Pazartesi, Mayıs 30, 2011
Pazar, Mayıs 29, 2011
İzmir'den Poyraz incileri...
- Anne bana bir lambolin (trambolin) ve de yüksek bir merdiven alır mısın?
- Tabi alırım da, ne yapacaksın çok merak ettim?
- Biriniz lambolinin üstüne çıkıp zıplayacak, ben de tahtrevalli'nin bir tarafına oturacağım. Sorna (yazım hatası yok, böyle diyor) lambolinden hızla zıplayıp tahtrevallinin diğer tarafına atlayacak. Ben de havalara uçup dut ağacının üzerine düşeceğim. Orada dutları yiyeceğim. Sorna siz de beni merdivenle indireceksiniz.
- !!!!!????? İyi de bunu neden yapıyorsun ki, dut toplayalım sen de ye.
- Hiç eğlenceli değil...
************************
- Anne bak sana ne pişiriyorum?
- Ne pişiriyorsun oğlum?
- Çekirgeli kurabiye
- Hııııı!!!!
- Akşama da salyangoz yiyeceğiz, ama çiğ
Ben kötü mü yemek yapıyorum yaaaa :(((
*************************
- Kardeşim büyüyüp çok yaşlanınca benim ninem mi olacak?
*************************
Televizyonda köpek eğiticisi Barbie reklamı var, suda yüzen minnacık bir de köpeği var.
- Anne bana bu oyuncaktan alır mısın?
- Sana Barbie almamı mı istiyorsun?
- Barbisini atıcam, o köpeği doğru düzgün eğitemez o. Ben eğiticem...
*************************
- Anne sen Süleyman Dedeme neden baba diyorsun?
- E o babanın babası da ondan
- Onu biliyorum da, sen bilmiyorsun galiba. Sen neden baba diyorsun peki?
- Yavrucum, o da benim babam sayılır, hem ne diyeyim "Süleyman Dede" mi?
(komik olduğunu sanıyorum dediğimin ama Poyraz'da tık yok, büyüdü mü ne)
- Ya ne bileyim, şşt de, hey de... Ya da bişey deme, ne gerek var.
- Tabi alırım da, ne yapacaksın çok merak ettim?
- Biriniz lambolinin üstüne çıkıp zıplayacak, ben de tahtrevalli'nin bir tarafına oturacağım. Sorna (yazım hatası yok, böyle diyor) lambolinden hızla zıplayıp tahtrevallinin diğer tarafına atlayacak. Ben de havalara uçup dut ağacının üzerine düşeceğim. Orada dutları yiyeceğim. Sorna siz de beni merdivenle indireceksiniz.
- !!!!!????? İyi de bunu neden yapıyorsun ki, dut toplayalım sen de ye.
- Hiç eğlenceli değil...
************************
- Anne bak sana ne pişiriyorum?
- Ne pişiriyorsun oğlum?
- Çekirgeli kurabiye
- Hııııı!!!!
- Akşama da salyangoz yiyeceğiz, ama çiğ
Ben kötü mü yemek yapıyorum yaaaa :(((
*************************
- Kardeşim büyüyüp çok yaşlanınca benim ninem mi olacak?
*************************
Televizyonda köpek eğiticisi Barbie reklamı var, suda yüzen minnacık bir de köpeği var.
- Anne bana bu oyuncaktan alır mısın?
- Sana Barbie almamı mı istiyorsun?
- Barbisini atıcam, o köpeği doğru düzgün eğitemez o. Ben eğiticem...
*************************
- Anne sen Süleyman Dedeme neden baba diyorsun?
- E o babanın babası da ondan
- Onu biliyorum da, sen bilmiyorsun galiba. Sen neden baba diyorsun peki?
- Yavrucum, o da benim babam sayılır, hem ne diyeyim "Süleyman Dede" mi?
(komik olduğunu sanıyorum dediğimin ama Poyraz'da tık yok, büyüdü mü ne)
- Ya ne bileyim, şşt de, hey de... Ya da bişey deme, ne gerek var.
Cuma, Mayıs 27, 2011
Abicim ve canım kardeşim
Bir erkek çocuk annesi olduğumu yeni yeni anlıyorum. İzmir'in havasından suyundan mıdır, yoksa vakti geldiğinden midir bilemiyorum ama küçük kuzum tam bir erkek çocuk oldu çıktı :) Sürekli koşmak ve zıplamak istiyor, savaşarak, boğuşarak oynamaya bayılıyor. Artık legolardan kule veya ev değil, silah ve robot filan yapıyoruz. Koltuğa normal bir şekilde oturduğunu veya takla atmadan indiğini görmedim birkaç haftadır...
Ve işte abicim ve canım kardeşim resimleri....Pazartesi, Mayıs 23, 2011
Kavanoz balıkları
Bir çizgi film var, adı "Ponyo"...
Ünlü yönetmen Miyazaki'nin yönettiği süper bir film. Yazı bununla ilgili değil ama bahsi geçmişken mutlaka seyredin ve çocuklarınıza da seyrettirin diyorum.
Bu çizgi filmde insan olmak isteyen küçük, meraklı bir japon balığı var. Filmin başında kafasını bir cam kavanoza sıkıştırıyor. İşte o görüntü bana çocuklarımızın içinde bulunduğu durumu çağrıştırıyor. En azından bizim evde sadece kafası değil, tüm gövdesi ile kavanozda yaşayan, daha doğrusu yaşatmaya çalıştığımız bir japon balığı var. Ama olmuyor, bir yerde çatlıyor işte.
Poyraz genel olarak çok fazla hareket etmeyi sevmeyen, yürümekten hoşlanmayan bir çocuk. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Ama geçenlerde Karaburun'a gittiğimizde, babasıyla yürüyüşe çıktılar. küçük bir tepeyi yarısına kadar keyifle, sızlanmadan, kucak istemeden tırmanmış. Normalde bakkala bile gitseler elli kere yoruldum, kucağına al filan der. Bitkiler toplamışlar, böcekleri incelemişler. Çamura toza bulanmışlar. Öyle geldiler eve, ama yanakları kıpkırmızı. O gece mis gibi uyudu, sakin sakin. "Normal" bir çocukta olması gerektiği gibi.
2 gün önce, evde oturmaktan sıkılınca, hadi parka gidip çamurla oynayalım dedim. Hayret dolu gözlerle baktı bana. Sonra parka gidip toprakları eledik, suyla karıştırdık. Çamur yaptık, mıncıklamasını istedim oyun hamuru gibi. Ne oldu biliyor musunuz? Elinin ve üstünün çamur olmasından çok rahatsız oldu. Hemen su istedi ve elini yıkadı.
Bugün tekrar oynamak istedi ve önceki günkü kadar rahatsız olmadı. Çamurla oynamayı öğreniyor yani :)
Bazen benden ona geniş bir çimenlik bulmamı istiyor. Dilediği gibi koşabilmek için. Ne kadar basit ve doğal bir istek di mi? Evrimin sonucu bu, genetik kodlarımızda doğada koşup oynamak var. Betonun içine hapsolmak değil.
Çocuk evde saatlerce kalınca, ayarı bozuluyor resmen. Evin içinde bir oraya bir buraya koşmaya, tepemize tırmanmaya başlıyor. Günün sonunda resim genelde aynı oluyor. "Yaramazlık yapma" denilerek zorla zaptedilmiş mutsuz, hatta ağlamaklı bir küçük japon balığı.
Bu çocuklar yaramaz mı şimdi?
Ünlü yönetmen Miyazaki'nin yönettiği süper bir film. Yazı bununla ilgili değil ama bahsi geçmişken mutlaka seyredin ve çocuklarınıza da seyrettirin diyorum.
Bu çizgi filmde insan olmak isteyen küçük, meraklı bir japon balığı var. Filmin başında kafasını bir cam kavanoza sıkıştırıyor. İşte o görüntü bana çocuklarımızın içinde bulunduğu durumu çağrıştırıyor. En azından bizim evde sadece kafası değil, tüm gövdesi ile kavanozda yaşayan, daha doğrusu yaşatmaya çalıştığımız bir japon balığı var. Ama olmuyor, bir yerde çatlıyor işte.
Poyraz genel olarak çok fazla hareket etmeyi sevmeyen, yürümekten hoşlanmayan bir çocuk. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Ama geçenlerde Karaburun'a gittiğimizde, babasıyla yürüyüşe çıktılar. küçük bir tepeyi yarısına kadar keyifle, sızlanmadan, kucak istemeden tırmanmış. Normalde bakkala bile gitseler elli kere yoruldum, kucağına al filan der. Bitkiler toplamışlar, böcekleri incelemişler. Çamura toza bulanmışlar. Öyle geldiler eve, ama yanakları kıpkırmızı. O gece mis gibi uyudu, sakin sakin. "Normal" bir çocukta olması gerektiği gibi.
2 gün önce, evde oturmaktan sıkılınca, hadi parka gidip çamurla oynayalım dedim. Hayret dolu gözlerle baktı bana. Sonra parka gidip toprakları eledik, suyla karıştırdık. Çamur yaptık, mıncıklamasını istedim oyun hamuru gibi. Ne oldu biliyor musunuz? Elinin ve üstünün çamur olmasından çok rahatsız oldu. Hemen su istedi ve elini yıkadı.
Bugün tekrar oynamak istedi ve önceki günkü kadar rahatsız olmadı. Çamurla oynamayı öğreniyor yani :)
Bazen benden ona geniş bir çimenlik bulmamı istiyor. Dilediği gibi koşabilmek için. Ne kadar basit ve doğal bir istek di mi? Evrimin sonucu bu, genetik kodlarımızda doğada koşup oynamak var. Betonun içine hapsolmak değil.
Çocuk evde saatlerce kalınca, ayarı bozuluyor resmen. Evin içinde bir oraya bir buraya koşmaya, tepemize tırmanmaya başlıyor. Günün sonunda resim genelde aynı oluyor. "Yaramazlık yapma" denilerek zorla zaptedilmiş mutsuz, hatta ağlamaklı bir küçük japon balığı.
Bu çocuklar yaramaz mı şimdi?
Çarşamba, Mayıs 18, 2011
İki ayı devirdik, kendimizi yollara attık
Geçen hafta pazartesi iki ayı devirdi benim kızım. 5,5 kiloluk, 56 santimlik bir küçük hanım artık o. Biz de bunu fırsat bilip kendimizi vurduk yollara. 1 haftadır İzmir'deyiz. Pek internete giremiyorum burada, bu yüzden blogu güncelleyemiyorum. Ama güzel resimler çekip koyacağım söz.
www.cocuk.com'da oyuncaklarla ilgili yazdım en son. Okumak isterseniz buyrun;
http://www.cocuk.com/cocuk/aile/annebaba-olmak/oyuncak-arsizi-cocuklar
Sevgiler...
www.cocuk.com'da oyuncaklarla ilgili yazdım en son. Okumak isterseniz buyrun;
http://www.cocuk.com/cocuk/aile/annebaba-olmak/oyuncak-arsizi-cocuklar
Sevgiler...
Pazartesi, Mayıs 09, 2011
Baharı karşılama ve anneler günü bir arada
Cuma, Mayıs 06, 2011
"Daraldım" yazısı
Doğumdan sonra depresyona filan girmedim. Babamızın evde olması ve hayatımda başka başlıkların da olmasıyla depresyona girecek durumum olmadı. Sağolsun arkadaşlarım da beni yalnız bırakmadılar, ailem de. Ama yetiyor mu, hayır yetmiyor.
Neredeyse 2 ay sonra dün ilk kez salya sümük ağladım. Sonra da gidip üzerine bir dolu çikolata yedim. Öyle rahatladım.
Bu sabah Blogcu Anne'nin bu yazısını ve yazıda verdiği bağlantılı yazıları okuyunca, neredeyse blog tutmayı bırakacaktım. Blogunda biraz dolaştım ve hemen her yazısında onikiden vurduğunu gördüm. Benim yaşadıklarımı ve hissettiklerimi aynen yaşamış ve benden çok daha güzel ifade etmiş. O da iki çocuk annesi ve benden 1 yıl daha tecrübeli. Hayıflanmaktan vazgeçip, kendini "eğitmiş" veya "değiştirmiş". Takipteyim Elif ;)
Hava günlerdir kapalı, yağmur sağanak yağıyor. Rüzgar öyle sert ki, balkona bile çıkamıyorum. Tabi 2 aylık bebekle dışarı çıkmak da mümkün değil. Oysa 4 gün sonra İzmir'e gideceğim ve almam gereken şeyler var, yapmam gereken şeyler var. Valize tek parça eşya koymadım, 1 aylığına gideceğiz oysa.
Dün akşam ikisi de uyuduğunda saat 11 idi. Ve benim gözümü açık tutacak halim yoktu. O halde makinede ekmek yaptım, bulaşık makinesini doldurup çalıştırdım. Ama süt sağamadım. Duş alamadım. Küt diye yattım. Moralim de bozuktu, çünkü Poyraz'la çok kapışıyoruz son zamanlarda. Dün de kavgalarımızın tavan yaptığı bir gündü. O da haklı, kızı kucaktan indiremiyorum uyanıkken, uyurken de ancak 1 tencere yemek yapabiliyorum. Ben beceriksizim sanırım, 2 çocukla evi idare edemiyorum. Kendime bakamıyorum. Tek yapabildiğim emzirirken boş boş televizyon seyretmek.
Şu yemek işine bir çare bulmam lazım. Aşevleri olsa her mahallede. Herkes akşam eve giderken 1 kap yemek alsa. Ben de yemek yapmakla geçirdiğim zamanı oğluma ayırsam, kendime ayırsam.
Daraldım yazısı demiştim size. Daraldıysanız benim suçum değil. Hadi biraz da resim bakın da keyfiniz yerine gelsin.
Neredeyse 2 ay sonra dün ilk kez salya sümük ağladım. Sonra da gidip üzerine bir dolu çikolata yedim. Öyle rahatladım.
Bu sabah Blogcu Anne'nin bu yazısını ve yazıda verdiği bağlantılı yazıları okuyunca, neredeyse blog tutmayı bırakacaktım. Blogunda biraz dolaştım ve hemen her yazısında onikiden vurduğunu gördüm. Benim yaşadıklarımı ve hissettiklerimi aynen yaşamış ve benden çok daha güzel ifade etmiş. O da iki çocuk annesi ve benden 1 yıl daha tecrübeli. Hayıflanmaktan vazgeçip, kendini "eğitmiş" veya "değiştirmiş". Takipteyim Elif ;)
Hava günlerdir kapalı, yağmur sağanak yağıyor. Rüzgar öyle sert ki, balkona bile çıkamıyorum. Tabi 2 aylık bebekle dışarı çıkmak da mümkün değil. Oysa 4 gün sonra İzmir'e gideceğim ve almam gereken şeyler var, yapmam gereken şeyler var. Valize tek parça eşya koymadım, 1 aylığına gideceğiz oysa.
Dün akşam ikisi de uyuduğunda saat 11 idi. Ve benim gözümü açık tutacak halim yoktu. O halde makinede ekmek yaptım, bulaşık makinesini doldurup çalıştırdım. Ama süt sağamadım. Duş alamadım. Küt diye yattım. Moralim de bozuktu, çünkü Poyraz'la çok kapışıyoruz son zamanlarda. Dün de kavgalarımızın tavan yaptığı bir gündü. O da haklı, kızı kucaktan indiremiyorum uyanıkken, uyurken de ancak 1 tencere yemek yapabiliyorum. Ben beceriksizim sanırım, 2 çocukla evi idare edemiyorum. Kendime bakamıyorum. Tek yapabildiğim emzirirken boş boş televizyon seyretmek.
Şu yemek işine bir çare bulmam lazım. Aşevleri olsa her mahallede. Herkes akşam eve giderken 1 kap yemek alsa. Ben de yemek yapmakla geçirdiğim zamanı oğluma ayırsam, kendime ayırsam.
Daraldım yazısı demiştim size. Daraldıysanız benim suçum değil. Hadi biraz da resim bakın da keyfiniz yerine gelsin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)