Dün ben işteyken yuvadan öğretmeni aradı. İşte yeni yıl kutlaması yapılacakmış, hediye verilecekmiş filan. Onu haber vermek için. Ben de hazır aramışken birkaç şey sorayım dedim. İşte uyuyor mu? Bir problem var mı? Yemeklerini yiyor mu?
Ben yemek diyince Filiz Hanım hemen, “şey Özlem Hanım, acaba sabahları Poyraz’a kahvaltı ettirseniz nasıl olur?” dedi. Birden enseme bir ağrı saplandı. Bilenler bilir, benim Poyraz yuvaya başladığından beri en çok sıkıntı yaşadığım şey sabah kahvaltıları. Çünkü o kadar ağır yiyor ki, hemen hergün işe geç kalıyorum. İşe geç kalmanın stresi bir yandan, otoparkta yer kalmadığı için arabayı park etmek için mahalle aralarında yer aramanın sıkıntısı bir yandan... Üstelik bu stresle evden çıkarken mutlaka bir bağırışıyoruz. Bazen Poyraz ağlıyor, bazen ben. Tabi bütün günüm sıkıntılı geçiyor ondan sonra.
Aç bırakmaya da kıyamıyorum, zira tam hastalık mevsimi ve bağışıklık sistemini güçlü tutmaya çalışıyorum elimden geldiğince.
Neyse işte ben Filiz Hanım’ın bu sorusundan sonra saniyeler içinde bunları düşündüm ve “neden öyle dediniz” diyebildim sadece.
Sabah okula gittiğinde bir arkadaşının elinde poğaça görmüş ve acıklı bir ifadeyle “birazcık yiyebilir miyim?”demiş. Filiz öğretmeni bunu görünce “Poyraz’cım senin karnın mı aç, kahvaltı etmedin mi?” diye sorunca bizimkisi ne cevap verse beğenirdiniz?
“Hayır annem işe geç kalmamak için bana hiç kahvaltı ettirmiyor?”
Şimdi sizce ben bu çocuğu ne yapayım?
Cumartesi, Aralık 19, 2009
Çarşamba, Aralık 16, 2009
Mutfak şeysi...
Geçen akşam babasıyla oyun oynuyorlardı. Poyraz babasına "hadi baba sen eşek ol" dedi. Dizlerinin üstüne çöken babasını beğenmedi, ayaklarının üstüne bastırdı filan. Bu arada ben de gülerek onları izliyordum. Poyraz beni de çağırdı.
"Hadi anne gel sen de eşek ol, gel bakalım seni mutfak eşeği"
Eşekken bile yerim mutfak, güleyim mi ağlayayım mı bilemedim.
Tabi ben bunu bir tesadüf, anlık söylenmiş bir söz zannettim. Ve iki gün sonra da unuttum. Ama oğlum dün akşam tekrar hatırlattı.
Uzaktan kumandalı bir iş makinesi var, bir kepçe. Onunla oynuyordu. Sonra bana dedi ki; "anne sen kepçe ol, ben uzaktan kumanda ile seni hareket ettireyim" Tamam dedim ve bızzzt, bııızt sesler çıkarark sağa sola dönmeye, kepçe gibi kolumu hareket ettirmeye başladım. Çok eğlendi tabi. En son sözü de şu oldu; "aferin sana mutfak kepçesi"
Sanırım birşeyleri acil gözden geçirmem gerekiyor :)
Cumartesi günkü müzik dersinde komik birşey olmuş. Bu arada müzik dersi derken anlatayım. 3-5 yaş grubu 4 tane küçük afacan ile bir müzik sınıfları var Poyraz'ın. Burçak öğretmenleri onlara temel müzik eğitimi veriyor. Ritimler, müzik aletleri ...vs. Gerçekten çok eğlenceli ve faydalı bir ders. Poyraz ayrılmak istemiyor.
Neyse dersin bir yerinde Burçak bunlara kulaktan kulağa oynatmış. Poyraz'ı da özellikle en sona koymuş ki, oyunun mantığını sıra kendisine gelene kadar kavrasın. 2 tur sorunsuz oynanmış oyun. Poyraz da sıra kendisine geldiğinde duyduğu kelimeyi aynen tekrar etmiş. 3. turda cümle"resim yapalım mı?". Herkes birbirine söylemiş, en son Ülke'de Poyraz'ın kulağına eğilip fısıldamış; "resim yapalım mı?"
Poyraz'ın cevabı; "evet evet yapalıııım"
Burçak'ı erken doğurtacak diye korkuyorum. Benim komik oğlum...
Yuvadan enteresan huylar edindi. Muhtemelen bir arkadaşından gördü çünkü öncesinde böyle bir davranışı yoktu. Bir konuda ısrar ettiği zaman, tek ayağını yere vurarak 3 kere söylüyor.
"istemiyom, istemiyom, istemiyom"
ya da
"çizgi film, çizgi film, çizgi film"
Olmaz oğlum, yatma saati...
"olur, olur, olur, yatma saati değil, yatma saati değil, yatma saati değil"
Artık işi makaraya vurduk, o söylemeden biz aynı şekilde söylüyoruz. Sinir oluyor :)
Baştaki resim de bu akşama ait. Evdeki tüm topları toplayıp, çamaşır sepetine doldurmuş. Bu ne oğlum deyince, kendi top havuzumu kendim yaptım dedi. Çok yaratıcı değil mi?
Çarşamba, Aralık 09, 2009
Bayram, harçlık ve DENİZ!
"Anne lüften bırat, bu fefer ben yazıcam..."
"Peki oğlum, blog senin ..."
"İi bayramlar Sülüman dedecim" diyerek dedemi çok mutlu ettim, o da bana para verdi.
Sırada babaannemiz vaaaar, ama o öpmüyo, kokluyooo...
Ama sonra çaktım meseleyi. Her yanına gittiğim şeker, çikolata veriyor. Fazla yanakta tutmaya gerek yok. Bu nedenle Hamide Teyze ile resim çektirirken nazlanmadım.
"Peki oğlum, blog senin ..."
"İi bayramlar Sülüman dedecim" diyerek dedemi çok mutlu ettim, o da bana para verdi.
***
Sırada babaannemiz vaaaar, ama o öpmüyo, kokluyooo...
***
Babam yakışıklılığımı kıskandı ve gel iki yakışıklı poz verelim dedi. Sizce benim yanımda babamın şansı var mı?
Babam yakışıklılığımı kıskandı ve gel iki yakışıklı poz verelim dedi. Sizce benim yanımda babamın şansı var mı?
***
İlk bayram çikolatasını kaptım ve komşumuz Hüseyin dedeyle resim çektirmeyi kabul ettim. Çikolata yanakta hala, hemen yiyip bitirmek istemedim.
***
İlk bayram çikolatasını kaptım ve komşumuz Hüseyin dedeyle resim çektirmeyi kabul ettim. Çikolata yanakta hala, hemen yiyip bitirmek istemedim.
***
Ama sonra çaktım meseleyi. Her yanına gittiğim şeker, çikolata veriyor. Fazla yanakta tutmaya gerek yok. Bu nedenle Hamide Teyze ile resim çektirirken nazlanmadım.
***
***
Ve bayramın en güzel çikolatası Deniz! Ankara'dan bizi ziyarete geldiler. Artık büyüdüğümüz için güzel güzel oynadık, hiç kavga etmedik. Ama annelerimiz neden bizi kocaman, şaşkın ve hafif nemli gözlerle izlediler anlayamadım. Ne yani büyümicez mi sandınız?
***
Bahariye caddesini boydan boya koştuk, Nazım Hikmet Kültür Merkezi'ne gittik. Yemek yedik, kitap aldık. Balıklar ve kaplumbağalarla oynadık. Sonra da sahneye çıkıp dans edip, şarkılar söyledik.
***
***
Oraya buraya tırmandık, enerji tavan yaptı. Birbirimizi gerçekten özlemişiz. Buna arkadaşlık diyorlarmış :)
***
Bahariye caddesini yokuş yukarı koşarak eve geri geldiğimizde, ikimiz de sütümüzü içip uyumak için can atıyorduk. Ben küçük ayımı Deniz'le paylaştım. beraber uyuduk...
***
(*) Annenin notu: Yanlış yazılmadı, akvaryuma biz akyavrum diyoruz :)
***
***
Akyavrum gerçekten çok güzeldi. Balıklar, köpekbalıkları, yılan balıkları, ıstakozlar, yengeçler ve balık adamlar vardı
***
***
***
***
Ertesi gün Deniz'ler gidince ben çok üzüldüm. Çok canım sıkıldı. Halamlar, babaannemler ve anneannemler geldi. Tabi en önemlisi de abim. Onlar gelince biraz neşelendim. Şu sıralar en sevdiğim oyun olan kutu kutu penseyi hespiyle oynadım. Anneannem sürekli, "perdeleri kapatın, bizi deli zannedecekler" deyip gülüyordu.
***
Tatilin son sabahı arkadaşım Ateş'e kahvaltıya gittik. Öğleyin de beraber parka çıktık. Ateş akülü motosikletini kullanmama izin verdi. Çok eğlenceliymiş.
***
Geçtiğimiz cumartesi günü sanırım yılın son güneşli gününü yaşadık. 3 saat kadar parkta oynadım, yaprakları havalara savurdum, çamurlu çimenlerde annemle kovalamaca oynadım.
***
Ve bol bol düştüm :)
***
İşte böyle! Güzel bir bayram, güzel bir hafta sonu ve güzel bir arkadaş hikayesi...
Pazartesi, Kasım 23, 2009
Haftasonu çeşitlemesi...
Pazar kahvaltısı...
Kahvaltıya babaannemizin İzmir'den gelirken getirdiği bahçe yeşilliklerinin içinden çıkan minik salyangozlar da eşlik etti. Onları seyrettik, onlara marul yedirdik. Çok eğlendik
Cumartesi akşam uykudan önce keyfini dedesiyle yapmak istedi. Yaklaşık 3 haftadır görüşemeyen dede-torun da böyle hasret giderdi.
Kahvaltıya babaannemizin İzmir'den gelirken getirdiği bahçe yeşilliklerinin içinden çıkan minik salyangozlar da eşlik etti. Onları seyrettik, onlara marul yedirdik. Çok eğlendik
Cumartesi akşam uykudan önce keyfini dedesiyle yapmak istedi. Yaklaşık 3 haftadır görüşemeyen dede-torun da böyle hasret giderdi.
***
İşte bu günün en eğlenceli anıydı. Son anda fotoğraf çekmeye karar verdim ve gülmekten makineyi de ayarlayamadım. Poyraz evdeki herkesi ayağa dikti ve hep beraber kutu kutu pense oynadık. Halimiz görülmeye değerdi.
Bu kare geçen haftadan kalma ama merak etmeyin her hafta sonu aynı sahne yaşanıyor. Poyraz Bey uyurken ben evi topluyorum, süpürüyorum filan... Sonra beyefendi uyanıyor. Salona geliyor, "aaa burası bomboş ne güzel, hemen oyuncaklarımı getireyim" diyor ve 2 kutu oyuncak salonun ortasına boca ediliyor.
Ama o kadar keyifli oynuyor ki, kızmak ne mümkün...
Çarşamba, Kasım 18, 2009
Anne çişle kaka kardeş mi?
Evet işte dün akşamki bombamız da bu. Kakasını yaparken aklına nerden geldiyse bunu sordu. Gülmekten cevap da veremedim... Yani bir cevabım da yok tabi ki, hey allahım bu çocuk bize daha neler yumurtlayacak kimbilir. Bir cevabı olan varsa duymak isterim :)
Önceki gün de çok eğlenceliydi. Üst üste 2 kere beni kahkahaya boğdu.
Renkli bir deniz topumuz var, kuşak kuşak renkli bir top işte. Topla oynuyordu. Yeşil rengi gösterdi, "anne bu bu soda rengiymiş" dedi. Elimde soda vardı, şişesi yeşil ya. "Evet annecim" dedim. Sonra sormaya başladı.
Turuncuyu gösterdi, "anne bu ne rengi?" dedi. "Portakal suyu annecim" dedim.
Sarıyı gösterdi, "anne bu ne rengi? dedi. "Limonata rengi annecim" dedim.
Kırmızıyı gösterdi, "anne bu ne rengi?" dedi. "Elma rengi annecim" dedim.
Maviyi gösterdi, "peki bu ne renk?" dedi. "Deniz rengi annecim" dedim.
Beyazı gösterdi, "bu ne renk?" dedi. éHadi onu da sen söyle bakalım" dedim.
"Hmmm" diye düşündü ve cevap verdi;
"Atlet rengiiiii"
Birkaç saniye idrak edemedim, sonra kahkahayı bastım tabi. Kırk yıl düşünsem, süt, kar filan dururken "atlet rengi" aklıma gelmezdi.
Ve son bomba;
Odasında yerde oyun oynuyor. Eski oyuncaklarını çıkarmış. Hani şu şekillerin, uygun şekildeki boşluklardan içeri atıldığu oyuncak versiyonu var ya. Ondan bulmuş bir tane. Daire deyip, daireyi attı. Kare diyip, kareyi attı. Üçgen diyip, üçgeni attı. Sonra eline gelen şekli tanıyamadı. Bana sordu; "anne bu ne". "Altıgen oğlum".
Biraz uğraştı, başaramadı.
"Anneeee"
"Efendim oğlum?"
"Altı gelmiyor"
Yine anlayana kadar birkaç saniye geçti tabi ama o da neden kahkahayla güldüğümü anlamadı muhtemelen. Altıgen oldu mu size altıgel :))))
Neyse bizde son durumlar bunlar, hepinize bol kahkahalı günler dilerim...
Önceki gün de çok eğlenceliydi. Üst üste 2 kere beni kahkahaya boğdu.
Renkli bir deniz topumuz var, kuşak kuşak renkli bir top işte. Topla oynuyordu. Yeşil rengi gösterdi, "anne bu bu soda rengiymiş" dedi. Elimde soda vardı, şişesi yeşil ya. "Evet annecim" dedim. Sonra sormaya başladı.
Turuncuyu gösterdi, "anne bu ne rengi?" dedi. "Portakal suyu annecim" dedim.
Sarıyı gösterdi, "anne bu ne rengi? dedi. "Limonata rengi annecim" dedim.
Kırmızıyı gösterdi, "anne bu ne rengi?" dedi. "Elma rengi annecim" dedim.
Maviyi gösterdi, "peki bu ne renk?" dedi. "Deniz rengi annecim" dedim.
Beyazı gösterdi, "bu ne renk?" dedi. éHadi onu da sen söyle bakalım" dedim.
"Hmmm" diye düşündü ve cevap verdi;
"Atlet rengiiiii"
Birkaç saniye idrak edemedim, sonra kahkahayı bastım tabi. Kırk yıl düşünsem, süt, kar filan dururken "atlet rengi" aklıma gelmezdi.
Ve son bomba;
Odasında yerde oyun oynuyor. Eski oyuncaklarını çıkarmış. Hani şu şekillerin, uygun şekildeki boşluklardan içeri atıldığu oyuncak versiyonu var ya. Ondan bulmuş bir tane. Daire deyip, daireyi attı. Kare diyip, kareyi attı. Üçgen diyip, üçgeni attı. Sonra eline gelen şekli tanıyamadı. Bana sordu; "anne bu ne". "Altıgen oğlum".
Biraz uğraştı, başaramadı.
"Anneeee"
"Efendim oğlum?"
"Altı gelmiyor"
Yine anlayana kadar birkaç saniye geçti tabi ama o da neden kahkahayla güldüğümü anlamadı muhtemelen. Altıgen oldu mu size altıgel :))))
Neyse bizde son durumlar bunlar, hepinize bol kahkahalı günler dilerim...
Çarşamba, Kasım 11, 2009
ve resimler...
Poyraz uyudu uyumasına da :)
Ben sözümde duramadım, siz diyin tembellik, ben diyeyim yorgunluk...
Buyrun resimlere...
Yazdan kalma son güzel günlerden birinde, sahilde. Arkada görülen beyazlı adam da Poyraz'ın uçurtmasıyla oynayan babamız :)
Uzun uzun taşlarla oynadı, topladı üst üste dizdi. Ve sürekli "maka paka maka mu, maka mika maka pu..." şarkısını söyledi. Anlayan anladı :)))
Denizi ve denizdeki yelkenlileri seyretti.
Burda babası ısrar edince çalıştırdılar çarpışan arabaları ama korktuğum başıma geldi. Gitti arabayı kenara tosladı, kafayı da koltuğa...
Baba-oğul uçağa bindiler. İkisi de çok eğlendi valla. İşin en zor kısmı doğru düzgün bir kare yakalamaktı. Ancak bu kadar yakalayabildim işte :)
Yaşımıza uygun tek şey bu trendi. Neyse ki Poyraz da çok keyif aldı da lunaparka geldiğine pişman olmadı.
Resim çekiyorum annecim, poz ver dediğimde şimdiye kadar yakaladığım en sempatik kare bu. Nefret ediyor poz vermekten ve resminin çekilmesinden. Ama makineyi eline geçirdi mi resim çekmeye bayılıyor o ayrı. Kamera arkasını sevecek sanırım benim oğlum. Şov adamı değil :P
***
Ben sözümde duramadım, siz diyin tembellik, ben diyeyim yorgunluk...
Buyrun resimlere...
Yazdan kalma son güzel günlerden birinde, sahilde. Arkada görülen beyazlı adam da Poyraz'ın uçurtmasıyla oynayan babamız :)
***
Uzun uzun taşlarla oynadı, topladı üst üste dizdi. Ve sürekli "maka paka maka mu, maka mika maka pu..." şarkısını söyledi. Anlayan anladı :)))
***
Denizi ve denizdeki yelkenlileri seyretti.
***
Lunaparkta atlıkarıncada. Fırsattan istifade ben de eğlendim :)
*** Lunapark için henüz küçüğüz. 3 yaşın altındakiler binemez diyince, biz de binip fotoğraf çektirdik.
***
Burda babası ısrar edince çalıştırdılar çarpışan arabaları ama korktuğum başıma geldi. Gitti arabayı kenara tosladı, kafayı da koltuğa...
***
Baba-oğul uçağa bindiler. İkisi de çok eğlendi valla. İşin en zor kısmı doğru düzgün bir kare yakalamaktı. Ancak bu kadar yakalayabildim işte :)
***
Yaşımıza uygun tek şey bu trendi. Neyse ki Poyraz da çok keyif aldı da lunaparka geldiğine pişman olmadı.
***
Resim çekiyorum annecim, poz ver dediğimde şimdiye kadar yakaladığım en sempatik kare bu. Nefret ediyor poz vermekten ve resminin çekilmesinden. Ama makineyi eline geçirdi mi resim çekmeye bayılıyor o ayrı. Kamera arkasını sevecek sanırım benim oğlum. Şov adamı değil :P
***
***
Hava güzel, insanlar terlikle sokağa çıkmışlar. Ama benim oğlum çizmelerimi giyicem diye tutturdu. Renkler de böyle olunca küçük çiftçi oldu benim oğlum.
***
***
Ben Defne Lal'i çekmeye çalışırken çatlak annesi de beni çekiyormuş. Japonlar gibiydik valla ama elimizde kalan resimlerden hayır yok. Yani kuzular 1 saniye durmuyorlar ki.
***
Bu da Defne kuzusunun yakalayabildiğim yegane görüntüsü. O da hiç sevmiyor poz vermeyi.
(ben beceremiyor değilim yani :))
Neyse işte bizde son durumlar böyle, hepinize sevgilerimizi yolluyoruz....
Cumartesi, Kasım 07, 2009
Dizi dizi inciler
Son uzun ara tamamen benim tembelliğimden :)
Resimler de birikti, inciler de. Hatta inciler artık, dizi dizi inci kolye modunda....
Hatta inci demişken hemen incilerden başlayalım.
Tarih 28 Ekim Çarşamba. Okullar yarım gün. Ertesi gün bayram zaten, tatil. Cuma da valilik kararıyla tatil edildi. Okullar domuz gribine karşı ilaçlanacak. Neyse öğlen aldım Poyraz'ı eve geldik. Apartmanın girişindeki bayrağı görünce "Aaaa Cumhuriyet Bayramıııı" dedi. "Evet annecim siz bugün okulda Cumhuriyet Bayramı'nı mı öğrendiniz?" dedim. "Eveeet" dedi. "Peki neymiş Cumhuriyet Bayramı? diye sordum. Cevap bomba gibiydi;
"Atatürk gelip okulları ilaçlayacakmış"
Gülmekten merdivenlerden çıkamadım. Benim oğlum 2 gündemi birbirine katmış.
2 gün sonra televizyonda bir belgesel. "Aaaa Atatürk!" dedi. Babası "Atatürk kim oğlum?" diye sorunca 2. bomba da patladı.
"Temizlikçi"
Bir başka gün, merdivenlerden çıkıyoruz. Beyefendi kucağımda, yorgun. Kafasını omuzuma koydu ama sanırım saçlarım onu rahatsız etti. Soru şahane; "Anne sen neden kafanı bu saçların içine soktun?". Biraz güldükten sonra cevap vermem gerektiğini düşündüm. "Annecim ben kafamı o saçların içine sokmadım, o saçlar benim kafamdan çıkan uzun kıllar". Bazen uzun cevapların son derece yanlış olduğunu düşündürten cevap da burada geldi;
"Neee senin kafandan kıl mı çıkıyor?"
Bir akşam iki ayağım bir pabuçta, evin içinde bir şeyler yetiştirmeye çalışıyorum. Daha önce hiç çıkarmadığım bir oyuncak vardı. Çıkardım, koydum babasıyla ikisinin önüne. Bir karton, küçük karelere bölünmüş ve her karede bir resim var. Bir de üzerinde harfler olan küçük kartonlar.
Babası anlattı; "Bak oğlum bu A harfi, burada aaaa diye başlayan ne var?" birkaç yanlış cevaptan sonra mantığı kavradı. "Ateş" dedi.
"Peki oğlum biiii diye başlayan ne var?"
"Biber"
"Ceee ile başlayan ne var?"
"Ceviz"
"Deeee ile başlayan ne var?"
Biraz bakındı, bulamadı. Sırayla gittiklerini de kavrayamadı. Babası örnekleri artırdı; "Deniz gibi, Domuz gibi, Dağ gibi...."
Gözler sevinçle parladı ve gökkuşağı olan kareyi işaret etti. Babası şaşırdı tabi; "neden oğlum?"
Cevap beni bitirdi;
"E çüntü bu döttuşaaa"
Mantık doğru, sadece biz onun diline göre oynamalıymışız...
Neyse işte durum budur. Unutmadan yazayım dedim...
Şimdi gidip oğluma balık pişirmem lazım. Fotolar o uyuduktan sonra gelecek :)
Resimler de birikti, inciler de. Hatta inciler artık, dizi dizi inci kolye modunda....
Hatta inci demişken hemen incilerden başlayalım.
Tarih 28 Ekim Çarşamba. Okullar yarım gün. Ertesi gün bayram zaten, tatil. Cuma da valilik kararıyla tatil edildi. Okullar domuz gribine karşı ilaçlanacak. Neyse öğlen aldım Poyraz'ı eve geldik. Apartmanın girişindeki bayrağı görünce "Aaaa Cumhuriyet Bayramıııı" dedi. "Evet annecim siz bugün okulda Cumhuriyet Bayramı'nı mı öğrendiniz?" dedim. "Eveeet" dedi. "Peki neymiş Cumhuriyet Bayramı? diye sordum. Cevap bomba gibiydi;
"Atatürk gelip okulları ilaçlayacakmış"
Gülmekten merdivenlerden çıkamadım. Benim oğlum 2 gündemi birbirine katmış.
2 gün sonra televizyonda bir belgesel. "Aaaa Atatürk!" dedi. Babası "Atatürk kim oğlum?" diye sorunca 2. bomba da patladı.
"Temizlikçi"
Bir başka gün, merdivenlerden çıkıyoruz. Beyefendi kucağımda, yorgun. Kafasını omuzuma koydu ama sanırım saçlarım onu rahatsız etti. Soru şahane; "Anne sen neden kafanı bu saçların içine soktun?". Biraz güldükten sonra cevap vermem gerektiğini düşündüm. "Annecim ben kafamı o saçların içine sokmadım, o saçlar benim kafamdan çıkan uzun kıllar". Bazen uzun cevapların son derece yanlış olduğunu düşündürten cevap da burada geldi;
"Neee senin kafandan kıl mı çıkıyor?"
Bir akşam iki ayağım bir pabuçta, evin içinde bir şeyler yetiştirmeye çalışıyorum. Daha önce hiç çıkarmadığım bir oyuncak vardı. Çıkardım, koydum babasıyla ikisinin önüne. Bir karton, küçük karelere bölünmüş ve her karede bir resim var. Bir de üzerinde harfler olan küçük kartonlar.
Babası anlattı; "Bak oğlum bu A harfi, burada aaaa diye başlayan ne var?" birkaç yanlış cevaptan sonra mantığı kavradı. "Ateş" dedi.
"Peki oğlum biiii diye başlayan ne var?"
"Biber"
"Ceee ile başlayan ne var?"
"Ceviz"
"Deeee ile başlayan ne var?"
Biraz bakındı, bulamadı. Sırayla gittiklerini de kavrayamadı. Babası örnekleri artırdı; "Deniz gibi, Domuz gibi, Dağ gibi...."
Gözler sevinçle parladı ve gökkuşağı olan kareyi işaret etti. Babası şaşırdı tabi; "neden oğlum?"
Cevap beni bitirdi;
"E çüntü bu döttuşaaa"
Mantık doğru, sadece biz onun diline göre oynamalıymışız...
Neyse işte durum budur. Unutmadan yazayım dedim...
Şimdi gidip oğluma balık pişirmem lazım. Fotolar o uyuduktan sonra gelecek :)
Pazartesi, Ekim 12, 2009
Z Kuşağı
Bir mail grubuna attığım maili burada sizinle de paylaşmak istedim. Kimileri için tekrar olacaktır, özür dilerim.
Aslında nasıl tarif edeceğimi bilemediğim bir başlıkta yazıyorum . Bu böyle acayip dert ettiğim, bir yol bulmaya çalıştığım bir konu filan değil. Yani abartmıyorum. Ama yine de cevabını bulamadığım kimi sorular var. Sizin de fikirlerinizi merak ettim.
Dünkü bir gazete ekinde 2000’den sonra doğan çocuklar için “Z kuşağı” tanımlaması yapılmış. İlgilenenler bu kuşak için neler denmiş bakabilir, enteresan bir yazı aslında.
http://www.yenibiris.com/HurriyetIK/Oku.aspx?ArticleID=6730
Ama benim asıl meselem çocuğum nasıl bir çocuk olacak değil... Ben çocuğumu bu dünyaya uygun mu yetiştiriyorum?
Yani her anne – baba çocuğundan bir kuşak geride, orası kesin. Ama yaşam şartları ve biçimi her nesilde gittikçe tuhaflaşıyor. Kimi açılardan kolaylaşıyor, kimi açılardan zorlaşıyor.
Sadede gel dediğinizi duydum :)
Dedim ya tarif etmekte zorlanıyorum diye.
O zaman bodoslama göbekten girip, kafamdaki soruları ardarda yazıyorum...
- Hergün birkaç çocuğun falanca sebebten kaçırıldığı bir çağda bu çocukları fanusa koymadan, özgüvenli bireyler olarak yetiştirmenin bir yolu var mıdır? Çok açık ki, doğruyu yanlışı öğretmek, yabancılara dikkat et filan demek bir işe yaramıyor.
- Okul bahçesinde veya parkta kendisinden sadece birkaç yaş büyük çocuklar tarafından sıkıştırılan bir çocuğa ne yapılabilir, yakın dövüş dersleri mi?
- Çocuklara tv seyrettirmemek, az seyrettirmek sizce gerçekçi ve anlamlı mı? Onlar bir başka çağda, bambaşka bir dünyada büyüyorlar. Slogan şu; “çok fazla girdi ve çok hızlı tüketim...”
- İyi kalpli, arkadaşlarıyla paylaşmayı seven, büyüklerine karşı saygılı, spor yapan, bisiklete binen çocuk ve genç modeli artık hayal mi olacak?
- Bizim çocuklarımız artık sokakta oynayamayacaklar farkında mısınız? Onların arkadaşlık biçimi bambaşka olacak? Ama nasıl? Bunu nasıl sağlayacağız?
- Çok açık ki gittikçe anne-babanın çocuk üzerindeki etkisi azalacak. Kalan etki alanımızı nasıl değerlendireceğiz? 90’ların sonundan kalma çocuk eğitim metodları bu kuşağa vız gelir bence.
- Tiyatro oyunları bile artık çocukların beynini yıkamaya yönelik. Kitapları önce biz okuyup eline veriyoruz da, tiyatroyu da biz mi yazıp oynayacağız? Çocuklarımızı hayattan koparmadan, ama yüzlerini de aydınlıktan uzaklaştırmadan nasıl yetiştireceğiz? Bu çocuklara konuşmak, oturup öğüt verir gibi anlatmak sökmez. Görmek, yaşamak istiyorlar. Sınırı nasıl çizeceğiz?
Sorularım böyle devam ediyor, ama sanırım derdimi anlatabilmişimdir.
Su akıp yolunu bulacak elbette, çok kabus görmeye gerek yok... Ben bu konularda bir türlü kendime yetecek cevaplar bulamadım da, siz ne durumdasınız onu merak ettim?
Sevgiler...
Aslında nasıl tarif edeceğimi bilemediğim bir başlıkta yazıyorum . Bu böyle acayip dert ettiğim, bir yol bulmaya çalıştığım bir konu filan değil. Yani abartmıyorum. Ama yine de cevabını bulamadığım kimi sorular var. Sizin de fikirlerinizi merak ettim.
Dünkü bir gazete ekinde 2000’den sonra doğan çocuklar için “Z kuşağı” tanımlaması yapılmış. İlgilenenler bu kuşak için neler denmiş bakabilir, enteresan bir yazı aslında.
http://www.yenibiris.com/HurriyetIK/Oku.aspx?ArticleID=6730
Ama benim asıl meselem çocuğum nasıl bir çocuk olacak değil... Ben çocuğumu bu dünyaya uygun mu yetiştiriyorum?
Yani her anne – baba çocuğundan bir kuşak geride, orası kesin. Ama yaşam şartları ve biçimi her nesilde gittikçe tuhaflaşıyor. Kimi açılardan kolaylaşıyor, kimi açılardan zorlaşıyor.
Sadede gel dediğinizi duydum :)
Dedim ya tarif etmekte zorlanıyorum diye.
O zaman bodoslama göbekten girip, kafamdaki soruları ardarda yazıyorum...
- Hergün birkaç çocuğun falanca sebebten kaçırıldığı bir çağda bu çocukları fanusa koymadan, özgüvenli bireyler olarak yetiştirmenin bir yolu var mıdır? Çok açık ki, doğruyu yanlışı öğretmek, yabancılara dikkat et filan demek bir işe yaramıyor.
- Okul bahçesinde veya parkta kendisinden sadece birkaç yaş büyük çocuklar tarafından sıkıştırılan bir çocuğa ne yapılabilir, yakın dövüş dersleri mi?
- Çocuklara tv seyrettirmemek, az seyrettirmek sizce gerçekçi ve anlamlı mı? Onlar bir başka çağda, bambaşka bir dünyada büyüyorlar. Slogan şu; “çok fazla girdi ve çok hızlı tüketim...”
- İyi kalpli, arkadaşlarıyla paylaşmayı seven, büyüklerine karşı saygılı, spor yapan, bisiklete binen çocuk ve genç modeli artık hayal mi olacak?
- Bizim çocuklarımız artık sokakta oynayamayacaklar farkında mısınız? Onların arkadaşlık biçimi bambaşka olacak? Ama nasıl? Bunu nasıl sağlayacağız?
- Çok açık ki gittikçe anne-babanın çocuk üzerindeki etkisi azalacak. Kalan etki alanımızı nasıl değerlendireceğiz? 90’ların sonundan kalma çocuk eğitim metodları bu kuşağa vız gelir bence.
- Tiyatro oyunları bile artık çocukların beynini yıkamaya yönelik. Kitapları önce biz okuyup eline veriyoruz da, tiyatroyu da biz mi yazıp oynayacağız? Çocuklarımızı hayattan koparmadan, ama yüzlerini de aydınlıktan uzaklaştırmadan nasıl yetiştireceğiz? Bu çocuklara konuşmak, oturup öğüt verir gibi anlatmak sökmez. Görmek, yaşamak istiyorlar. Sınırı nasıl çizeceğiz?
Sorularım böyle devam ediyor, ama sanırım derdimi anlatabilmişimdir.
Su akıp yolunu bulacak elbette, çok kabus görmeye gerek yok... Ben bu konularda bir türlü kendime yetecek cevaplar bulamadım da, siz ne durumdasınız onu merak ettim?
Sevgiler...
Biraz yemek tarifi, biraz haftasonu keyfi
Bugün pazartesi, o kadar çok mail yazdım ki, canım şu anda hiç yazı yazmak istemiyor. Ama biliyorum ki, şimdi yazmazsam bir daha 10 gün sonra yazacağım.
Bu aralar Poyraz yuvada pek doğru dürüst beslenemediği için, sabah kahvaltılarını ve akşam yemeklerini besleyici yapmaya çalışıyorum. Ama evde her zaman taze ve besleyici bir yemek olamadığından imdadımıza babaanne tarhanası yetişiyor. Babaannemizin gerçekten büyük zahmetlerle yaptığı nefis tarhanayı Poyraz çok seviyor. Ben de bunu fırsat bilerek tarhana ana malzeme olmak üzere içini çeşitlendiriyorum.
Tarhana+sarımsak+domates+maydonoz
Tarhana+sarımsak+domates+kıyma+kabak
Tarhana+sarımsak+domates+ıspanak
Şimdilik bunları denedim ve Poyraz hepsini de sorunsuz yedi :)
Şimdi de haftasonu keyfimizden kareler.
Bu aralar Poyraz yuvada pek doğru dürüst beslenemediği için, sabah kahvaltılarını ve akşam yemeklerini besleyici yapmaya çalışıyorum. Ama evde her zaman taze ve besleyici bir yemek olamadığından imdadımıza babaanne tarhanası yetişiyor. Babaannemizin gerçekten büyük zahmetlerle yaptığı nefis tarhanayı Poyraz çok seviyor. Ben de bunu fırsat bilerek tarhana ana malzeme olmak üzere içini çeşitlendiriyorum.
Tarhana+sarımsak+domates+maydonoz
Tarhana+sarımsak+domates+kıyma+kabak
Tarhana+sarımsak+domates+ıspanak
Şimdilik bunları denedim ve Poyraz hepsini de sorunsuz yedi :)
Şimdi de haftasonu keyfimizden kareler.
***
***
***
***
***
"Babası sokakta alıç satan bir dede görünce çocukluğunu anımsayıp almış. Poyraz bu yenebilen kolyeyi çok sevdi ve kimseyle paylaşmak istemedi tabi ki."
***
***
Ve son komiklikleri;
Poyraz'ın tüm oyuncaklarını odasına taşıdık. Böylece salondaki korkunç dağınıklığın önüne bir nebze olsun geçebildik. Hafta sonu gene bir oyuncağını almış salona getirmiş oynarken, başka bir oyuncağını daha istedi. Ben de bunları toplamadan olmaz diye direttim. Biraz karşılıklı didiştik. En sonunda yumruklarını sıkarak odasına gitti. Giderken de kendi kendine homurdanıyordu; "Ne inatçı yaaa, ne inatçı"
Dün sabah kahvaltı ediyoruz. Elinde bir dergiden çıkan küçük bir balık tutma oyunu var. Minik bir platformda dönen balıklarve Poyraz'ın elinde küçük bir olta. Oltanın ucundaki mıknatsla balıkları yakalamaya çalışıyor. Bir süre sonra bu çabadan sıkılmış olacak ki; Poyraz'ı oltayı sallarken buldum. Oltayı balıklara doğru sallarken bir yandan da şöyle diyordu; "gelsenize balıklar, gelsenize"
Not: Biraz öksürüyordu, cuma sabahı doktora gittik. İlerde bu yaşlarda boyu, kilosu neydi diye hatırlamak için yazıyorum. Şu anda kilosu 14,5, boyu da 94 cm.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)