Cumartesi, Aralık 27, 2014

Neden Hadihamyap?

Konuyla alakasız bir giriş yapacağım ama, kusura bakmayın artık. John Lennon'ın sözünü anmasak olmaz; "hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir"

Gerçekten de öyle; hafta başından beri Sevgili Hadihamyap ile ilgili yazayım diyordum ancak yaşanan kimi can sıkıcı durumlar nedeniyle motivasyonum neredeyse sıfıra düştü.

Sonra düşündüm, besin yoluyla aldığı bir bakteri nedeniyle bizi çok üzen minnacık bir kuzumuz varken, sağlıklı beslenmeye biraz daha dikkat etmeliyiz. Ve yazmaya karar verdim...

Geçtiğimiz Pazar Hadihamyap'ın doğum gününü kutladık. Tam 1 yıl önce, bordro mahkumu, sekizbuçuk-beşbuçuk mesaisi ile çalışan 2 anne, Filiz ve Dalya çocuklarına yaptıkları güzel atıştırmalıkları başka çocuklar için de yapmaya karar verdiler. Ne de güzel yaptılar. Bu keyifli günde neler öğrendiğimizi sevgili Girne blogunda pek güzel anlatmış, tekrar etmeyeceğim.

http://www.anneceyansimalar.com/2014/12/hadi-ham-yap.html


Hadihamyap'ı farklı kılan ne peki?
Neden bu yazıyı yazıyorum?

Birincisi; Hadihamyap bizlere sunduğu her üründe o kadar özenli ki, anlatamam. Unun en kalitelisi, sütün en katkısızı, kuruyemişlerin en ilaçsızı, meyvanın en organiği, zeytinyağının en safı... Şekeri bile doğalını Türkiye'de bulamadıkları için yurtdışından getiriyorlar...

İkincisi, iki anne, iki çalışan anne, iki çalışan ve girişimci anne her zaman desteklenmelidir. Yolunuz açık olsun kızlar...


Üçüncüsü; Filiz benim canımdır. 


Dördüncüsü ve belki de en önemlisi, bir misyonları var. Amaçları satıp para kazanmak değil. Aklı başında, azıcık eli hamura, una bulaşmış herkes, harcadıkları emeğin, ürünlerin bedeli için biçilen fiyattan kat kat fazla olduğunu bilir. Toprak anaya güveniyorlar, doğala dönmek istiyorlar. Bu uğurda her çalan telefona yanıt veriyorlar, tedarikçilerini titizlikle seçiyor, seçtikleri tedarikçileri herkesle paylaşıyorlar. Nasıl yaptıklarını saklamadıkları gibi, ellerindeki malzemeyi de teşvik amaçlı paylaşıyorlar.

O etkinlikten aldığım 60 gr ekşi maya, büyüdü, büyüdü koca bir kavanoz ekşi maya oldu. Bir kısmı yarın sabah ekşi mayalı, tam buğday unlu poğaça olarak soframıza gelecek mesela. Nenemizin elinden çıktığı zamanki gibi.

Bu iki kocaman yürekli, becerikli kadının en büyük arzusu, kendilerine birçok rakip çıkması.
Olabildiğince çocuğun doğal beslenmesi, doğal tarıma dönülmesi.
Hangimizin arzusu bu değil ki. Öyleyse hep beraber Hadihamyap, tamam mı?



Not 1: Bize harika çaylar tattırdılar. Mavi çayı daha önce hiç duymamıştım mesela.


Not 2: Kefirin çok keyifli 2 formunu tattım. Bu sebzeli versiyonuna bayıldım. Çocuğum kefir içmez demeyin, yaratıcılığınızı kullanın.


Pazartesi, Kasım 10, 2014

Pati'miz geldi..


Ailemizin yeni üyesi Pati'yi blog okuyucularıyla tanıştırmaktan memnuniyet duyacağız. Detaylar daha sonra :)
Koç Ailesi



Cuma, Ekim 17, 2014

Bu okul biter mi?

Poyraz bu yıl 2. sınıfa başladı. Ona kalsa 1. sınıf yeterliydi. Okumayı, yazmayı ve rakamları biliyor olması aslında temel yaşam serüveni için yeter de artardı bile. Ama biz onu dinlemedik ve bildiği için lanetlenmiş insan toplamına kalifiye bir insan daha katmak arzusuyla kendisini ikinci sınıfa da yolladık. Aslında okulu hiç sevmiyor değil. Neşeli bir öğretmeni var, bazen ingilizce derslerinde çizgi film izliyorlar, matematik çok eğlenceli ve tenefüsler harika. Ancak kalan kısmıyla arasının hoş olduğunu söylemek zor. Neden sadece matematik olan bir okul olmadığını sorguladı uzun bir süre. Sonra hayat bilgisini kitaptan okumanın ne kadar anlamsız olduğu, hayatı bilmek için yaşamak gerektiği konusunda bizi ikna etmeye çalıştı. Her sıkıldığında yeni -ve itiraf etmeliyim ki oldukça başarılı- argümanlarla karşımıza çıktı. Ta ki geçen hafta sonuna kadar.

Anneannesinde kalıyordu. Poyraz lego oynarken, teyzesi ile abisi de sohbet ediyorlarmış. İyi basket oynayan bir çocuktan bahsederlerken teyzesinin "ama o 10. sınıfta" dediğini duyan Poyraz hayattaki ilk ciddi şokunu yaşamış. Sonrasını teyzesinin ağzından aktarayım;


Okulla ilgili edilen bir muhabbette "10.sınıf onlar" demem üzerine ayağa fırlayan Poyraz; "ya bu okul kaçıncı sınıfta bitiyor?" diye sorar. "12'de oğlum" dememle de "yok artık, 6'da bitirsinler benimkini anneme söyliim de, 6 yeterli, keske siz de 12 secmeseydiniz, 10 yil daha okunur mu beeee" dedi.


Gülsem mi, ağlasam mı bilemiyorum....


Olay sadece bu tür hezeyanlar ve sonrasında kabullenişlerle ilerlese sorun yok. Ciddi direnişle karşılaşıyorum çoğu zaman. Asla ben dürtmeden (ne dürtmesi ya, resmen zorla kaldırıp başına oturtmadan) kitap okumuyor. Diyaloglar çoğunlukla şöyle ilerliyor;


- Anneeee i-padle oynayabilir miyim?

- Hayır kitap okuman gerekiyor, bu konuda anlaşmıştık.
- Yatarken okusam?
- Ama o zaman da çok uykun geldiği için okumuyorsun
- Pufff kaç sayfa okuyayım?
- Oğlum otur başla, oku işte. 4-5 sayfa oku en azından.
- Resimli sayfalar da sayfa sayılıyo di mi?
- Poyraaazzzzz, bu ceza değil oğlum, tadını çıkart. Hikaye keyifli değil mi?
- Çok keyifli
- Neler olacağını merak etmiyor musun?
- Çok ediyorum
- E o zaman oku da öğren
- Anne ben yavaş okuyorum, hikayede neler olacağını beklerken sıkılıyorum ama
- Oğlum okudukça hızlanacaksın, o zaman da kitap okuman çok daha keyifli olacak
- Ben hızlı okuyana kadar sen bana okuyamaz mısın?
- Hıghaaaaghyyhhhhııııırrrrrrr......

Anladım ki, kitap okurken aklı kitap okuması biterken oynayacağı i-pad oyununda. Çünkü o gün okulda arkadaşlarıyla aynı oyunun filanca karakterinin neler yaptığı ile ilgili muhabbet etmiş oluyorlar. Onu denemezse ertesi gün sohbete dahil olamayacak. Hatta belki de kendisini dışlanmış hissedecek. Bu durumda süper pedagojik anne tarafım baskın çıkıyor ve diyor ki; i-pad yasaklamakla bu iş olmayacak. Düşündüm düşündüm, sonunda bugünden itibaren "ne kadar ekmek, o kadar köfte" kuralını hayata geçirmeye karar verdim ve küçük adama da bunu deklare ettim.


"Bundan sonra sen kitap okurken sat tutacağım. Yüksek sesle okuyacaksın ve ben anladığına emin olacağım. Kitap okuduğun kadar süre i-pad oynayabilir veya çizgi film seyredebilirsin"


Gözleri kocaman açıldı, "yani anne mesela 4 saat kitap okursam, 4 saat de i-pad oynayabilir miyim?"

Evet, dedim. Çok mutlu oldu. 

Bakalım, göreceğiz :)

Sonbahar derlemesi


Ofise gelmek için tutturdu, geldi. Masaya da yakıştı sanki di mi :))
***


Anneanne ve dedemizin 40 yıllık evliliklerini kutladık. Nice nice yıllara...
***


Canım oğlum 2. sınıf oldu
***

Ekim ayında İzmir'e gittik.


Kumlarla oynadık


Deniz kıyısında koşturduk


Yüzdük


Bisikletin sepetine binip gezdik



Keyif yaptık


Geleneksel Doğal Yaşam Parkı ziyaretimizi gerçekleştirdik


Poyraz'dan sonra Mira da bir Lego fanatiği oldu :))


Ana baba sahilde arkadaşlarıyla rakı içerken, gece gece kumsalda koşturup oynadık


Taşlar toplayıp boyadık...

Cuma, Ağustos 29, 2014

Poyraz Kafası

- anne bence 5 gün okul, 5 gün tatil yapmalılar
- annee beni Hindistan'a götürür müsün? Orda çok değişik böcekler varmış
- anneee ben olsam polisler beni yakaladığında ölü taklidi yapardım

Bunlar Poyraz'ın yemek yerken 5 dakika içinde arka arkaya sıraladığı cümleler. Nasıl yanıt yetiştireyim? Bu nasıl bir kafa?

Haaa bu arada Pamuk Prenses'in, prens onu öptükten sonra evlendiklerini öğrenmiş. Şok olmuş tam anlamıyla, "ben öyle öpüştüler ve bitti sanmıştım" dedi. 
Oğlum dedim hayat böyle, öptüklerine dikkat et :))

Pazartesi, Temmuz 07, 2014

Büyük insanları severim

Sevgili oğlum,
Sevgili kızım,
blogumu amacına uygun olarak siz büyüyene kadar tutabilirsem, zaman zaman size öğüt olmayan ama içinden öğütler çıkartabileceğiniz yazılar da yazmaya çalışacağım. Eee 40'a bir kala kimi öğütler verebilecek kadar da deneyim biriktirdim sayılır.

Şimdi sevdiğim insanlar hakkında yazacağım size. Yani sevdiğim insan tipolojisi hakkında. Nasıl insanları severim ve neden?

Ben büyük insanları seviyorum. Öyle cüssesi, gözü, eli büyük değil, yüreği, aklı ve izdüşümü büyük insanları.

Mesela kocaman yürekli insanları seviyorum. Bağrına koşulsuz basan, seni sen gibi anlamaya çalışan, en azından dinleyen insanları. Bu insanlar genelde kocaman gülerler de. Buradan tanıyabilirsin onları. Ben kocaman gülen insanları da çok seviyorum. Kahkaha attı mı, yüreğinden taşar nidaları. Bu insanlar gailesiz değildir, yaşanmışlıkları, acıları da büyüktür. Örtmez o acıları, nakış yapar işler eteğine, orada taşır ömrü boyunca ama o etek ayağına dolaşmaz. Örtmez kafasını da. Kahkahası da, gözyaşı da meşe fıçıda mayalanmış şarap gibidir bu yüzden. Ekşimez.

Aklı büyük insanları seviyorum. Çok akıllı değil, aklı büyük. Anlamaya çalışan, dinlemeye çalışan, yargılamayan, sevdiğini ve sevdiğinin isteklerini önemseyen, emek veren, sünger gibi dinleyen, kurşun gibi değil, kadife gibi konuşan insanları severim. Onlar yüreğinizi acıtmaz..

İzdüşümü büyük insanları seviyorum. Büyük yürekli ve aklı büyük insanlar üretir. Sevgi üretir, emek harcar değer üretir, bilim üretir, sanat üretir. Üretirken kimseyi çiğnemez, kimseyi aşağılamaz, kimseyi üzmez. Kuş kadar insanların ürettikleriyle nasıl da kocaaaa devlere dönüştüklerini gördüm ben. Kocaman insanların da toplu iğne kadar gölge edemediklerini de.

Anneannem, yılların deneyimi ile; "gözleri velfecri okuyandan kork" derdi. Size de korkun çocuklarım, konuşurken gözünüzün içine bakamayan insanlardan uzak durun. Bu da bu yazının öğüdü olsun. Bu insanlar size saygı duymaz, sizi anlamaz, çünkü sizi dinlemez. Aldatıcıdırlar, can acıtıcıdırlar.

Haaa peki ben bu yazıyı neden mi yazdım?
Cuma akşamı 3 tane büyük kadınla buluştum ben, büyük büyük güldük, büyük büyük dertleştik. Ordan aklıma geldi. Bu yazı onlara ithaf, size küpe olsun :)

Çarşamba, Temmuz 02, 2014

Tatil ama nerde, nasıl?

4 sene önce kızım doğduğunda babamız 17 yıllık bilgisayar mühendisliği şapkasını çıkartıp, turizmciliğe soyundu. Şanslıydık, babaanne ve dedenin emekli öğretmenler olarak işlettiği bir yer vardı. Orayı ele aldı ve işletmeye başladı. Bilmediğimiz bir sektör, araya giren mesafe ve uzun süren ayrılıklar yıpratıcı oldu tabi. Hatta ayrılık kısmı hala yıpratıcı oluyor elbette, zira uzaktan kumandayla yürümüyor bu gemi. Bizzat içinde, kaptanı olmak lazım. Bu nedenle tam 4 yazdır babamızdan ayrıyız. Olsun, sağlık olsun. En kötü ayrılığımız bu olsun.

Şimdi bu girizgahı neden yaptım?
Bugün artık geldiğimiz noktada İzmir Tatilevi bu bloga yazılmayı haketmiştir efendim. Artık çok daha güzel dekore edilmiş, birçok şeyi konukların istek ve ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmiş bir mekan ve gemisine çok daha hakim bir kaptan var karşımızda.

Hepimiz 50 hafta boyunca, 2 haftalık tatil için çalışmıyor muyuz? İşte bu yüzden tatil çok önemli. Herkesin tatil tercihleri de farklı doğal olarak. Kimi değişik ülkeler gezmeyi sever, kimisi tüm gün güneşlenip, akşam çılgınca eğlenmeyi. Kimisi yaylaya çıkmak ister, püfür püfür bir tatil için, kimisi de ailesiyle beraber keyifli bir dinlence geçirmeyi tercih eder.

İzmir Tatilevi, birçok başlıkta sizi tatmin edebilecek bir yer. Kısaca özetleyeyim; bir binada tam 9 tane apart daire var. Hiçbirisi birbirine benzemiyor. Tek odalı olanı da var, 3 odalı olanı da. Tüm daireler full eşyalı. Valizini alıp gidiyorsun. Yastığın, yatağın, çarşafın, banyo havlun tertemiz seni bekliyor oluyor. Klima, TV, buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi filan onları saymıyorum bile. Daha yeni götürdü kocacım kahvecileri, bahçede misler gibi Türk kahvesi yapılsın da, fallar bakılsın diye. Her odada balkon var, kimi daireler süper şahane deniz manzaralı. Öyle aradan dereden değil, önü olduğu gibi açık, Ege denizi ve doyulmaz bir gün batımı izliyorsunuz. Hayal edin...

3 tane bahçe katı daire var ki, özellikle yaşlısı ve çocuğu olanlar için ideal. İster çocuğunu uyut sen kapının önündeki salıncakta kitap oku, ister çocuğun hamakta uyusun sen takıl. Bahçenin üstü tamamen asma çardağı. Hatta bahçeye dair hergün aklımıza şahane ve keyifli fikirler de geliyor, bakalım size denk gelir mi?

Bir teras var ki, kalabalık bir arkadaş grubu için de olabilir, kuzenli, dayılı bir aile için de. Küçük çocuklulara terası önermiyorum, teras işte yaa. Korkuyorum ben .. Ama o teras var ya o teras, ömür uzatacak cinsten. Kendisine ait bir barbeküsü ve çardağı var. Akşam milyonlarca yıldızın altında artık rakı mı içersin, şarkılar mı söylersin, yoksa cırcır böceklerini mi dinlersin sana kalmış. Manzarasını anlatmama gerek var mı?

İzmir Tatilevi, yakınında 6 tane marketi olan bir konumda. Alışveriş sorunu yok. 10 dakika çapında onlarca yemek yeme alternatifi mevcut. Sahile sadece 75 metre ve sahilde her iki yöne doğru uzanan yürüyüş yolları var. Çay bahçeleri, kafeler, gece pazarları  cıvıl cıvıl.

Hep burada mı kalacağız? Gezme olanakları nedir diye soran olursa söyleyeyim. Arabanızla gelirseniz, seçenek neredeyse sonsuz. Çeşme 1 saat, Kuşadası 50 dakika, Selçuk ve Efes 30 dakika. Şirince 45 dakika, Seferihisar Sığacık 20 dakika. Ödemiş, Birgi, Tire 1 saat uzaklıkta. Haaa asıl kısmı söylemeyi atlamışım, İzmir Tatilevi İzmir Seferihisar Ürkmez'de. Seferihisar merkeze 24 km mesafede, Gümüldür'e komşu bir mahallede.

Arabası olmayanlar buralara toplu taşıma araçları ile de gidebilir ama biraz daha uzun sürer tabi. Ancak İzmir Tatilevi zaman zaman Sığacık kalkışlı tekne turları da düzenliyor. Buraya ulaşım da sağlanıyor. Tekne turunu şiddetle tavsiye ederim.

Hemen 15 dakika uzaklıta bir de Aqua Park var, çocukların favorisi.

Şimdi gelelim bir de sahile; binaya 75 metre uzaklıkta yaklaşık 20 metre eninde (belki daha fazladır valla) ve kilometrelerce uzanan bir sahil var. Dolayısı ile de yer yer farklı özellikler gösteriyor. Ama hemen bizim hizamızda kumsal kum ve çakıl karışık. Çakıl dediysem, küçücük ve yusyuvarlak. Sahilin çakıllı kısmında da oturabilirsiniz, yumuşacık kum kısmında da. Deniz tertemiz. Hava durumuna göre değişecek şekilde dalgalı veya durgun oluyor ama her durumda tertemiz.

Binanın hemen önünde küçük bir çocuk parkı da olan bir yeşil alan var, çam, dut, iğde ve incir ağaçlarının altında masa tenisi oynayabileceğiniz ve muhabbet edebileceğiniz çiçeklerle bezeli bir alan. 100 metre ilerde daha büyük bir çocuk parkı ve açıkhava spor aletlerinin olduğu bir park daha var.

Eğer hala tatil planı yapmadıysanız, tatil köyleri size veya bütçenize uygun değilse İzmir Tatilevi'ne bir bakın derim. Gitmeye karar verirseniz, babamıza da bizden bir selam söyleyiverin olur mu? Onu çok seviyoruz...

Salı, Mayıs 20, 2014

Forte gülelim :)

- Oğlum bak, hani ben bazen sana "poyraz böyle yapınca kızıyorum, üzülüyorum" filan diyorum ya. Sen de beni eleştirebilirsin, hoşlanmadığın birşey olursa söyleyebilirsin
- Tamam, hemen aklıma birşey geldi mesela
- neymiş o?
- Forte konuşmandan hoşlanmıyorum
- !!!

- Ne yapıyorsun anne?
- Oje sürüyorum oğlum
- Niye ki?
- ???!!! Ee şey, hoşuma gidiyor, güzel görünüyor
- Bence çok saçma, dut yemiş ve ellerini yıkamamışsın gibi

- Kızım bence saçlarını kestirelim. Bak her banyodan sonra taramakla ve kurutmakla uğraşıyoruz. Sonra huysuzlaşıyorsun
- saçımı kesince, pipim de çıkacak mı? Ben erkek olmak istemiyorum da

Mira: Anne kraliçeler nasıl ağlar? 

Poyraz: anne ben uzaylı gördüm, hem de bir sürü. Mesela seni hi hi hiii, dünya da uzayda bir gezegen değil mi? O zaman hepimiz uzaylıyız. 

- anneee toka verir misin? Çim adamın saçları gözüne giriyor

- kümesteki tavukları kedilerden, köpeklerden ve yaramaz çocuklardan koruyorum anne

Pazartesi, Mayıs 12, 2014

Koçlarla Kahramanların Bolu-Mengen Gezisinden notlar

Biz aslında geçtiğimiz hafta sonu bir Kampa Gidelim mi Baba? organizasyonu ile kampa gitmeye niyetlenmiştik. Ancak hava tahminleri gideceğimiz yaylanın üstünü örten kalın bulutun gitmeyeceğini söylediği için kampımız iptal oldu. Peki bu durum Koçlarla Kahramanlara engel olabildi mi? Tabi ki hayır...

yollar uzun dikenli taşlı yağmurlu çamurlu olsa da, 
Koçlarla Kahramanlar hiç durmaz, gülerek yürür

Beypazarı civarına gitmek üzere Koçlar İstanbul'dan, Kahramanlar Ankara'dan yola çıktık, cumartesi sabahı erkenden. İstanbul'da da, Ankara'da da hava sağanak yağışlı idi. Sapanca'da verdiğimiz minik molada haritaya baktığımızda Beypazarı yolunun ciddi virajlı ve yağışlı havada tehlikeli olabileceğini düşündük ve Kahramanlarla da konuşarak aldığımız bir kararla direksiyonu Bolu'ya kırdık. Hedef Mengen idi, Kahramanların daha önce kalmış olduğu Hindiba Pansiyon'a gideriz diye düşünmüştük ama aradığımızda hiç boş yerleri olmadığını öğrendik. Lucky Deer çok yamaçta geldi bize, Tabiata da doluydu. Elimizde kalan son yer olan Nesilce'yi aradık ve 2 bungalov tuttuk. Sonrası işte aşağıdaki gibi;


Saat 11 gibi Mengen'e varıp Nesilce'ye geldiğimizde yukarıdaki gibi bir manzara karşıladı bizi. Gece yağmur yağmış ama sonra dinmişti. Yerler ıslak ama hava çok tatlı bir sıcaklıkta idi. 
***


İşte Nesil Abla'nın bize ayırdığı bungalovlar. Tahminim 20 m2 büyüklüğünde, içlerinde bir çift kişilik, 1 tek kişilik yatak olan, tuvaleti, duşu, kliması ve televizyonu olan minnacık şirinler evleri :)
***


Ve işte buluşma sonrası ilk selfimiz. Bu arada yanda mangal da yanıyor, az sonra Mengen'in nefis etleri pişecek ve öğle yemeği yenecek.
***

İşte büyükler, Poyraz ve Deniz 6 ayda bir görüşmelerine rağmen her seferinde bıraktıkları yerden devam ediyorlar dostluklarına. Çok ama çok eğlendiler burada, özgürce..
***


Yemekten sonra biraz yürüyüş yapalım dedik ve dere boyuna indik. Dereye taş attık, koştuk, oynadık...
***


Babalar ve oğulları
***

 Abiler ve kardeşleri :)
***


İnek görmüş masum şehir çocukları. Geh bili bili diye çağırıp, sevmeyi amaçladılar :)))
***


Yürüyüş sürerken hava ısındı, montlar atıldı. Güneşe yayıldık.
***


Yürüyüş sonrası Nesilce'ye geri dönünce, bir çay içelim dedik. Nesil abla sağolsun, odunlu semaverde şahane bir çay yaptı bize. Sallanan koltuk salıncaklarımızda keyifle çayımızı içerken, çocuklara dönüp bakmadık bile. Bahçe o kadar güvenli yani :)
***


Çadırda biri mi var?
***


Bu arada tesisin müzik sistemi olağanüstü, bizi 30 yıl geriye götürdü.
***


Yemekte hiç fotoğraf çekmemiş olmamız, temiz hava ve yürüyüş nedeniyle feci acıkmış ve yorulmuş olmamızdan kaynaklanıyor. Hatta o kadar ki, Mira kucağımda uyuyakaldı, ilk defa :)
Kahvaltı ise anlatılmaz yaşanır diyorum, başka da birşey demiyorum. O kadar yemişim ki akşam İstanbul'da yemek bile yiyemedim
***


Ve ertesi gün... Karate Kid eğitimleri Kahramanların babası tarafından verildi
***

 Bu da Jr Karate Kid :)
***

Papatyalardan taçlar yapıp, dünyanın en güzel gülücüklerini etrafa saçtık
***

Sonra da civarda bir tura çıktık, bu sefer arabayla
***


Ağaçların üstünde küçük oturma yerleri keşfettik
***


Minikler herşeye ayak uydurdular, kocaman bir bravo onlara :)
***


Ve işte Şirinyazı Göletinin kıyısından geleneksel aile fotoğrafımız, selfi ama idare edin artık
***


Manzaraya doyamadık
***


Dönüşe geçtiğimiz an, Bolu arkamızdan ağlamaya başladı valla. Ya da Koçlarla Kahramanların birbirlerinden ayrıldıkları için akan gözyaşlarını gizlemek için yağdı yağmur. Bilemiyorum..

En kısa zamanda yeniden görüşmek üzere Kahramanlar...

Cuma, Mayıs 02, 2014

Benim çocuğum yapmaz demeyin

Dün akşam üstü çocuklar babalarıyla parka çıktılar. Ben de evde yemek yapıyordum. Yaklaşık 1 saat sonra eşim aradı ve "Poyraz eve geldi mi?" dedi. Dilim tutuldu, buz kestim sanki. Sadece "Poyraz nerde?" diyebildim. "Fırladı gitti önden eşek sıpası, bisikletini de bıraktı. İkisini birden toparlarken takip edemedim" dedi. Nerde olduklarını bilmiyorum, ne kadar mesafede olduklarını bilmiyorum. Balkondan kendimi atarak aşağıya inmek istedim, hızlı olsun diye. 10 saniye kadar ne yapacağımı düşünürken, "tamam Çağdaş'lara gitmiş" dedi ve kapattı. Çağdaş karşı komşumuz, köpekleri var ve Poyraz ara ara köpek sevmeye gidiyor. Tanıdığımız bildiğimiz insanlar, ama ben rahatladım mı? Tabi ki hayır. Güvende olduğunu bilmek iyi geldi ama nasıl böyle birşeyi yaptığını anlayamadım. Sonradan öğrendim ki, sokağın başında deniz kıyısından bizim sokağa çıkan merdivenlerin altında bisikletini bırakıp fırlamış. Amacı babasına şaka yapmakmış. Apartmanın önüne gelince bizim apartman görevlisi de kapıyı açmış. Bizim kata geldiğinde de eve gelmek yerine canı Gezi'yi sevmek istemiş.

O kadar kızgın ve o kadar üzgündüm ki, dövsem tatmin olmayacaktım. Önce odanda biraz düşün dedim, çizgi film izlemek yok 3 gün dedim. Ama asıl sorun bunu yapmış olması değildi. Ne yaptığının farkında olmamasıydı. Normal bir ülkede yaşıyor olsaydık, 7 yaşındaki bir çocuğun evinin bulunduğu sokakta 100 metre kadar yalnız kalıp yaşadığı binaya girmesi ve sevdiği bir komşumuzda olması pek de problem olmayacaktı. Ancak normal bir ülkede veya normal bir çağda yaşamıyoruz. Bu nedenle "sıçarım özgüvenli çocuğa" deyip aldım karşıma.

- Oğlum bak, bu yaptığın çok tehlikeli idi. Biliyorum sen neden bu kadar kızdığımı anlamıyorsun. Ancak her yerde kötü ve tehlikeli insanlar var. Çocukları kaçırıp öldürüyorlar. Ya sokakta 2 kişi ağzını kapatıp seni bir arabaya atsaydı, ya apartmandaki kötü birisi sen merdivenden çıkarken seni kapısından içeri çekseydi...

Suratındaki endişeli ve soru işareti dolu ifadeyi görünce sustum.

- Neden çocukları kaçırıp zarar veriyorlar ki anne? dedi. Ne çıkarları var? Ellerine ne geçiyor? Birşey çalıp para filan kazansalar ya..

O kadar haklı ve bir o kadar da cevabını bilmediğim bir soru :(

- Normal insanlar değil onlar oğlum, manyaklar, bir çeşit deli diyebilirsin. Tek amaçları kötülük yapmak, bir sebebi yok.

Çok üzüldü, ben de çok üzüldüm. Aklıma daha pedagojik bir yaklaşım gelmedi. Düne kadar sorsalar, "Poyraz bizim yanımızdan ayrılmaz, akıllı çocuktur" derdim. Artık öğrendim, her çocuk, her şeyi yapabilir. Tedbirli olmak bizim görevimiz. Onlar çocuk...

Çarşamba, Nisan 09, 2014

Muhteşem anneler

Haftalardır bu yazıyı yazmayı planlıyordum. O kadar çok tatsız olay, o kadar keyifsiz gündem girdi ki araya, bırakın yazı yazmayı, nefes almaktan bile utanır olduk.
Ama hayat devam ediyor, kimseye haksızlık etmeyelim. En çok da sevdiklerimize..

Muhteşem olmayan anne yoktur, bunu baştan söyleyeyim. Ama bu yazı yaptıklarıyla beni kendilerine hayran bırakan, yetenekli, sevimli, arkadaşlıklarıyla da yaşamıma renk katan birkaç girişimci anne var ki, özel olarak yazmak istedim. Onları her daim desteklemek boynumuzun borcu. Unuttuklarım olursa şimdiden affola...

Blogcu Anne
Birinci sıraya koydum Elif'i, zira onun 4 yıl önce başlattığı Emzirme Reformu hareketi olmasaydı listenin kalanındaki birçok anneyi tanıyamayacaktım. 
Elif profesyonel bir blogger, kendini öyle tarif etmese de basılı bir kitabı olduğu için aynı zamanda bir yazar ve 2 erkek çocuğu annesi. Kendisini blogundan takip edebilirsiniz. Öpüyorum Elif'cim..

Latife Tunç
Emzirme Reformu çalışmaları sırasında tanıştığım, minik sevimli kadın. Fotoğraf çekmiyor, herkes fotoğraf çeker. Latife şahane bir kıvılcımla size kendinizi çok iyi hissettirip, o iyi anları dijital karelere aktarıyor. Doğanın, dünyanın lati lokum anlarını yakalayıp, görsele dönüştürüyor. Doğum fotoğrafçısı ama sadece doğum fotoğrafçısı da değil. Ha bir de küçük bir model adamı var ki, yeme de yanında yat. Latife'ye de buradan ulaşabilirsiniz.

Hülya Cinsçiçekçi
Hülya ile ne zaman, nasıl tanıştığımı hatırlamıyorum. Zira kendisi hep tanıştınız zaten hissi yaratabilen insanlardan. Sanırım blogundan bulmuştum Hülya'yı ve daha hal hatır sormadan, "nasıl gittin sen İzmir'e, ben de gelem mi" diye başını şişirmiş ama uzun uzun da şahane yanıtlar almıştım. Böyle başlamıştı galiba herşey. Hülya İzmir'de yaşıyor ve Tuniko'nun sahibesi. Kanguru ve sling konusunda uzman ama diğer ürünlerini de görmeden geçmeyin. Taze 2 çocuklu çılgın ve hayat dolu, şehir ötesi dostum Hülya ile yüzyüze sadece 1 kez görüşebildiğimizi de eklemeliyim :(

Filiz Morkoç
Filiz de tanışıklığımızın nerede başladığını çoktan unuttuğum arkadaşlardan. Neyse ki onu Hülya'dan çok daha sık görebiliyorum. Çocuklarımız aynı kreşe gidiyor hatta benim kızım onun oğluna aşık :))) 
Filiz has bir yazılımcı, bir IT çalışanı iken yanında bir de marifetlerini bizimle paylaştığı Hadi Ham Yap'ı kurdu bir arkadaşı ile birlikte. Diyorlar ki; 

"Kendi çocuklarımıza yedirmediğimiz hiçbir gıdayı satmamak mottosuyla hareket ediyor; Türkiye'nin en temiz tarımının yapıldığı topraklarda, kimyasal gübre ve GDO’lu tohum kullanmadan, sadece yerli tohumlarla üretim yapan yerel çiftçilerle çalışıyoruz. “Organik/ekolojik tarım ürünlerinden yapılmış, içinize sinerek çocuğunuza yedirebileceğiniz sağlıklı ve lezzetli atıştırmalıklar” hazırlıyoruz."



Doğum günü, çay sohbetleri, parti, kutlama deyince adres HadiHamYap. Yalnız biraz fazla lezzetli söyleyeyim, yedikçe yiyesiniz geliyor.

Tuğçe Soysal
Bir Emzirme Reformu kazanımı daha. İlk tanıştığımda uzun uzun incelemiş, neşeli mi, arızalı mı karar verememiştim. Artık karar verdim, ikisi de :) Aslen psikolog ama işini yapmıyor. Harika bir Iron Man annesi ve taze girişim Toromanya'nın da kurucusu. Türkiye'de bulamayacağınız harika anne ve bebek ürünlerini ayağınıza getirdik haaanııııım...

Perihan Gürer
Ben tanıdığımda hamileydi sanırım. Sonra dünya şekeri bir kızı oldu ve PeriAyda'yı kurdu. Sitedeki bebek kıyafetlerine mutlaka göz atmanız lazım. Nasıl şekerler anlatamam. Perihan aynı zamanda bir blogger, aynı zamanda Uykusuz Anneler Kulübünün yaratıcısı, aynı zamanda da bir yazar. Daha var mıydı Peri? Atladıysam özür dilerim, sizlere yetişemiyorum valla... Ha bu arada ikinci lokum kızını da büyütüyor. 

Zeynep Gözübüyük
Zeynep hep biz annelerle idi, kendisi henüz bir anne olmamasına rağmen. O zaman anlam verememiştim, anne olmayan biri annelerin emzirme hakkı için neden bu kadar uğraşır diye. Ama sonradan anladım ki, Zeynep sonradan anne olan değil, anne doğan kadınlardan. Şimdilerde boncuk Ayşe'siyle uğraşıyor. Ama bu kadar değil, Zeynep bir hamile yogası eğitmeni. Kendisine buradan ulaşabilirsiniz.

Bitti mi, bitmediii... 
Hasene Ay var, şahane fikri Afilli Kitap'ı hayata geçirdi. Sağda solda kaybolan resimler, kitap olup ayağınıza geliyor. İster saklayın, ister hediye edin..
Devrim Atılkan var, iki çocuğun diş ağrılarıyla uğraşırken muhtemelen Verazeyn'i kurdu. Artık bebekler kehribar diş kolyeleriyle bu süreci daha kolay atlatıyor. Bizzat test ettim...
Deryaze var, biz onu hep Deryaze olarak tanıdık, doğrusu soyadını öğrenmek hiç aklıma gelmedi. Hem blogger, hem de teknolojik bir anne. Web sitesi tasarımı dendiğinde akla gelecek ilk isim.
Esra Demiröz var, Doula diye bir kavramı bana öğretti. Çoook faydalı bir iş yapıyor, özellikle hamileler mutlaka bir baksın.

Revizyon1: Demiştim di mi unuttuğum birileri var diye :)
Sena Baran da var, sevgili Dorikuş'u nasıl unuturum? Fikirdenk'in iki fikir annesinden biri, güzel gözlü, gezgin ruhlu bir annedir Sena..

Biliyorum, biliyorum valla unuttuğum birileri var. Affedin ama söyleyin atladığım varsa.
Seviyorum sizi anneler...

Pazartesi, Mart 31, 2014

Seçimler ve ötesi: Bu kadar kolay mı umudunuzu yitirmek?

Bir seçim daha geçti. Bitti diyemeyeceğim zira henüz sonuçlarına dair binlerce şaibe dolaşıyor ortalıkta. Binlerce tutanak var seçim sırasında tutulan. Sonrasında yapılan akıl almaz hileleri, aşağılık oyunları ise saymak mümkün değil.

Birçok arkadaşım, sosyal medyadan tanıdığım birçok insan umudunu yitirdiğini yazmış. Okudukça bu yazıyı kaleme almak zorunda hissettim kendimi.

Arkadaşlar bu kadar mı çabuk? Bu kadar kolay mı umudu yitirmek? Daha durun bakalım. Haziran'da "bu daha başlangıç, mücadeleye devam" derken seçimlere kadar mı takvim koymuştunuz önünüze? Kolay mı gericilikle, yobazlıkla, hırsızlıkla, kötüyle, kötülükle mücadele etmek? Bu uzun soluklu bir mücadele diyenler, bugün gidecek ülke arıyor kendisine. Siz sanıyor musunuz ki bu ilk kez oluyor?

Girdiğim her seçimde müşahitlik yaptım ben. Kızım doğana kadar. Her seçim öncesi hummalı hazırlıklar, seçim günü ve gecesi oylar sayılana kadar yaşadığım o stres, o yorgunluk. 2007 seçimlerinde oğlum meme emiyorken, anneme en yakın yeri seçtim ve oğlumu anneme bırakarak ZeynepKamil Hastanesinde müşahitlik yaptım. Arada gidip emziriyor sonra yerime geri dönüyordum. Koca hastanede bir tek ben vardım biliyor musunuz onlardan olmayan? Belki 1-2 kişi daha vardır ama 40 sandıkta birbirimizi görmedik bile. Ben tam 40 sandığın sonuçlarını almaya çalıştım. sayım sırasında sandıktan sandığa koşarak nasıl bir efor harcadığım, nasıl bir stres yaşadığımı dün tek bir sandıkta müşahitlik yapanlar daha iyi anlar. Bir sandıkta yakaladığım bir usulsüzlük nedeniyle kavga çıktı. Annemle babam tehdit edildi daha sonra, kimsenin haberi yok bundan. O seçimde de sadece benim bildiğim yüzlerce sahtekarlık olmuştu. Ama o kadar azdık ki, sesimiz duyulmadı.

Bu işler öyle kolay değil, yılmayın lütfen. İlmek ilmek ördüler karşımıza çelik zırhı. Örgütlü mücadele ettiler. Biz ise yıllardır korktuk öcü gibi örgütten, örgütlenmekten.

Oy ve Ötesi, son derece meşakkatli bir iş yaptı, büyük bir özveriyle ve profesyonelce çalıştı ama 20 milyonluk şehirde 33 bin tane müşahiti zor buldular, biliyor musunuz? Onda da bir sürü aksaklık çıktı. Adamların güçlü olduğu yerlerde müşahit yokmuş, bu sabah öğrendim.

Kendinizi yeldeğirmenleri ile savaşan Don Kişot gibi hissediyor olabilirsiniz. Olsun, iyidir. İnancınızı diri tutun.
Gözünüzü seveyim örgütlenin. Bakın kalemimden isim çıkmıyor. Aklınız, vicdanınız nereye yatıryorsa orada örgütlenin. Bu iş başka türlü olmaz. Dalga dalga anlatmalıyız herşeyi tüm ülkeye. Sen bana, ben sana ile olmaz bu iş. Korkmayın siyasetle ilgilenmekten. Siyaset bilimi okumuş olmak şart değil ki, kapı kapı dolaşıp oy toplayan AKP'li teyzeler ne kadar anlıyorsa, o kadar anlamak yeterli.

Umudunuzu yitirmeyin yeter ki, a benim canım arkadaşlarım. Demokratik bir ülkede yaşamıyoruz, bu iş seçimle bitmez. Onların bitleri kanlanır biraz ama biz yılgınlığa düşersek ölürüz.

Cuma, Mart 21, 2014

Twitter kapatıldı, sırada ne var?

Korku dağları sardı. Sonun yaklaştığını görüyorlar. Şimdi Twitter kapandı, yarın ne olacağı belli değil. Bir yandan yasağı delmenin 1001 yolunu bulduk ama bir yandan da bu yaklaşım bütünlüklü olarak özgürlüğümüze doğrudan bir saldırı haline geldi. Blogger Anneler ve Babalar olarak ortak bir yazı kaleme almaya karar verdik. Yazı aşağıda, herkes doğru bildiğini yapsın ama birşeyler yapsın lütfen. Bunca senedir siyasetten kaçan dostlarım bile, siyasetin iliğimizden ayrılamayacağını farkettiler sanırım. Siyaset konuşmaktan korkmayın, hatta örgütlü olarak doğru bulduğunuz bir yerde siyaset de yapın lütfen. Herkesle ama herkesle konuşacağım artık, korksunlar bence de...

Özgürlüğümüz kısıtlanamaz

#TwitterBlockedinTurkey

T.C. Anayasası

VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Madde 26

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.

Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslar arası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.

T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği'nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter'e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye'den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter'a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.

Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir.

Sayıları 12 milyona yaklaşan Türkiyeli Twitter kullanıcıları #TwitterBlockedinTurkey etiketiyle konuyu bir saat içinde Twitter’da dünya çapında en çok konuşulan etikete taşımış, farklı etiketlerle gece boyunca TT listesinde kalarak, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yasaklamadan sonraki ilk 4 saat içinde 2,5 milyondan fazla Türkçe tweet gönderildiği hesaplanmaktadır. Şu anda dünya basını Türkiye’deki Twitter yasağını öncelikli haber olarak vermekte, bunun özgürlükleri baltalama yönünde bir girişim olduğunu söylemektedir.

Biz, ülkemizin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştiren anne babalar olarak Gezi Parkı direnişi ile tırmanan ve 17 Aralık süreciyle hızlanan şiddet ve sansür uygulamalarını esefle izlemekteyiz. Türkiye’nin gerçek demokrasiden gün be gün uzaklaşmasından, meclisinden medyasına, emniyet güçlerinden yargısına kadar her türlü sistemin çivisinin çıkmış olmasından derin bir endişe duymaktayız.

Dün geceki yasak kararıyla Türkiye dünya üzerinde Twitter’a erişimin engellendiği Çin dışındaki tek ülke olmuştur. Bunun utancı ve ayıbı bu yasağı getirmeye cesaret edenlere ait olmakla birlikte, ağırlığını omuzlarımızda taşımaktayız. 

Bu ülkenin gelecek nesillerinin özgür bireyler olarak büyümesini en çok isteyen ve bunun için emek veren anne babalar olarak hükümetin son aylarda giderek artan baskıcı tavırlarını kabul etmiyor ve bu sansürü şiddetle kınıyoruz.

Herkesi gerek internet üzerinden, gerekse etrafımıza bu durumu anlatarak konuyu protesto etmeye ve nihai olarak da 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan yerel seçimlerde vatandaşlık hak ve sorumluluğu olan oy kullanma görevini mutlaka yerine getirmeye davet ediyoruz.

Blogger Anne ve Babalar

Çarşamba, Mart 12, 2014

Berkin için, hiç unutulmasın diye

12 Mart 2014 tarihinde Uykusuz Anneler Klübünün web sitesinde yazdığım yazıdır.

http://www.uykusuzanneler.com/hic-olmasaydi-diyecegimiz-yeni-bir-uykusuz-annelik-modeli/

Mira'm da 3 yaşında, iyi ki varsın öbür yarım :)

Doğduğun an dün gibi, kucağımdan bıraktığımda ağlıyordun.
9 Mart 2011



Hala da kucağımdan indiğin pek söylenemez :)
9 Mart 2014


Seni çok seviyorum elmamın öbür yarısı, sen olmadan ne kadar eksikmişim meğer.
Tatlı cadım, ciğerparem, birtanecik kızım...
Gülüşün hiç eksilmesin yüzünden, hep aydınlık yollarda yürü.
ANNEN