Ne çok ara verdim... 2 yıl olmuş neredeyse. Ara olsun diye düşünmemiştim aslında. Sosyal medya o kadar hızlıca tüketti ki yaşadıklarımızı, yazmaya "gerek" kalmadı. Yaşandı, paylaşıldı, bitti, gitti... Bir çoğunu hatırlamıyorum bile. Hatta aklıma gelse, arasam bulamam. Ne üzücü...
Oysa yaşamda deneyimlediğim bir çok şeyden ders çıkarmaya çalışırım ben. Unutmamaya çalışır ve unutulmaması gerektiğini öğütlerim etrafımdakilere de. Oysa unutuyorum. Hepimiz de unutuyoruz sanırım. İşte tam da bu nedenle yazmak, sonra dönüp dönüp okumak lazım galiba.
Öğrenciyken günlük tutardım. Derdimi, tasamı, neşemi, aşklarımı hep yazardım. Annemle kavgalarımı, babamın beni nasıl da hiç anlamadığını filan. Hatırlamak için ne muhteşem bir kaynak. Derdim ki, ben böyle davranmayacağım çocuğuma. Başımda esen kavak yellerinin aynısı çocuğumun başında da eserken, ben de annemin mitokondriyal aktarımlarından nasibimi alacağımı bilemezmişim. İşte bunun için de önemli yazmak. Silkeler insanı, hatta tutar bazen yakasından, duvara çarpar ve kendine gelmesini söyler.
Bazen bizi üzen şeyler yaşıyoruz ya hepimiz, çok üzen hatta. En çok da zamansız kayıplar üzüyor beni. Bir kaç ay önce bir arkadaşım eşini kaybetti, 2 çocuk annesi gencecik bir kadın idi. Ah dedim, nelere üzülüyoruz, ne kadar küçük şeyleri dert ediyoruz kendimize. Boşverelim, azıcık suyun akışına bırakalım öykümüzü. En azından müdahale edip değiştiremeyeceklerimizi. Sağlığımız elimizdeyken sarılıp öpüşelim, yuvarlanıp gülüşelim sevdiklerimizle. Ben bunu unutmayacağım dedim. Sevdiklerime de hep hatırlatacağım. Geçen gün tamamen başka bir nedenle tesadüfen karşıma çıktı bu konu da hatırladım. Unutmuşum yani...
Unutmayayım, dönünce bakıp hatırlayayım diye yazacağım artık. Umarım bunu da unutmam :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder