Pazartesi, Mayıs 17, 2010

Vakit ne çabuk geçiyor

Bu sefer o kadar da oğluştan bahsetmeyeceğim. Biraz da benden...
7 dakikam var, sonra saçlarımı yıkamam lazım. Hayatımda ilk defa kendi kendime saçlarımı boyadım da :) Bakır rengine boyatmıştım, ama oğlum 1 aydır hergün, anne siyah daha güzeldi deyip duruyor. Veto yedik anlayacağınız. Neyse işime de gelmedi değil, öyle her ay gidip dip boyayla filan uğraşmak hiç bana göre değil.
İstanbul'a bahar gelmeden yaz geldi diye başlayacaktım aslında bu yazıya. Kaç gündür niyetlenip, yazmayı beceremiyorum. Ama yaz gitti, neredeyse sonbahar geri geldi, rüzgar yağmur... Hatta daha da soğuyacakmış hava. Neyse soğusun. Ben en çok İstanbul'un baharını seviyorum zaten.
Ne zaman 17 Mayıs oldu anlamadım. Sanki bu aralar bir ayın 1'i oluyor, bir 15'i... O kadar hızla akıyor ki zaman. Kışlıkları kaldırdım, yazlıkları çıkardım. Halıları da kaldıracağım. Park bahçe sefaları, akşam gezmeleri de başladı. Oh be... (İtiraf edeyim, kış seni pek sevmiyorum:))
Geçen hafta sonu, Edirne'ye gittik 4 çift, 2,5 çocuk. Çocuklardan biri henüz annesinin karnında idi. İlk defa gittim, çok yeşil ve güzel bir kentmiş. Önünde kuyruk olan, küçücük bir yerde ciğer yedik. Nefis birşeydi. Hatta yemez diye düşünmeme rağmen, Poyraz da bol bol yedi. Sonra da Meriç kıyısında kahve içtik.
7 dakikam doldu bile. Resimleri de ekleyip bitiriyorum bu seferlik.