Salı, Ağustos 31, 2010

Olacağı varsa oluyor, sakınan göze çöp batıyor işte

30 Ağustos ile birlikte uzatılmış olan hafta sonu tatilimizin son gününü piknik yaparak geçirmek isterken, hastanede geçirmek zorunda kaldık.

Ne güzel arkadaşlarımız ve onların çocuklarıyla kalabalık bir şekilde Yakacık tarafında bir piknik alanına gitmiştik. Hemen yanımızda güzel bir çocuk parkı vardı. Tabi ben de, Tonguç da ortalık yeterince güvenli mi, çocuk parkındaki oyuncakların demiri sağlam mı, çocukların düşük bir yerlerini incitebilecekleri bir yer var mı, etrafta çukur filan var mı diye kabaca gözle bir araştırdık. Hatta kaydıraktan kayarken takılıp düşmesinler diye tam kaydırağın önünde duran bir taşı babası ayağıyla kaydırağın altına itince, gülerek "bu kadar da kontrollü olma" demiştim.

Çaylar içildi, mangal hazırlıklarına girişildi. Bir grup plastik topla yakantop oynamaya başladı. Ben de tam fotoğraf makinesini alıp resim çekecektim ki, olan oldu. Benim oğlum da babasıyla beraber top oynamak istemiş ama babası küçücük oğlumun arkasında olduğunu görmeyince çarpmış ve beraber düşmüşler. İlk gördüğüm manzara Poyraz'ın ağlayarak kolunu tuttuğu idi. Eyvah dedim, kolu kırıldı. Yanına gittiğimde babası sarılmış, sakinleştirmeye çalışıyordu. Arkası bana dönüktü ve ensesinden aşağı akan kanı görünce çok korktum. Neyse ki yanımızda doktor vardı, hemen Hüseyin tampon yaptı. Bu arada Poyraz'ı sakinleştirmeye ve kolunda bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Bir müddet tampon yaptıktan sonra Hüseyin, dikiş atılması lazım dedi. Hemen hastaneye gittik. Sonuç; 3 dikiş, kafatasında doktorların önemsiz bulduğu bir minik çatlak, çizilmiş bir kol. Neyse ki tomografi sonucu da iyi çıktı da, kısmen sakinleşmiş bir şekilde piknik alanına geri döndük.

Poyraz bu olaydan ders aldı mı, hayır :) Anında parkta koşup oynamaya devam etti, kaldığı yerden.
Sanırım çocuk olmanın en güzel yanı bu. Bu tür olaylar bir travmaya dönüşmeden atlatılıyor. Babasıyla benim durumum daha vahim. O kadar gerilmişiz ki. Oysa konuşurken ne kadar kolay, olacak böyle şeyler. Çocuk dediğin düşe kalka büyür...vs. Ben ki 6 aylık ve 2 yaşında 2 kere kolumu, 5 yaşında bir kere ayağımı kırmışım. Biri 4,5, biri 12 yaşında alınmış 2 kafa darbesi sonucu kafamda dikiş izleri var. Yine de çok korktum işte.

Diyeceğimi başlıkta dedim zaten. Bunlar geçici ve atlatılır dertler. Hepinize ve kuzulara sağlıklı günler diliyorym...

Cuma, Ağustos 27, 2010

Kamp attık...

Yukardaki resmin yazının anafikriyle bir ilgisi yoktur. Sadece cips nasıl yenir görün istedim :)

Evet geçen hafta sonu kamp attık. (Azıcık ukalalık edeyim ama itiraf da edeyim; ben de yeni öğrendim. Kamp kurulmazmış, kamp atılırmış)

Herşey dağ keçisi arkadaşımız Elif'in bizi dürtmesiyle başladı. Elif'le 2005'teki Trans Kaçkar turunda tanışmıştık. O zaman da Elif, rehberlerden önce tırmanan ve asla yorgunluk belirtisi göstermeyen biriydi. Hala da öyle. Eşi Taner zaten mi böyleydi, yoksa evlenince o da mı keçileşti bilemiyorum tabi :)

Neyse biz de bu bir gecelik kamp meselesine hemen tav olduk. Kırklareli'nin Saray ilçesine bağlı Kışlacık Köyünden gidilen toprak bir yolla ulaştık Poliçe Koyu'na. İnanılmaz güzel yerler, yemyeşil ormanlar, dereler, göller... 3 araba Saray'da buluştuk. Toplam 12,5 kişi. Poyraz'ı yarım saydılar :)

Ramazan ayı olduğu için oturup bir çay bahçesinde bekleyemeyiz diye düşünmüştük ama öyle değil. Herkes inanılmaz güleryüzlü, yardımsever. İçki dahil herşeyimizi rahatlıkla aldık. Oturup çayımızı içip, böreğimizi de yedikten sonra kamp yapacağımız koya doğru yola çıktık.

Kışlacık Köyü'nün sevimli muhtar amcası bize birer çay ısmarladıktan sonra yanımıza motorlu bir amcayı eskort verdi. O olmasa hala Poliçe Koyu'nu arıyor olabilirdik.

Poliçe Koyu elektrik ve suyu olmayan, tamamen ilkel koşullarda kamp yapılabilecek bir yer. Buna rağmen yaz aylarında haftalarca kalan aileler bile oluyormuş. Koyun bir ucunda bir tuvalet var ama bizim kaldığımız yer tuvalete o kadar uzaktı ki, doğal yollarla hallettik işimizi. Koyun diğer ucunda da bir çeşme varmış ama ben oraya gidemedim, arkadaşlar sağolsun bulaşık yıkama, su taşıma işlerini hallettiler.

Kamp olayı en çok Poyraz'ın hoşuna gitti tabi, hiç dönmek istemedi. Yıldızların altında kucağımda uyudu, çadırda uyandı. Longozda kurbağa avladı. 12 tane sevimli abi ve ablanın kucağından inmedi.

Kamp benim için de komik bir deneyim oldu. Komik diyorum çünkü kamp yapmayı bilmek diye birşey var. Keyifliymiş :) Herhalde artık 2 oda, 1 salon bir çadır alır öyle devam ederiz maceralara...

Babasının telefonundaki haritadan yolu takip eden Poyraz
***

Yolda karşımıza çıkan bir baraj gölü, durup fotoğraf çektirmek ve temiz havayı içimize çekmek istedik
***

Daha ilk dakikada bir sopa buldu Poyraz ve kampın sonuna kadar onu elinden bırakmadı
***

Kamp olayını abarttık. Sadece 1 gece için o kadar çok yiyecek almışız ki, birçoğu yenmeden geri döndü.
***

Poyraz babasına çadırı kurarken yardım ediyor
***

Sonra da girip bizzat test etti olmuş mu diye :)
***

Çok güzel bir kumu çok geniş bir sahili var. Bizim şansımıza hava çok rüzgarlı idi, denize giremedik. Ama rüzgar sayesinde de sineklerden korunmuş olduk.
***

Uzun uzun oynadı kumlarla, ama yol yorgunluğu yüzünden okunuyor değil mi?
***

Yorgunluğu atmak için biraz kestirdikten sonra çadırın içinde uyanmış, beni bekleyen Poyraz
***


Akşam sefası, çaylar içildi, çekirdek ve meyve yenildi, keşfe çıkıldı
***

Elif abla ve Taner abiyle birlikte longozda kurbağa avladık
***

Yakaladım anneeee!
***

Gene kaçtı yaaa...
***

Bütün gün çayır çimen koştu durdu. Deniz ablasıyla beraber gizli yerler keşfetti.
***

Ertesi gün, kahvaltı sofrası. Benim aç kuzum sofranın ilk ziyaretçisi. Ama henüz yemek hazır olmadığından, eline geçirdiği tarhana kavanozunun içindeki çiğ tarhanaları yemekle yetindi bir süre :)
***

Babasının ellerini yıkamasına bile yardım etti benim oğlum
***

Kahvaltı sonrası keyfi öğleye kadar sürdü, biz dönüş için yola çıktığımızda onlar hala yayılmış keyif yapıyorlardı.
***

Karpuzu böyle yemek ne güzelmiş anne!
***

Beni merak edenlere not: Ben ve karidesim iyiyiz. 13 Eylül'de doktora gidince son durumdan haberdar olacağız.

Perşembe, Ağustos 12, 2010

Herşey mi kokar?

Hatırlamıyorum Poyraz'a hamileyken de böyle miydim? Ama yok, öyle olsa kesin hatırlardım. Hayatım boyunca hep koku hassası oldum fakat bu başka. Herşey ama herşey kokuyor, kendim bile kendime kokuyorum. Evin içi kokuyor, araba kokuyor, insanlar kokuyor, içtiğim çay, yediğim her yemek kokuyor. Kendime bir yemek yapıyorum, kokuyor. Bir daha yiyemiyorum. Dolapta 3 tencere yemek var, 1'er porsiyonu yenmiş, gerisi koktuğu için kalmış. Dökemiyorum, çünkü kokuyor. Pazar günü Tonguç dönünce, ona döktürücem.
Her yer kokuyor. Güzel kokular bile korkunç geliyor. Parfümüm çantamda kalmış, çantam kokuyor. Nasıl rahatsız edici.
Kokusuz bir deodorant buldum da, kendi kendime kokmaktan kurtuldum. Su iyi geliyor, kokusuz çünkü. Yoğurda tahammül edebiliyorum. Ekmeğe de öyle. Yoğurt ekmekle ne kadar idare edebilirim. Az önce yeşil elma yedim. Normalde bayılırım. Bu seferki pek iyi değildi sanırım.
Midem bulanmıyor, içim kalkıyor. Aklımı o kokudan ayıramıyorum. Yanıma birisi gelse acaba kokuyor mudur diye düşünüp, kokluyorum...
Offf ne kadar yanlış bir yazı yazdım di mi? Çok ayıp! Arkadaşlarım, valla rahatsız edici kokmuyorsunuz. Sorun bende :) Neyse ki öyle parfüme bulanan pek kimse yok etrafımda, kokusuz arkadaşlarımı çok seviyor ve de teşekkür ediyorum.
Ne zaman geçecek bu durum, böyle saçma bir gebelik hadisesi var mıdır?
Sadece ama sadece oğlum güzel kokuyor, fırından yeni çıkmış vanilyalı, tarçınlı kurabiye gibi. Valla öyle, oğlum olduğundan değil :P

Pazartesi, Ağustos 09, 2010

8+1

Bugün doktora gittim tekrar. Nihayet 1,5 cm'lik minik üzüm tanesini kalbi de atarken ve de normal boyutlarına erişmişken görmeyi başardık. Artık miniğim geriden gelmiyor, normal zamanını yakalamış durumda. Doğum tahmini 20 Mart'ta. Bir balık daha geliyor.

İkinci hamilelik benim için kimi açılardan ilkiyle oldukça benzer olmakla beraber, kimi açılardan da oldukça farklı. Aslında hamileliğin gidişatı açısından bir fark yok. Yine ne bulantı, ne kusma var. Ama hamileliğin "sosyalliği", "motivasyonu" ve "duygusallığı" açısından çok fark var.

* İlkinde hamile olduğum aklımdan çıkmazken, şimdi soran olursa hatırlıyorum
* İlkinde internette ne kadar site, forum varsa hergün saatlerce dolaşıyorken, şimdi bir siteden gelen hafta hafta hamilelik bülteniyle yetiniyorum
* İlkinde asla çay içmiyorken, şimdi sabahları 1 bardak içiyorum
* İlkinde Arkun'u bizim evde ultrason cihazıyla birlikte bizimle beraber yaşamaya ikna etmeye çalışırken, şimdi bir sonraki kontrolü 1 hafta ötelemesine göz yumuyorum
* İlkinde hamile olduğumu öğrendiğim andan itibaren yüzüstü yatmamışken, şimdi(lik) güzel güzel yüzüstü yatıyorum
....

Ben buna olgun annelik diyeceğim, tecrübeli değil. Çünkü her çocuk ayrı bir deneyim oluyor bunu biliyorum. Ama en azından başıma gelmesi kesin olanları kestirebildiğimden konuya daha rahat, daha sakin ve daha az korkuyla yaklaşabiliyorum.

Yarın sabah standart kan tahlillerini yaptıracağım. Ve artık folik asiti bırakıp, vitamine başlayacağım. Tatlandırıcı içeren herşeyi de hayatımdan çıkardım. Daha çok süt içiyorum, taze ceviz, limonlu dondurma ve peynir yiyorum. Kilometrelerce öteden her tür kokuyu alabilirim gibi hissediyorum. Herşey ama herşey kokuyor. Kimisi güzel, kimisi korkunç ama herşeyin kokusu var. Bunun dışında normal yaşantıma devam ediyorum. Oğlumu kucaklıyorum, fırsat buldukça dinleniyorum ve başıma gelecekleri bir bilge edasıyla karşılamaya hazırlanıyorum.
Sanki başka şansım var :))))

Neyse işte şimdilik bizden haberler bunlar. Daha fazla yazamayacağım çünkü hazır çok uykum gelmişken hemen yatmak istiyorum. 130 yılın en sıcak yazı nedeniyle dün gece pek uyuyamadım da üzerinize afiyet...

Pazar, Ağustos 08, 2010

2010 Avşa

2010 Avşa tatilimiz de bitti. Hatta planlanandan birkaç gün daha kısa sürdü, çünkü Poyraz güneş alerjisi oldu. Her tarafı kızarıp, kaşınmaya da başlayınca mecburen cuma günü dönmek zorunda kaldık. Aşağıdaki ilk iki resim tatilin kalanını güneş almadan evde geçirirken oyun hamuruyla yaptıklarımızla ilgili. İlk resimdeki oğlumun benim için yaptığı özel bir pasta. Kalan resimler sondan başa Avşa tatilimizden. Fazla söze gerek var mı?