açalım, yemek yiyelim faaliyet yapalım, istersen banyo yapalım.... türünden akıl çelmelerle Poyraz'ı apartman kapısına kadar sürükledim. Kapıyı açtım ve kapıyı tutarak içeri girmesini sağladım.
Orda son mızmız bombası patladı.
- Heeee (ağlama ve mızmızlanma arası sahte bir ses tonu).... Kapıyı ben sana açık tutacaktıııım....
Ve Özlem'in de sabır bombası patladı o noktada
- Yeter artık Poyraz, sürekli birşey istiyorsun. Bence sen ne sitediğini de bilmiyorsun. Tek amacın mızmızlanmak. Ama ben çok yorgunum ve bu beni çok üzüyor. Anla artık dünya senin etrafında dönmüyor.
5 saniye duraklama...
- Peki kimin etrafında dönüyor?
- Hı? Gak guk..... Hadi eve çıkalım artık.
- Anne dünya kimin etrafında dönüyor.
- (Bezmişim) Kimsenin
- Ama sen bana daha önce dünyanın döndüğünü söylemiştin.
- (Offf nerden geldik bu noktaya, ağzım kurudu zaten) Yani oğlum hayatta herşey sadece senin istediğin gibi olamaz, onu demek istedim ben...
- Nedaaaaeeeen?

Ve Poyraz mızmızlanmaya kaldığı yerden devam eder :)))

Pazar, Şubat 13, 2011

Kozmonot Poyraz

Vicdan azabı çekiyorum, günah çıkarmak istiyorum sayın okuyucular!

3 gündür hasta yatıyorum. Evet resmen yatıyorum. Yattıkça yatasım geliyor. Cuma sabahı boğazım ağrıyordu, önce boğaz enfeksiyonu sandım ama sonra burnumdan nefes alamadığım için ve geniz akıntım olduğu için boğazımın tahriş olduğunu anladım. Üstelik o geniz akıntısı nedeniyle oluşan öksürük de cabası. Öksürdükçe pört diye doğuracakmışım gibi geliyor. Dün gece asıl sebep ortaya çıktı. Her kış başıma bela olan sinüzit illeti bu sene de beni ziyaret etmekten geri durmadı. Üstelik de doğuma 3 hafta kala :(
Bugün kafamın içinde bir ağrı bombası var gibi. Özellikle de yüzümün sol tarafı dolu. Bir takım mekanik sinüs boışaltma yöntemleri ve papatya buharı solumak dışında pek de birşey yapamıyorum.
Bunun dışında şekerimi de kontrol altında tutamıyorum son 1 haftadır. Özellikle kahvaltıda ne yersem yiyeyim acayip yükseliyor. Kahvaltıda yediğimin aynısını akşam yersem sorun olmuyor ama, bu nasıl iş anlamadım gitti. Neyse yarın doktorumuzu ziyaret edeceğiz anlaşılan bu şekerle ilgili. Arada sinüzit için de ne yapacağımı sorarım. Zira ilaç alıp iltihabı kurutmak mı iyi, yoksa bu şekilde idare etmek mi emin değilim.

Haaa itiraf bunun neresinde diyorsunuz değil mi? İtiraf şu. Hasta ve de ağzımı bile açamaz halde olduğum şu iki hafta sonu gününde, Poyraz'ın abartarak çizgi film seyretmesine izin verdim. İtiraf ediyorum, işime geldi. Hele şu anda, Ponyo'dan sonra, bir de Küçük Dinazor İmpy'yi seyrediyor. Tamam bu akşam başka çizgi film yok ama dedim.

Bir çocuklu ve hamile iken hasta olunca böyle oluyorsam, iki çocuklu ve hasta olunca ne yapacağım kimbilir.

Ooof of...

Perşembe, Şubat 10, 2011

Kızımızın adı ne olacak?

Hemen söyleyeyim, Lidya Mira......

Mira, daha Poyraz zamanından beri benim kız ismi alternatifim idi. Lidya da babasının tercihi.

Mira isminin hangi anlamlara geldiğini de yazayım. Çünkü her duyan anlamı ne diye soruyor. Siz hangi anlamını sevdiyseniz onu hatırlayın artık :)

Mira;
* Astronomide dev bir kızıl yıldız.
Mitolojide de bu yıldızın geceleri yunuslara yol gösterdiğine inanılıyor. Bu yıldızın, her altı ayda bir parlaklığı 100 kattan daha fazla değişir. Güneşten 250 kat fazla ışıma yapar.
* Eski likya kentlerinden birinin adı. Batı Anadolu'da Arzawa Krallığı'nın Hitit İmparatorluğu tarafından yıkılması ile ortaya çıkan, yarı özerk, Apasa (muhtemelen Efes) başkentli krallık (yaklaşık M.Ö. 1315-1190).
* İspanyolca BAK anlamındadır
* Latince’de ’harika’ anlamına gelir
* Hintçe'de hem sevgili, hem okyanus
* Lazca sima anlamında
* Karaçay Türkçe'sinde prenses
* Rusça'da barış
* Arnavutça iyi demek
* Osmanlıca "Başkasının sözüne itiraz edip mücâdele etme"
* Kırgız Türkçesinde dünya
* Yunanca Kader, Talih
* İsveççe karınca...

Yok mu artıran?

Son 1 haftadan derleme


Bir ara iyi gidiyordum di mi? Sık sık yazdım, hatta aynı gün içinde 2 yazı yazdığım bile oldu. Sonra yoğunluk ve yorgunluk bir arada yine alakoydu beni yazılarımdan :)

Neyse ben de bir derleme yapayım dedim.
Kızımdan başlayayım. 34 hafta 4 günlük olduk. Pazartesi doktor kontrolündeydim, 2,418 kg olmuş. Herşey yolunda idi. Tabi Poyraz doktorum yine onu karnımdan çıkartmayınca çok bozuldu. Her muayenede heyecanla kardeşinin çıkmasını bekliyor.
Kızımız da pek nazlı, henüz yüzünü bize hiç göstermedi. Ya arkasını dönüyor, ya da elleriyle yüzünü kapıyor. Nasıl birşey çıkacak çok merak ediyorum.
Odası %95 hazır durumda. Babasının odadaki kendine ait dolapları boşaltmasını ve daha hafif ve küçük bir lamba takmasını bekliyoruz sadece.
Dün akşam hastane çantasını da hazırladım. Resmen üstümden yük kalktı.
Bu arada sezeryan tarihi yine değişti. Ben her ne kadar aksini yapmaya çalışsam da, sezeryan için doktorumuza ve bize ancak 5 Mart uydu. Yani erkenci davranıp bir süpriz yapmaya kalkmazsa, kızım da abisiyle aynı gün doğacak :)
Kızımızın adı da belli oldu, nihayet karar verdik. Ama bu bir sonraki postun konusu olsun :)

Abimiz kardeş ve 4 yaş yaklaştıkça bir hallere girdi, daha önce de yazmıştım. Ama bu hallerde kardeşin payı "henüz" düşük. 4 yaş tripleri diye bir dönem olduğunu, yaşadıklarımızı yana yakılarak anlattığım arkadaşlarımın hemen hepsinin benzer süreçlerden geçiyor olduklarını gördükten sonra anladım. Bir inat, bir mızıkçılık ki sormayın. Ama aynı zamanda da olabildiğince şekerler.

İşte size Poyraz'dan son inciler

- Anne biz üçgen bi aileyiz ya, kardeşim olunca da kare mi olucaz?

****

Pazar akşamı yemek sofrasında Poyraz'la fena kapıştık. Sofraya gelmicem, yemek yemicem, babamın telefonu ile oynicam, sofraya oyuncak getircem işte bana ne, bana ne....
- Bak Poyraz! dedim. Bu şekilde davranmaya devam edersen, sana jelibon vermem (o gün marketten büyük bir heyecanla şeker aldı ve yemekten sonra yemeyi heyecanla bekliyordu), yarın sabah da çizgi film seyredemezsin.
Birkaç kez beni ikna etmeye çalıştı. Baktı ki başarılı olamıyor, babasının kucağına çıktı ve "baba bana şekerleri sen verir misin?" diye fısıldadı.
Babası da "olmaz oğlum, annen bana kızar sonra, kavga ederiz" deyince, babasının kulağına iyice yapışıp elleriyle de ağzını kapayıp birşeyler dedi. Ben duymadım ama babasının patlattığı kahkaha ve ardından gelen gülme krizi ile ilginç birşey söylediğini anladım.
Aynen şunu söylemiş; "boşver baba, sen bana şekeri ver. Ben şekeri yerken siz de annemle bağrışırsınız işte"

Bizim kavga ediyor olmamız umurunda bile değil küçük bay pragmatistin... :)))

Bunların dışında da sürekli birşeyler yumurtluyor küçük afacan. Daha uzun şarkıları ezberleyebiliyor ve keyifle söylüyor. Çocuk şarkıları dinlemeyi seviyor. Hala resim ve boyama yapmaktan nefret ediyor. Yaşını soranlara ısrarla 3,5 diyor, 4 olmak istemiyormuş. Apartmana gelen fatuıraları şapkasına doldurup, kapı kapı dolaşıp postacılık yapıyor.
Her gördüğü şeyi kardeşine almak istiyor. Aynısından bir tane de kendisine alınması şartıyla :)

Bizden son havadisler bu kadar. Aslında aklımda birkaç şey daha vardı yazıya başlarken ama bu aşamaya gelene kadar unuttum. Hatırlayınca yazarım...


Salı, Şubat 01, 2011