İki çocuğun tanışıp, kaynaşması için gerek ve yeter cümle bu; "oynayalım mı?"
Zaten arkasından hemen oyun başlıyor. Doğaçlama kendiliğinden. Parkta, sokakta, markette, 30 saniyede ne dostluklar kuruluyor inanamazsınız. Geçen annemlerin orda, mahalle içinde bir tuhafiyeciye girdim. Naylon çorap bakıyorum, bir yandan da telefonla konuşuyorum. Bu sırada Poyraz dükkan sahibinin 8 yaşındaki oğluyla arkadaş olup saklambaç oynamaya başladı, avuç içi kadar yerde. Ben çorapları seçtim, telefonu kapattım. Dükkan sahibi kadınla biraz sohbet ettim. Hadi oğlum gidiyoruz dedim, aha dünya başına yıkıldı sanki. Ama daha yeni "dost" olmuşlarmış, oyuna daha yeni başlamışlarmış, hem daha hiç o kazanamamış, arkadaşına doyamamış. Eve gelene kadar söylendi.
Cumartesi dışarı çıktık. Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin çocuk parkında bebeklikten beri arkadaşı olan Güneş ile Ali'yi buldu. Saatlerce oynadı. Ordan çıktık, alışveriş yaptık, beyefendiye çok istediği ışıklı spor ayakkabıları aldık. Sonra apartmanın otoparkında da en az 1 saat oynadı. Ben eve girdiğimde yorgunluktan yığılmak üzereydim. Kalan son enerjimi de sürünerek akşam yemeğini hazırlamak için harcarken, Poyraz geldi. - "Anne benimle monopoly oynar mısın?"
"Oğlum gerçekten çok yorgunum, saatlerdir dışardaydık. Bir sürü arkadaşınla oynadın. şimdi biraz kendin oynasan?"
"Baba, benimle monopoly oynar mısın?"
"Oğlum bak kardeşinle ilgileniyorum. Hem o bizim oynamamıza fırsat vermez, mğdahele eder"
"Ooof, madem benimle oynamayacaktınız, en az iki kişinin oynayabileceği oyunları neden aldınız?"
Haklı aslında. Bir süredir onunla ne oyun oynayabiliyorum, ne uzun uzun sohbet edebiliyorum, ne faaliyet yapıyorum, ne de kitap okuyorum. Sabah 7'de servise binip, akşam 7'de evde olunca ağzımı bile açmaya halim kalmıyor doğrusu.
Bu akşam, metrobüsle döndüm eve. Onu okuldan bile aldım. Beraber sohbet ederek eve geldik. "Hadi annecim sen oyna ben kardeşine yemek yedireyim, sonra da biz yeriz" dedim. Küçük plastik hayvanlarını ortaya döktü, ama görmeniz lazım 50 tane filan vardır. İçinden balıkları ayırdı, onlarla oynayacakmış. Bizim yer cücesi onca oyuncağı bırakıp, sürekli abisinin elindekileri almaya çalıştı. çocuk her istediğini verdi ama eline başka ne alırsa alsın, Mira'nın hışmından kurtulamadı. En son artık "annecim biraz sessiz oyna, çok eğlendiğini görmesin. Belki o zaman vazgeçer" dedim. Bıraktı herşeyi ve oturdu. "Eğlenmeyeceksem oynamanın ne anlamı var ki anne" diye. Haklısın oğlum dedim, sen oyna ben kardeşini oyalarım.
Ah şu çalışan anne olmak, yürek ağrısı oluyor çocuklarına vakit ayıramamak. Babalarıyla olduğunu bilsem de, gözüm hiç arkada kalmasa da, "sabah giderken beni öp anne, ben seni çok özlüyorum" diyen bir çocuğa "senin için çalışmak zorundayım" demek ne kadar anlamsız, ne kadar beyhude....
Tek istedikleri var, oynamak :)
Hayalim: Mira büyüyecek, abisiyle güzel güzel oynayacaklar. Umarım!