Çarşamba, Kasım 26, 2008

Anne - Çocuk buluşmaları

Yine bir dünya vakit geçmiş yazamayalı. Belki de yazmayalı. Anladım ki benim bu bloga yazabilmem için moralimin düzgün olması lazım. Değil mi ya? Kuzumun blogu, hiç de karamsar şeyleri haketmiyor. Üstelik o benim hayatımın da neşesiyken.
Bu yüzden bazen, bu aralar sıkça bu bloga yazamıyorum. Affola...
Yaz(a)madığım zamandan beri 2 hafta arayla 2 tane anne-cocuk buluşması yaptık. Birincisi bizim evde, ikincisi Gamze'lerde. Bu sebeple kendiliğinden geleneksel bir hale de dönüştü. Asıl amaç "kış geldi, çocuklar evde oynasın" iken, biz anneler olarak da birlikte vakit geçirmeyi özlediğimizi farkettik.
İlkinde Poyraz, Lara, Ali ve İpek (o bu oyunda fasulye daha ama olsun...:)) varken, ikincisine Piraye de dahil oldu.

Bir dahakine ısrarla Güneş'i de istiyoruz. Ayarla annesi :)

İlki daha ziyade bizim acemiliğimiz ve telaşımızla geçti doğrusu. İkincide herkes ve tabi ki çocuklar da daha rahattı. Olacak sanki, devam etmeliyiz...

"Ali ve Lara mandalina savaşında"
***
"İpek böceği babasının kucağında"

***
"Poyraz ve Ekim abisi (Piraye'nin yakışıklı abisi)"

***

"Ali, Lara ve Lara'nın annesi Sade"

***


"Poyraz ve Piraye"

***

"Lara ve Ali mandalinaları paylaştılar ama atı paylaşamıyorlar"

***

"Huysuz ve tatlı kadının kızı şekerpare Lara"

***

Çarşamba, Kasım 05, 2008

Poyraz köyde...

29 Ekim'i haftasonuyla birleştirip babaanne ve dede ziyareti için İzmir'e kaçtık. Bundandır blogger yasağı kalkmasına rağmen blogumu güncelleyemeyişim. İzmir'den de 1 geceliğine Denizli'ye şimdilerde büyücek bir kasaba olan babamızın köyü Uzunpınar'a gittik.
İşte resimlerle küçük kaçamağımız...

İstanbul'da 3 gün aralıksız yağan yağmurdan sonra İzmir'de resmen bir bahar havası vardı. Bütün doğa da bu havaya uymuş gibiydi. Her yerde sarı sarı mandalinalar dallardan sarkıyordu. Kuşlar cıvıldıyor, güneş tatlı tatlı ısıtıyordu. Elbette ki oğlumun ilgisini en çok uğurböcekleri çekti. Onları aldı, elinde, kolunda dolaştırdı. Uçup gitmelerini izledi. Ve sonra bu hikayeyi her seferinde aynı heyecanla önüne çıkan herkese anlattı.

"ooböceci deeedi (uğurböceği geldi), pıtı pıtı pıtı (kolunda yürüdüğünü gösteriyor), pırrrrr ditti, aaaca (pırr diye uçmuş, ağaca konmuş)"


Köyde en çok ilgisini çeken şey traktör oldu. Hiç görmediği bu ilginç ve gürültü araca pencereden seyretmekle yetinmedi ve bindi. En az 15 - 20 dakika indiremedik. Bindi, inceledi, parmağını her deliğe soktu. Kornaya basıp ağzıyla beeep beeep sesi çıkardı. Çok da güzel traktör diyor ama şimdi tam olarak yazamayacağım. Akşama öğrenip, sonra yazarım :P

Hayatında ilk defa gerçek bir inek gören oğlum dehşete kapıldı. Görür görmez "büüüüt (büyük)" dedi. Herhalde resimlerden gördüğü kadarıyla kafasında daha ufak tefek birşey canlandırmıştı.
Resimde arka planda görünen yalaka dikkattinizi çekerim. Eski bir buzdolabı :) Gerçek bir köylü zekası örneği....


Mandalina bahçesinde mandalina toplayan Poyraz. Topladığı mandalinaları yemekten ziyade sıkıp suyunu fışkırtmayı veya soyduktan sonra ortasına parmağını geçirip sallamayı daha çok sevdi. Tüm giysilerimiz mandalina lekesi içinde. Canı sağolsın oğlumun, lekesiz çocuk giysisi mi olurmuş :)
Poyraz "o o oooo ve gıdıgıdak" beslerken. Büyük amcamızın kırdığı cevizleri yemek yerine tavuklara verince, tavuklar coştu tabi. Arada oğlumun tatlı parmağı da kaynadı tabi bu arada :) Kümesin önünden onu zorla koparabildiğimde başparmağınının kanadığını farkettim. Küçücük bir yara idi, muhtemelen canı da pek acımadı. Köye gidip de tavuk tarafından gagalanmadan dönmek olur mu?
Şimdi önüne çıkan herkese parmağını gösterip "gıgı gıdaaak ham, anane ımmmahhh (tavuk parmağımı ısırdı, anneannem öptü)" diye anlatıyor.
Burası da 1 gece kaldığımız büyük halanın evinin önü. Bu tatile kadar sadece 1 tane halası olan oğlum, 3 tane daha hala ile karşılaşınca kafası karıştı. Bir ara 10 m2 bir odada 16 kişi yerde oturuyor ve herkes Poyraz'ı kendine çekip "ben senin halanım, hala de bakiiim" veya "ben senin amcanım, amca de bakiiim" diyordu. Oğlum da şaşkın şaşkın "ala ve amca" deyip durdu.
Gün içinde o kadar az uyudu ve o kadar çok yoruldu ki, belki de temiz ve serin havanın (aynı zamanda 10 kiloluk yün yorganın da tabi) etkisiyle sabaha kadar deliksiz uyudu.
Ailenin 3 kuşak erkeğinin önünde resim çektirdiği ev, dedemizin doğduğu, yıllarca yaşadığı, büyüdüğü ev. Ne yazık ki dededen sonra büyük babaanne de ölünce ev kaderine terk edilmiş. Köyde kalanlar da yoksunluktan eve bakamamışlar. Şu anda harap ve kullanılamaz halde.
Neticede yorucu ama kesinlikle keyifli bir seyahat oldu. Poyraz bu sefer net olarak uçağa bindiğini anladı. Havalanırken ve inerken pencereden dışarı bakıp evleri, gemileri, arabaları seyretti.
Acayip hareketlendi, kaydıraktan kendi kendine çıkıp kaymayı öğrendi. Hatta artık düz kaymak sıkıcı olmaya başlayınca, yüzüstü kaymaya başladı.
Dili hergün katlanarak çözülüyor. Resmen derdini anlatıyor. Sayamadığım kadar çok kelime kullanıyor. Hepsi herkes için anlaşılır olmamakla birlikte konuşuyor denebilir. Kelimelerle anlatamadığı şeyleri seslerle ve hareketlerle kesinlikle tarif edebiliyor. 2-3 kelimeli cümleler kuruyor.
Son olarak dün geceki olayı anlatıp bitireyim...
Saat sabaha karşı 04:00 civarı...
Poyraz – Anneeeee del...
Anne – Geldim oğlum, noooldu (poyraz’ın başı okşanır)
Poyraz – (Derin bir iç çekerek) Anne deeeedii, hovhov dittiiii.... (anne geldi, köpek gitti)

Sanırım benim oğlum artık korkulu rüyalar görüyor. Sanırım benim oğlum artık bebeklikten çıkıp, çocuk olma yolunda hızla ilerliyor. Bugün tam 20. ayını doldurdu. 4 ay sonra 2 yaşında koca bir adam olacak. Ve ben de 2 yaş daha yaşamış ama asla yaşlanmamış çooook mutlu bir anne olacağım.
Darısı hepinizin başına....

Salı, Kasım 04, 2008

Şeker Bayramı - Bölüm 2

Bu sefer benim kabahatim yok valla....
Tam yazacaktım ki.... Blogger kapatıldı. Tamam açılalı çok oldu ama, o zaman da benim vaktim olmadı. Neden vaktim olmadığı bir dahaki postta :)

Şeker Bayramı Kahramanlarla Koçların buluşmasına sahne olmuştu hatırlarsanız. Resimlerin Kahramanlarda kalan kısmı da gelince fotoromanımız tamamlandı.

Aşağıdaki ilk fotoda oğlum midilliye biniyor. Hiç korkmadığı gibi, gayet de hoşuna gitti. Aktivite ailesi not defterine eklenecek; "6 yaşından sonra binicilik dersleri alınacak"


Bu iki resim araya karışmış, hayvanat bahçesi değil. Fenerbahçe Parkı. Kuzuların beslenme saati... Resimlerden de anlaşılacağı gibi akılları yemekten çooook uzakta :)



Benim minnoşum, balıklara hasta oldu. Badı, badı diyerek akvaryumların önünden ayrılmadı.

Yanıma salatalık ve havuç almıştım, sanırım bunları keçilere vermekte bir sakınca yoktur. Oğullarım kendi elleriyle beslediler keçileri.
Şanslı anneler ve tatlı çocuklar...

Poyraz ve Deniz aşkı... Tek engelleri aşamadıkları park yatak :))))))

Ve işte benim küçük kara balığım...
Şeker prenses....


Hasibecim, canım arkadaşım... Bu iş yoğunluğunda ziyaretimize geldi ve kuzular bir televizyona, bir ona bakakaldılar....