Salı, Ekim 03, 2006

Bir masal...


Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde ülkenin birinde bir kız yaşarmış. Bu kız bir dağı kucak bellemiş, yaşayıp gidermiş. Bu kızın çok elbisesi varmış. Güçlü kadın, güzel kadın, iyi anne, hayırlı evlat ve daha birçok giysisi. Kız bu elbiselerini çok önemser, birçoğunu hiç üzerinden çıkarmazmış.
Kız dağa “dağ” dermiş, dağ ona gülermiş. Kız ona “dağ” dedikçe, dağ daha çok gülermiş. Kız dağın gülmesine sevinirmiş. Dağ onu gölgesinde saklar, pınarlarından su verir, meyveleriyle beslermiş.
Kız dağa “dağ” demeye devam etmiş. Dağ kızı küçümsemiş. Kız üzülmüş ama gene de dağa “dağ” demeye devam etmiş. Dağ gittikçe daha acımasız gülüyormuş, kız da gittikçe daha çok üzülüyormuş. Kız dağa “dağ” demeye devam ettikçe, dağ da kızı üzmeye devam ediyormuş. Kız bu durumu hiç anlamamış. Çok üzülmüş, daha çok üzülmüş...
"Ama..." demiş kız, dağ gülmeye devam etmiş, "lütfen..." demiş kız, dağ onu duymamış bile.
Güneş doğuyormuş, güneş batıyormuş... Kızın canı çok acıyormuş. Kızın derisi kurumuş, dağın estirdiği sert rüzgarlardan. Gözlerini açamıyormuş, etrafında dönen kum ve topraktan. Dudakları çatlamış, konuşamaz olmuş dağın soğuğundan.
Kız yükseklerden eteklere inmeye başlamış. İndikçe inmiş, inerken ağlamış. Yürümüş, yürümüş... O kadar uzaklaşmış ki, dağın sesi artık gelmiyormuş. Yürüdükçe daha çok üşümüş. Dolaptaki en kalın elbisesini giymeye karar vermiş. Çoktandır giymiyormuş. Çok ağırmış bu elbise, zırh gibi. Soğuğu geçirmez ama taşıması çok zor. Kız o kadar üşümüş ki, dayanamamış ve elbiseyi giymiş. Artık en azından içi titremiyormuş. Bu elbisenin adı: “yalnız kadın”mış.