Soğumadan, sakinleşmeden yazayım. Çünkü bence en ciddi sorunum bu. Unutuyorum sonra. Unutunca, üstünü örtünce veya önemsemeyince birikiyor, kireç taşı gibi kat kat, kabuk kabuk bir taşa dönüşüyor. Sallamasam, umursamasam tamam da, dert ediyorum işte ne yapayım.
Yalnız değilim, birçok anne hatta neredeyse çalışan annelerin tümü benim durumumda biliyorum. Olsun yine de yazıcam, bu benim blogum. İstemeyen okumasın. Ben sonra geri dönüp baktığımda okumak istiyorum.
Ben nasıl iyi bir anne olabilirim ki? İyiden kastım mükemmel değil, yeterli ve sağlıklı. Böyle birşey nasıl mümkün olabilir ki? Çişi gelen, susayan, canı sıkılan, morali bozulan, hasta olan bana geliyor. Çocuk onlar, annemin çayı sıcakmış, soğuyacakmış diye düşünmez ki. Kahvaltının en keyifli yerinde, tam da yumurtanın sarısına sıcak ekmeği bandıracakken kakası geliverir. Haa bu kısmı dert değil yahu, Anneliğin keyifli müşkülatları bile denebilir. Ama sabah olmuş, biri mızmız, diğeri hasta 2 çocuk toparlanacak ve anne sabah 9'daki toplantıya yetişecek dendiğinde tüm saçmalıklar kuyruğuma takılıveriyor.
- 2 yaş krizinin umuyorum ki son demlerini süren kız, okula götüreceği oyuncakları 10 farklı kombinasyondan sonra belirliyor. Her kombinasyondan sonra arı vızıltısı ile eşek anırması arası kesintisiz bir sesle mutsuzluğunu dile getiren çoocuuum hafiften cinlerime de çağrı yapıyor.
- Oğlum kalk, oğlum ayağına çorap giy nidalarına eşlik eden gümbür gümbür öksürük sesi de üstüne tuz biber ekiyor. Patlamış mısıra dönmüş bademcikler ve hızlıca alınan bir doktor randevusunun ardından duyduğum cümle ise muhteşem; "tüm hafta sonu sokakta mı gezdiniz, üşütmüşsün çocuğu". Hele ki bunu diyen 5 gündür şehir dışında ruhen ve bedenen kendine hard reset atmış biriyse iyice batıyor valla. Heee üşüttüm, bayılıyorum hasta olmalarına. Buzda yatırdım çıplak. Her ikisinin de gönlünü edeceğim diye uğraşmaktan sırtıma saplanan bıçak acısını kiminle paylaşayım peki? Yut kızım...
- Elinde oyuncak torbası mutlu mesut gezen ayağımın altında dolanan kızımın "hadi gidelim" türküsü eşliğinde giyinme, saç toplama ve ablaya bir de mercimek çorbası yapmasını rica etmek için not yazma, çamaşır makinesini çalıştırma, kapıdaki sütleri buzdolabına koyma, oğlanın yiyeceği balı unutmasınlar diye masanın üstüne çıkarma, o anda farkedilmiş bir taze uçuk için ilaç arama, bulma, sürme, ilacı kaybetme, tekrar arama ve tekrar bulma işlerini yaklaşık 3 dakikaya sığdırıp kendimi ve kızı kışlık modelde giydirip kendimi kapının önüne atıyorum.
- Laptop çantası, kızın sırt çantası, kızın çantaya değil, ayrı bir torbaya koymak istediği oyuncaklar, kızın okuldaki nevresimleri olan torba... hepsi tamam. Poyraz'ı öpüp kapıyı çekip çıkınca işin yarısı bitiyor. Hadi annecim, geç kaldım ritüeline ilaveten "ben zıp zıp incem, elimi gutma", "beni çucaaana al, ayaklarım kok aaarıdı", "ben kedi sevcem" ..vb milyon tane, dışardan bakınca gülümsetip "çocuk işte" dedirtecek ama bizzat yaşayınca delirtebilecek naz niyaz eşliğinde 4 kat iniliyor ve arabaya biniliyor
- Otopark çıkışını engelleyen araba günümün olmazsa olmazı. En kallavi küfürümü daha sabahın ilk saatlerinde sallamak suretiyle tüketiyorum.
- Okula geldik. 16 kere sarılıp öpmek isteyen çocuk izin verdiği sürece günlük bilgilendirmelerimizi karşılıklı yapıp kendimi arabaya atıyorum.
- Artık gaza basma zamanı, zira yetişmem gereken bir toplantı var. Oh yollar açık neyse ki. Yan koltuğa gözüm gidiyor. Laptop çantası burda ama omuz çantam yok. Kaynar su geliyoooorrr.. Evde de unutmuş olabilirim, kızın eşyaları ile birlikte okula da vermiş olabilirim. Neyse ki son dakikada aldığım doktor randevusunun ardından elbisemin cebine attığım telefon var. Evi arıyorum, evet çanta orada. Aramışken oğlana bal verileceğini de bir kere daha hatırlatıyorum. Geri dönemem, bu saatten sonra o saçma köprü trafiğine girip geri dönemem.
İş telefonum yok. Masa telefonumdan arasınlar.
Ehliyetim yok. Umarım gerekmez.
Anahtar, kredi kartı, kimlik ve bir küçük telefon cepte.
Eh bu kadarı ile idare edebilirim..
İşte şimdi burdayım. Oh yazdım rahatladım valla...