Pazartesi, Nisan 20, 2009
Pazartesi, Nisan 06, 2009
Terrible Two* veya "olmaz adam"
*Korkunç İki: Pedagogların "ilk ergenlik" de dediği 2 yaş civarında çocuklarda gelişen huysuzluk, sınırları test etme, ağlama krizleri, herşeye olmaz deme, herşeyin kendisinin olmasını isteme ve benzeri şekillerde kendisini belli eden gelişme dönemi.
Aslında o kadar da korkunç değil. Belki Poyraz şimdilik tam o döneme girmedi, ya da ben hazırlıklı idim. Yani bir farklılık, bir komedi ve laf ebeliği kesinlikle var. Ama kriz yaratacak bir durum yok (tahtaya vurun :)), bilmişlik had safhada ama bundan şikayetçi değilim :)
Bu sabah aramızda geçen bir diyalogu aktarayım, varın gerisini siz düşünün...
Sabah saat 07:30. Beyefendi cebren ve hile ile yanımıza gelmiş, aramıza girmiş.
Ben uyuyorum. Poyraz efendi uyanmış.
- (acıklı bir sesle) anne ben ağladım
-(duymamazlıktan geliyorum)
- (daha acıklı bir sesle) annecim ben ağladım ama
- annecim sen hep ağlıyorsun ama artık seni ciddiye alamıyorum ki...
- Bebekler ağlar ama....
- (kısa bir şaşkınlıktan sonra gülmemek için kendimi zor tutarak) oğlum sen bebek değilsin ki, kocaman çocuk oldun artık.
- ... (kafası karıştı)
- dur bekle ben sana süt getireyim
- sütü bebekler içer, ben kocaman çocuk oldum
- (ya sabır...) Sütü herkes içer, ben de içiyorum, baban da...
- Hmmm, pamam (tamam) o zaman....
Bu dönemim bizdeki yansıması sonucu ben oğluma "olmaz adam" adını taktım. Ne söylersem söyliiim, önce "olmaz" diyor. "Gel kucağıma da gidelim" diyorum mesela, olmaz diyor ama kollarını kaldırıp bana geliyor. "Hadi annecim banyoya" diyorum, "gelmicem" diyor ama banyoya koşuyor. Bardakla su istiyor ama her seferinde 1-2 yudum içtikten sonra gözüme baka baka kalanı yere döküyor. Arabaya binice koltuğuna oturmak istemeyip, beni kucağına al diye tutturuyor.
Gecelerimiz komik bir savaşa dönüştü. Uykusu gelince "anne hadi yatalım" diyip yatağına gidiyor ve iyi uykular diyip kendi kendine güzelce uyuyor. Yaklaşık saat 1 itibariyle naz dönemi başlıyor.
- Anne altımı değiştir
- Altın temiz oğlum
- Lütfen anne son bir kere daha değiştir
- Az önce değiştirdim oğlum
- Heeeee, hüüüüüüü (değiştirmezsem gittikçe şiddetlenen bir şekilde ağlamaya başlıyor. İnat ettim ama yarım saat ağladı. Sonra da uykusu kaçtı, hiç uyumadı)
- Tamam değiştiriyorum (genelde sadece pijamasını açar gibi yapıp bezini şöyle bir çekiştiriyorum ve pijamayı tekrar giydiriyorum)
- ....
- Değiştirdim hadi uyu artık
- Beni çucaaa al
- Kucak yok benim belim ağrıyor, hadi uyu bakiim
- Bari dandini söyle
- Dandini dandini dastanaaaa...
- Ben büyük yatağa gelcem...
- (ya sabır) gel eşek sıpası gel... (yanlış olduğunu biliyorum ama benim de uyumaya ihtiyacım var)
Sonuç olarak aşağıdaki gibi, baba bir kenarda, anne bir kenarda, paşam yayılmış uyuyoruz (!)
Havaların ısınmasıyla sokak çocuğu olduk. Dışarı çıkamasak bile, en azından balkona çıkıp saksılardaki toprakları ortalığa saçıyoruz-
Aslında o kadar da korkunç değil. Belki Poyraz şimdilik tam o döneme girmedi, ya da ben hazırlıklı idim. Yani bir farklılık, bir komedi ve laf ebeliği kesinlikle var. Ama kriz yaratacak bir durum yok (tahtaya vurun :)), bilmişlik had safhada ama bundan şikayetçi değilim :)
Bu sabah aramızda geçen bir diyalogu aktarayım, varın gerisini siz düşünün...
Sabah saat 07:30. Beyefendi cebren ve hile ile yanımıza gelmiş, aramıza girmiş.
Ben uyuyorum. Poyraz efendi uyanmış.
- (acıklı bir sesle) anne ben ağladım
-(duymamazlıktan geliyorum)
- (daha acıklı bir sesle) annecim ben ağladım ama
- annecim sen hep ağlıyorsun ama artık seni ciddiye alamıyorum ki...
- Bebekler ağlar ama....
- (kısa bir şaşkınlıktan sonra gülmemek için kendimi zor tutarak) oğlum sen bebek değilsin ki, kocaman çocuk oldun artık.
- ... (kafası karıştı)
- dur bekle ben sana süt getireyim
- sütü bebekler içer, ben kocaman çocuk oldum
- (ya sabır...) Sütü herkes içer, ben de içiyorum, baban da...
- Hmmm, pamam (tamam) o zaman....
"İşte benim beyaz atlı prensim..."
Bu dönemim bizdeki yansıması sonucu ben oğluma "olmaz adam" adını taktım. Ne söylersem söyliiim, önce "olmaz" diyor. "Gel kucağıma da gidelim" diyorum mesela, olmaz diyor ama kollarını kaldırıp bana geliyor. "Hadi annecim banyoya" diyorum, "gelmicem" diyor ama banyoya koşuyor. Bardakla su istiyor ama her seferinde 1-2 yudum içtikten sonra gözüme baka baka kalanı yere döküyor. Arabaya binice koltuğuna oturmak istemeyip, beni kucağına al diye tutturuyor.
Gecelerimiz komik bir savaşa dönüştü. Uykusu gelince "anne hadi yatalım" diyip yatağına gidiyor ve iyi uykular diyip kendi kendine güzelce uyuyor. Yaklaşık saat 1 itibariyle naz dönemi başlıyor.
- Anne altımı değiştir
- Altın temiz oğlum
- Lütfen anne son bir kere daha değiştir
- Az önce değiştirdim oğlum
- Heeeee, hüüüüüüü (değiştirmezsem gittikçe şiddetlenen bir şekilde ağlamaya başlıyor. İnat ettim ama yarım saat ağladı. Sonra da uykusu kaçtı, hiç uyumadı)
- Tamam değiştiriyorum (genelde sadece pijamasını açar gibi yapıp bezini şöyle bir çekiştiriyorum ve pijamayı tekrar giydiriyorum)
- ....
- Değiştirdim hadi uyu artık
- Beni çucaaa al
- Kucak yok benim belim ağrıyor, hadi uyu bakiim
- Bari dandini söyle
- Dandini dandini dastanaaaa...
- Ben büyük yatağa gelcem...
- (ya sabır) gel eşek sıpası gel... (yanlış olduğunu biliyorum ama benim de uyumaya ihtiyacım var)
Sonuç olarak aşağıdaki gibi, baba bir kenarda, anne bir kenarda, paşam yayılmış uyuyoruz (!)
Havaların ısınmasıyla sokak çocuğu olduk. Dışarı çıkamasak bile, en azından balkona çıkıp saksılardaki toprakları ortalığa saçıyoruz-
"Bu tornavida ile topraklar ne güzel etrafa saçılıyor"
"Ben birşey buldum..."
"Ben birşey buldum..."
"Anneee bu yere yapıştı..."
"Elime neden yapışmıyor?"
Cumartesi günü kahvaltıdan sonra havayı güneşli görünce "hadi oğlum parka gidelim" dedim. İki elini havaya kaldırarak "yaşasııın, parkaaa" diye zıpladı evin içinde. En yakınımızdaki gidilebilir park Yoğurtçu Parkı olduğundan oraya yönlendik. Ama parkın kepçelerle kazıldığını, tüm girişlerinin kapatıldığını görünce oğlumun hayalleri yıkıldı. 2 yaşında bir çocuğu parka gidemeyeceğimize ikna etmek oldukça zor oldu tahmin edersiniz ki. Projesineden anladığım kadarıyla parkın yeni hali gerçekten çok güzel olacak. Ama bunu yapmak için tam da insanların, çocukların parklara çıktıkları bahar aylarını beklemek biraz tuhaf değil mi? En azından Nisan ayını Yoğurtçu Parkına gidemeden geçireceğimiz kesin. Artık Moda Parkı'na gideceğiz bir süre.
Eve girmeden otoparkta biraz top oynadık. Güneş de çok güzeldi. Parksızlığın acısını biraz unutturdu oğluma.
Ertesi sabah, kahvaltıdan sonra, "hadi babası, Poyraz'la otoparkta biraz top oynayıp, bisiklete binin siz" dediğimde aldığım tepkiye gülsem mi, ağlasam mı bilemedim.
Eller havada, evin içinde zıp zıp zıplayarak "yaşasın otoparkaaa" diye bağırıyordu. Sanırım bu şehir çocuklarının kaderi. "En azından sokakta oynamak zorunda kalmıyorlar, oynayabilecekleri bir otoparkları var" diyerek teselli mi bulmalıyım?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)