Bir süredir bir miktar sıkıntılıyım. Poyraz’la ilgili. Yok
endişe etmeyin bir sağlık sorunu filan yok oğulcuğumun. Durum biraz farklı.
Poyraz bir devlet okulunda 2. sınıfta okuyor. Şanslıyız ki
öğretmenimiz son derece tatlı, ufuk açıcı, çocukların farklılıklarını
önemseyen, bu farklı yanları beslemeye çalışan iyi bir eğitimci.
Bu kısmında –ki oldukça önemli bir kısım- sorun yok. Lakin
eğitim alma, okula gitme denen mevzunun kendisi ile ilgili ciddi sıkıntılarımız
var. Bilmiyorum belki de ben abartıyorumdur. Olsun abartacağım. Çünkü ben de
iliklerime kadar hissediyorum oğlumun sıkıntısını.
Poyraz çok küçüklüğünden beri, doğaya ve özellikle
hayvanlara ciddi merak duyan, bu konuda okumayı, araştırma yapmayı, resimler
yapmayı ve özellikle de konuşmayı seven bir çocuk idi. Hatta konuşmayı o kadar
sever ki, konuşmaktan ağzındaki lokmayı yutmaya fırsat bulamadığına çok şahit
oldum ben. O anda her ne yapıyorsa, eğer konuşmaması gerekiyorsa veya mecbur
olduğu bir işi yapıyorsa kafada kesin başka bir süreç işliyordur. Arka planda
kesin bambaşka bir şey düşünüyordur. Bu yüzden iki komutu aynı anda içeren cümleler kuramıyorum. "Oğlum çantanı topla ve pijamalarını giy" dediğimde, çanta toplanırken bambaşka dünyalara dalan oğlumu pijama safhasına getirebilmek için en az 3-4 ara komut daha vermek zorunda kalıyorum.
Birçok çocukta benzer şeyler olabilir,
bilemiyorum. Sonuçta bu kadar detaylı bir gözlemi ben ancak kendi çocuğum için
yapabiliyorum. Bunu da benim çocuğum farklı demek için değil, bu tespit de
burada dursun demek için yapıyorum. Yanlış anlaşılma olmasın. Ve hatta benzer
durumda olan başkaları da varsa, mutlaka tanımak, tanışmak isterim. Belki hep
birlikte bir çözüm buluruz, çocuklarımıza destek oluruz.
Neyse konuya döneyim. Poyraz okumasına olanak verdiğimiz
kitap ve dergiler sayesinde okuma ile arasında olan sorunu çözse de yazmayı hiç
sevemedi. Resim yapmayı da hiç sevmezdi küçükken, ilk çubuk adamını 4,5 yaşında
çizmişti mesela. Şimdi de yazmak zorunda olduğunda çok sıkılıyor, zorlanıyor.
Bu nedenle de çok zorlanıyor. Sayfalar dolusu matematik ödevini sevinçle
yapıyor, ama 2 satır yazması gereken bir ödev olduğunda o cümleleri kısaltmak
için ne kadar yaratıcı fikirler geliştirdiğini görseniz şaşarsınız.
Öğretmeniyle çok güzel bir işbirliğimiz var, beni çok güzel
yönlendiriyor. Hatta yönlendirmekle kalmayıp, sakinleştirdiği de çok oluyor.
Zira ben bazen kontrolümü fena halde kaybedebiliyorum.
Her güne bir kurşun kalem…
Çünkü kalemtıraşıyla kalemi öyle sipsivri açmaya bayılıyor.
Tabi o sipsivri uç çok daha kolay kırılıyor. Hele o uçla yazı yamak dışında
bilumum şey yapılırsa. Silgi yontmak, defterin tüm sayfalarını tek seferde
delmeye çalışmak ve hatta toprağı kazmak…
Her hafta pantolon, tişört veya eşofmanda bir kesik veya
delik…
Kirlenir anlarım, düşer yırtılır anlarım. Be çocuum, sıkıntıdan
insan kolunu, paçasını keser mi? Sivri kalem uçlarıyla delikler açar mı?
“Evet yapar, doğaldır” dediğinizi duyar gibiyim. Hatta
kimileriniz “sen unuttun herhalde 8 yaşındaki halini” diye de çemkirecektir de.
Yok unutmadım. Ben de inanılmaz meraklı, inanılmaz deney yapan bir çocuktum.
Babasının da bu konuda dillere destan bir ünü var. Bu durumda armut dibine mi
düşer, düşer…
Lakin iş bunlarla bitmiyor. Önce beni 2 gün okul, 2 gün
tatil olması gerektiğine, çocukların öğrenmek kadar eğlenmeye, gezmeye de
ihtiyacı olduğuna ikna etmeye çalıştı. Hayatın kendisinin ne kadar öğretici
olduğu konusunu kesinlikle çok önemsiyorum. Hatta hayat bilgisinin kitaplardan
çok, hayatın kendisinden öğrenilmesi gerektiğini savunuyorum. 40 yaşına geldim
o kadar çok insan tanıdım ki, eğitimli ama hayat bilgisi yoksunu. 5 gün okul 2 gün tatilin bir kural olduğunu, tüm dünyada
bunun bu şekilde işlediğini, anne babaların işe gitmek zorunda oldukları
günlerde çocukların da okula gittiklerini söyledim. İkna olmadı ama kabullendi.
Sonra birkaç hafta bir baş ağrısı sorunu yaşadık. Derste veya ödev yaparken çok sıkıldığını, strese girdiğini ve başının da bu
nedenle tam da bu zamanlarda ağrıdığını anlattı. Tabi bunda benim de payım çok.
Bir an önce bitirip kaçmak istediği için poposunun yarısıyla oturduğu
sandalyeden, kalemi tutuş şekline, harflerin boyutlarından, silgiyle yarım
yamalak sildiği yazılara kadar her şeye müdahale ettiğim için çocuğun ekstra
strese girdiğine eminim. Bu süreçte tavrımı değiştirince, baş ağrılarımız da
azaldı.
Sonra en son olarak dün, gelecek hafta İngilizce sınavı
olacaklarını ve bu nedenle çok stresli olduğunu söyleyerek geldi eve. Sene
başından beri İngilizce’ye asla ana derslerden biri gibi muamele etmediği ve
çalışmak konusunda son derece isteksiz olduğu için de son derece endişeliydi.
Yapamayacağım, başaramayacağım diye dolandı. Ben “çalışırız” dedikçe de,
çalışarak geçirmesi gereken zamanda izleyemeyeceği çizgi filmleri düşünerek
daha çok telaşa kapıldı sanırım.
“Hep böyle sınavlar mı olacak?” dedi, “evet”
dedik.
“Ben de abim gibi böyle herkesin bir okulda beraber girdiği büyük
sınavlara girecek miyim?” dedi, “evet” dedik.
“Mecbur muyum?” dedi, “bilim
insanı olmak istiyorsan ne yazık ki mecbursun, her bilim insanı olmak istiyorum
diyen o okula girerse ne olacak? Kimin yapıp, kimin yapamayacağını anlamak
istiyorlar” dedik.
“Peki ya başaramazsam?” dedi, benim 8 yaşındaki oğlum
seneler sonra girmesi muhtemel sınav için
“İmam olursun” dedi babası, şakayla
karışık.
“Başaramazsan okulu bırakır, çalışmaya da başlayabilirsin” dedim, acı
acı…
Bu arada belirteyim, okul başarısı ve meslek seçimi konusunda zerrece hırs
yapmış veya tercih belirtmiş değiliz.
Sonra 6 yıl önce La Colmenita müzikal topluluğu ile ülkemize
gelen ve 1 hafta evimizde misafir ettiğimiz 14 yaşındaki Küba’lı tatlı Hanser
geldi aklıma. Onun hiiiiç böyle dertleri yoktu. Büyüyünce ne olacaksın diye
sorduğumuzda, en sevdiği iki hobiden birini, futbolu veya müziği söyleyeceğini
düşünmüştük. Ama o biyoloji konusunda uzmanlaşacağını (dikkat edin uzmanlaşmak
istediğini değil, uzmanlaşacağını), biyomedikalle ilgilendiğini, bir alternatif
olarak da okyanus canlılarının biyolojik çeşitliliği üzerine çalışacağını
söyledi. İnsanın alacağı eğitim konusunda hiçbir kaygısı olmaması ne güzeldir
kimbilir… O zaman 14 yaşında böyle özgür hayaller kurabilirsin işte.
Netice şu, bu eğitim sistemi kesinlikle çocuklara uygun
değil. Dünyanın en iyi öğretmeni ile de çalışsanız, yıllar sonra gireceği
sınava dair başaramayacağım korkusu yaşıyorsa bir çocuk, bu eğitimden bir hayır
gelmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder