Cuma, Aralık 29, 2006

Vee Özü'nün son iş günüüüü...

Doğuma sadece günler kaldı. Teorik olarak 3 hafta ama bence çok daha yakın. Çok heyecanlı olmalısın...
Artık tamamen kızına konsantre olabilirsin... 4-5 ay iş düşünmek yok. Hayatınıza yepyeni bir renk, yepyeni bir anlam gelecek. Belki de bambaşka diyarlara uçuracak bu küçük kelebek sizi...
Belki hastane çantasını yeniden gözden geçireceksin, defalarca kez :))
Belki kızın odasına günde 50 kere girip unutulan bişey var mı diye bakacaksın...
Tasasız yürüyüşler yapacaksın annenle hayaller kurarak...
Kitaplar okuyacaksın, Denizkızına daha iyi bakabilmek için...
Sonra bir gün kucağına verecekler o minik Kahraman'ı, uzun ve yorucu bir mücadeleden çıkıp sağsalim evine gelen küçük kızı...
Kah ağlayacak, kah güleceksiniz...
Bol bol yorulacak, ama bol bol da hayretler içinde kalarak izleyeceksiniz yarattığınız mucizeyi...
Artık anne ve baba olmuş olacaksınız...

Size kolaylıklar diliyorum arkadaşım... Ve de bol şans. Eminim herşey çok ama çok güzel olacak....
Darısı başıma artık :)

Doğum 3 Mart 2007'de

İlk bahis benden. Ben 3 Mart'ta doğurcam diyorum. Zira dün gece rüyamda bebeği 3 Mart'ta doğurduğumu gördüm. 2 Mart akşamı sancı geliyordu, 3 Mart'ta da doğumu yapıyordum.


Bu arada tuhaf rüyalar görmek konusunda hamilelerin özel bir durumu olduğunu duymuştum ama, benim gibi her akşam romanlara konu olacak şekilde rüya gören var mıdır bilmiyorum? Bu ne yoğun bir iç dünyadır, ne çetrefilli bilinçaltıdır yahu...

Zaten duygusal olarak dev dalgalar yaratıyor bu durum hayatımda. Kuvvetli Poyraz fırtınasından olabilir mi acaba :)

Dokunsalar ağlıyorum. Gündüz başka, gece başka bir insan oluyorum. Televizyonda gördüklerim, internette okuduklarım, bir insanın bakışı dudaklarımın bükülmesine yetiyor...


Doğumdan sonra nasıl bir olacağımı ayrıca merak ediyorum valla...

Blogumun görüntüsünü değiştirdim

Sadece değişiklik olsun istedim. Çok da uğraşmadım. Umarım beğenirsiniz.
Sevgiler,
Özlem

Çarşamba, Aralık 27, 2006

Normal doğum mu? Sezeryan mı?

Dün akşam doğum için bakmaya gittiğim hastanede görevli kız bana ilk bu soruyu sordu? Açıkçası bu soruyu ben kendime hiç sormadım. Şu andan itibaren yazacaklarım da tamamen kişisel görüşlerimdir.

Doğum her kadının hayatında gerçekleşecek olan son derece normal bir doğa olayıdır. Hamileliğin oldukça mucizevi yanları olmasına, insanı hayretler içinde bırakacak bir mükemmellikle işlemesine rağmen, kadınların doğum konusundaki aşırı endişelerini anlamakta zorlanıyorum. Doğum hamileliğin doğal bir sonucu olarak gelecektir ve çoğunlukla ciddi bir aksilik çıkmadan da sonuçlanacaktır. Gelişen tıbbın insanların işini kolaylaştırmasına paralel olarak, sağlığın bir sektör haline gelmesi ve maddiyatın ön plana çıkması ile sezeryan bir doğum alternatifi haline getirilmiştir.
Oysa sezeryan bir doğum alternatifi değildir. Evde doğum bir doğum alternatifi olabilir, suda doğum da bir alternatiftir. Hatta acı eşiği düşük ve acı çekmekten aşırı derecede korkan kadınlar için epidural anestezi ile normal doğum da bir doğum alternatifiolabilir. Ama sezeryan bir ameliyattır. Bir normal doğum alternatifi değildir.
Tıp bilimini reddetmiyorum. Nimetlerinden sonuna kadar faydalanmayı doğru buluyorum. Ama sezeryan, ancak ve ancak hiçbir şekilde normal doğum yapılamadığı durumlarda anne ve bebeğin hayatını tehlikeye atmamak için uygulanması gereken bir yöntem olmalıdır.
Dediğim gibi, tüm bunlar benim kişisel fikirlerim. Mutlak doğrudur gibi bir iddiam yok. Ama belki de hayatta sadece bir kez yaşayabileceğim bir süreci tamamen farkında olarak yaşamak istiyorum. Öncelikle bu bir süpriz olsun istiyorum. Ne zamaan olacağı belli olmasın. Sancılarım beklenmedik bir anda başlasın. Ben babamızı arayıp "çabuk gel" diyeyim. Ya da "uyan sancılarım başladı" diyeyim. Heyecanlı bir telaş yaşayalım. Doktorumuzu arayalım. O bize "yok daha bekleyin sancılar yeterince sık değil" desin. Ben ona kızayım, 30 saniye sonra doğuracağımı iddia edeyim :) Sonra sancılar sıklaşsın, hatta suyum gelsin. Çantamızı alalım. Bir araba bulalım. Hastaneye gidelim. Orada sancı sıklığına, bebeğin durumuna ve rahim ağzının ne kadar açıldığına baksınlar. Bu arada ben sancı çekerken aklıma gelen herkese küfür edeyim. Nasıl olsa o sırada bana yasak yok :)) Ogo'muza 9 ay boyunca hiç yaşatmadığım eziyeti yaşatayım. Sonra doktorum gelsin, vakit tamam desin. Beni doğumhaneye alsınlar. Dışarda heyecanlı bir bekleyiş, içerde sancılar. Bebeğimin doğduğunu hissedeyim. Onu ilk ben göreyim. Ağlamasını ilk ben duyayım. Hemen göğsüme yatırsınlar, sıcaklığını hissedeyim.....

Şimdi ben böyle yazıyorum ya, kesin bir aksilik çıkar ve ben sezeryan olmak zorunda kalırım :)
Ne yapalım, sağlık olsun. Bebişimiz iyi olsun da, karnımın 7 kat kesilmesine, 7 kat dikilmesine, onu geç emzirmeye, sonra daha uzun süre acı çekmeye katlanırım ben. Bir aksilik çıkmasın diye dilekte bulunmaktan başka şansım yok ne de olsa...

Evde doğum yapmak istiyorum...

Dün akşam minik minik kar atıştırırken Kadıköy Şifa Hastanesi'ne gittik. Doğum yapacağım hastaneyi seçmeye çalışıyorum da, en güçlü aday orası idi. Fiyatları öğrendik, normal doğum 1300 YTL, sezeryan 2500 YTL imiş. Bu fiyatlara doktor dahil değil tabi, doktorum da 2000 YTL talep etti.
Neyse odaları filan gezdik, standart sıkıcı hastane odası işte. Bebek 24 saat yanımda olacakmış, emzireceğim zaman yatağı bir perde veya tahta bir paravanla ayıracakmışım. Normal doğumda 1 gece, sezeryan olursa 2 gece kalacakmışım. Sonra bebeklerin yıkandığı, altlarının değiştirildiği odaya baktık. Hemşire ile konuştuk. Daha şimdiden doğum yapıp, eve dönme hayalleri kuruyorum. Hastane kısmı daha şimdiden sıktı beni.
Tabi bunun hastane ile ilgisi yok. Hangi hastane olursa olsun aynı şey olacak. Bu benim uyuzluğum. Deviasyon ameliyatından sonra da doktorumun tüm ısrarlarına rağmen hastanede yatmayıp aynı gün evime dönmüştüm.
Neyse geceliğimi kendim götürecekmişim. bebeğe onlar bir tulum vereceklermiş. Onun dışında yenidoğan sünneti de 525 YTL, uygun olursa onu da yaptırmak istiyorum.

Durum budur. Geri sayım resmen başladı :)

Pazartesi, Aralık 25, 2006

10 hafta kaldı (teorik olarak:)))

Bugün itibariyle 30. haftamızı doldurduk. Teorik olarak tam 10 haftam kaldı doğuma.
Tabi bir bebeğin 40. haftada doğma olasılığı %5 imiş. 38. ile 42. haftalar arası herhangi bir zamanda doğabilirmiş.

Sizin tahmininiz ne? Hadi bir tarih aralığı tahmin edin bakayım... En yakın tahmine oğlumun ilk fotosunu hediye ederim :))

Hatta yaklaşık doğum boyunu ve kilosunu da bilene, fotosu ile videosunu ve bebek şekerini de yollarım.

Hadi bakiim bahisçiler....

Cuma, Aralık 22, 2006

Oğluma ilk hediye...

Yeni yıl geliyor... Yeni yıl bana oğlumu da getiriyor. Umarım yeni yıl ve bundan sonraki tüm yıllar hepimiz için güzellikler getirir.
Bugün oğluma ilk hediyesini aldım. Artık beni duyabiliyormuş. Ona okumak için "Küçük Prens" kitabını aldım. Umarım beğenir...





Kendime de bir Vivaldi CD'si aldım. Neden mi Vivaldi? Bir dergide okudum, bebekler anne karnında müzik dinleyince rahatlıyorlarmış ya, en çok Vivaldi seviyorlarmış. Gittim baktım. Bir sürü Vivaldi CD'si vardı. Nasıl seçeceğimi bilemedim. Zaten benim için bir farkları da yok. (Korkuncum di mi?) Ben de kolay yolu seçip "The very best of Vivaldi" diye bir cd aldım :)))

Ofise geldim, taktım dinliyorum. Bazı parçalar kilise müziği gibi ama fena değil, bakalım bebişin de hoşuna gidecek mi?

Eee ben kandırıldım galiba, hani kendime almıştım bunu. Bebiş de nerden çıktı. Ona zaten kitap almıştım. Hay allah, he kendime birşey almaya kalktığımda bu olmaz umarım :))

Perşembe, Aralık 21, 2006

Oğlumu dün gece doğurdum...


Rüyamda tabi... Doğum anını hatırlamıyorum. Hastanenin merdivenlerinden inmeye çalışıyordum. Tonguç kolumdan tutup destek oluyordu. "Bebek nerde?" diye sordum. "Devrim getiriyor" dedi. Arkama dönüp baktım, Devrim Poyraz'ı bir türlü taşıyamıyor, tutamıyordu. Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı. Gittim, bebeği aldım. Yüzünü kendime çevirdim. Minnacık, güzel bir surat. İpek gibi siyah saçlar... Sen ne kadar tatlısın, ne kadar da abine benziyorsun dedim. Sanki utangaçca gülümsedi.
Gerçekten de aynı abisi gibiydi yüzü. Çok hoş bir rüyaydı...
Hayra yorun arkadaşlar...

Çarşamba, Aralık 20, 2006

İşte oğlumun odası...




Hafta sonu kardeşimle birlikte oğlanın odasını derleyip toparladığımızı yazmştım. Şimdi de çektiğim resimleri koyayım bari. Odanın tamamını çekemedim ama bunlar da fikir vermeye yeter... Belki bir de güzel bir bordür yapıştırırım duvara..




Pazartesi, Aralık 18, 2006

Odamız hazır....

Canım oğlum, teyzenle birlikte hafta sonu odanı temizledik. O koca hurçları ve torbaları nereye sığdıracağımı düşünürken, minnacık giysilerin dolapta kayboldu neredeyse. Oyuncaklarını oyuncak kutusuna doldurdum. Araban ve vinçin dolabın üstünde seni bekliyor. Hele perde de takılınca nasıl aydınlık, nasıl sevimli oldu odan anlatamam. Abin hemen oyun halısında seninle nasıl oynayacağını planlamaya başladı. Çok şanslısın oğlum, öyle tatlı bir abin var ki...
Akşam baban da odanı görünce mest oldu, ama kirlenmesin diye halıyı hemen kaldırdı :))

Ne o, anladın mı senden bahsettiğimi? Pıt pıt pıt.... Burdayım annecim, yanındayım. Ve evet bak senden bahsediyorum... İyi ol, iyi gel....

Cuma, Aralık 15, 2006

Büyüyorsun oğlum....

Beni de büyütüyorsun. 28 hafta içindeyken aldığım kilo tam 10 olmuş... Sen de artık 1,224 kg'lık, 36 cm'lik bir adam olmuşsun :)
Boyuna posuna bakınca 30 haftalık görünüyorsun. Doktor amcamız doğmak için Mart ayını bekleyemeyebileceğin söyledi. Şubat 20 itibariyle seni karşılamaya hazır olacağım, daha öncesi süpriz olur annecim.
Bir daha 11 Ocak'ta göreceğim seni. Sonra her hafta iyi olup olmadığına bakacağız. Umarım herşey yolunda gider ve seni sağlıklı bir şekilde kucağıma alırım.
Seni çok seven,
ANNEN

Pazartesi, Aralık 11, 2006

İyi ki doğmuşsun canım oğlum! Teyzesinin kuzusu...


Bugün benim ayçiçeğimin doğumunun 6. yılı. Teyzesinin bitanesi, kalbim, canımın içi artık 6 yaşını doldurmuş bir genç adam.
Senin varlığın hepimizin hayatını öyle güzel kıldı ki oğlum, bize neler kattığını imkanı yok anlayamazsın.
Seni çok seviyorum teyzecim! Ömrün uzun, şansın hep bol, bahtın hep güzel, yüzün hep güler ve yolun hep açık olsun.

En büyük dileğim, oğlumun da sana benzeyen bir çocuk olması.

TEYZEN

Affet beni babaanne....

Biz küçükken babaannem ramazan aylarını bizde geçirirdi. Normalde Bursa'da yaşayan babaannem, yaz boyunca köyde yaptığı salçaları, kuruttuğu fasulyeleri, nefis şeftali kompostalarını yüklenir gelirdi. Onun gelişi kardeşimle benim için ayrı bir keyifti. Çünkü babaannem her gece daha önce hiç duymadığım masallar anlatırdı bize. Sanırım masal repertuarı 5 veya 6 idi ama aynı masalları tekrar tekrar onun ağzından duymaktan hiç sıkılmazdık.

Senin masallarını bir kenara yazmadığım ve torunlarının çocuklarına anlatamadığım için beni affet babaanne!

Babaannemin kulakları duymazdı. 20'li yaşlarına yakın kulağı ağrıdığı için köyde kulağına gazyağı damlatmışlar ve ondan sonra işitme yeteneğini yitirmiş. Ama çok güzel dudak okurdu ve anlaşmakta hiç zorluk yaşamazdık. Sadece yeni isimleri ve kelimeleri hiç bilmediği için söyleyemezdi. Bu nedenle adı Soner olan bir torununa Çöner, adı Onur olan bir torununa Odun derdi. :))

"Babanne sen Atatürk'ü gördün mü?" diye merakla sorardık küçükken. Gördüm ama çok değil derdi utangaç gülümseyerek. Meğer işin aslı başkaymış. Mustafa Kemal'in Bursa'ya geleceğini duyan babaannem daha genç bir kızken onu görmek umudu ile geçeceği yere gitmiş. Ama gittiğinde yere serilen halıları görünce aklı başından gitmiş. Babaannem hayran hayran halıları seyrederken beklediği misafir geçip gitmiş at üstünde. Zaten minnacık bir kadın olan babaannem onu sadece birazcık yandan ve sırtından görebilmiş... Çok gülerdim bu olaya, hala da neşelendirir beni.

Bu küçücük kadının, çok güzel yeşil gözleri vardı. Oğullarına miras bıraktığı. İşte o minnacık kadın, küçücük elleri ve o yeşil gözleriyle çok güzel örgü işleri yapardı.

Torununu sana yetiştiremediğim ve o güzel örgü işlerini giydiremediğim için beni affet babaanne!

Dedemle 8 yaşında evlenmiş. Öyle anlatırdı, doğrusunu yanlışını bilmiyorum. Savaş yılları... 15'inde babamı almış kucağına. "Babanı emziremedim, daha memelerim çıkmamıştı" diye anlatırdı. Savaş sonrası yoksulluk yıllarında mısır koçanlarını öğütüp mama yaparmış babama. Halamla amcama yetişti mi babaannemin memeleri bilemiyorum tabi :)

Sonra biz büyüdük. Babaannem de iyice yaşlandı. Artık ramazanları gelemez oldu. Biz de gidemez olduk. Heryere gittik ama oraya gidemedik, arabayla 2,5 saat öteye, Bursa'ya. Kulakları duymadığı için telefonla da konuşamazdık. En son evlendikten sonra bir bayram gitmiştik. Sanırım 4 yıl kadar önce. Sonra sürekli gitmeyi planladım. Ama sadece planlayabildim. Kaç kere Uludağ'a gittim ama fırsat yaratıp babaannemi görmeye gidemedim.

Torununun oğluyla sana gelmeyi planlıyordum babaanne. Valla bu sefer gelecektim.

Sen 82 yaşında aynı sessizlikle o yeşil gözlerini kapamadan sana gelemediğim için beni affet babaanne!

Çarşamba, Aralık 06, 2006

resmen şikayet ediyorum artık....

Babamız bizi hiç aramıyo...
Bizi gezmeye de çıkarmıyo...
Seviyo ama çok yorgun ve çok yoğun...

Oh be!

Pazartesi, Aralık 04, 2006

huzursuzum, mutsuzum, kuşkucuyum....

Gerginim, depresifim, "canım" diyene "canın çıksın" diyesim var.
Nedenini bilmiyorum, birkaç gündür çok sinirliyim. Dışardan bakınca ben bile farkediyorum. Canımı sıkanlardan intikam almaya eğilimliyim. Tüm bunlar hamilelikten mi, yoksa gerçekten uyuz bir insan mı olmaya başladım acaba...
İkna olmak istemiyorum, rahatlatılmak da istemiyorum. Ve hatta ilgilenilmek bile istemiyorum...

Cumartesi IKEA'da yorucu bir yolculuk sonrası oğluşlarımın mobilyalarını aldık. Dün de çoook yorucu bir uğraş sonucu kurduk. Ama ben bir yatağın boyu ile, bir bebek karyolasının enini doğru toplamayı başaramadığım için karyola odaya sığmadı. Çok canım sıkıldı çok. Kendimden bile intikam alasım geldi valla :P
Neyse bebek karyolasını odaya koymayı bahara erteledik, çünkü odadaki kalorifer peteğini, ince petekle değiştirirsek ihtiyacımız olan alanı kazanacağız. Ha bu arada matematik mühendisliği diplomasını iade edeceğim, zira hiç haketmiyorum :))

Öte yandan oğluşum da 2-3 gündür pek bi durgun. Çok nazlı hareket ediyor. Oysa geçen hafta ne çok hareketli idi. Ben çok hareket ettiğim için mi hissedemiyorum, yoksa bu gerginlik ona da mı yansıdı bilmiyorum... Umarım bir sorun yoktur.

Anneliğin bi tür bir ruh hastalığı olduğunu biliyor ve kabul ediyorum. Kesinlikle normal bir ruh hali olmuyor annelerde. Sanırım hamilelik beni bu sürece de hazırlıyor bu tür kuruntularla...

Hiyaaaaayyttt! Sokacam o bok kokulu puroyu burnundan içeri yaaa... Bi insan bu kadar mı yüzsüz olur beee. Ya kapını kapa, ya da içme o iğrenç kokan şeyi. Müdürsün diye tüm ofis domuz ahırı gibi kokmak zorunda mı yaaa... Kaçasım var valla...

Eğlencelik not: Gayriresmi yöneticim (yönetici vekili) geçen hafta raporlu olduğum için bana ne dedi biliyor musunuz? "Bir daha hastalanmadan önce haber ver ve hasta bile olsan evden çalışabilir durumda ol"

Yorum yapmayacağım :)))

Oh be, yazdım, rahatladım...

Cuma, Aralık 01, 2006

başka birşey yapmam lazım ama ne?


Sabahları kim yakıyor güneşi biliyor musun oğlum?
Tabi ki ben.
Önce aydedeyi uğurluyorum. Sonra sokak lambalarını üflüyorum teker teker, kuşları, kedileri, köpekleri ve martıları uyandırıyorum sonra. Hepsine güzel günler dileyerek. Sonra da güneşi yakıyorum, hayat başlasın diye. Bazen sert bir ayaz, bazen ılık bir rüzgar eşlik ediyor bu seremoniye... Tüm bunları yaparken, çalışma vaktim de gelmiş oluyor zaten. Tüm gün sizler için sağlamaya çalıştığımız gelecek uğruna çalışıyorum.


Sonra akşam oluyor.
Peki akşam olunca denizlerin üstünü kim örtüyor biliyor musun birtanem?
Gene ben.
Önce güneşi evine yolcu ediyorum, gece boyunca dinlensin diye. Bazen o bulutlarla beraber gitmiş oluyor zaten. Sonra denizin üstünü örtüyorum, güneş gidince üşümesin diye. Koyu lacivert bir örtüyle. Bazen yıldız yakıp koyuyorum başucuna, karanlıktan korkmasın deniz diye. Sonra aydede geliyor zaten, yaşlı ve vakur yüzüyle. Hoşgeldin diyorum ona... Kediler, köpekler, martılar ve serçeler uslu uslu yataklarına gidiyorlar. Bu arada eve de dönmüş oluyorum zaten.

Bu arada yaşamaya pek de zaman kalmıyor doğrusu. Aydınlıkta uyanmak, karanlık çökmeden evine varmak. Özlediğim şeyler. Sadece kıştan değil. Yazın güzel yüzünü, klimanın soğuk örtüsüyle de örtmek istemiyorum ben. Baharda erguvanları izlemek istiyorum doya doya, güzün dökülen yaprakların en az bir tanesi de yüzüme, kollarıma düşsün istiyorum.
Karnımda sen olduğun için yapamadıklarımdan dolayı dudak bükülmek değil, şefkat ve anlayış görmek istiyorum, en insanca haliyle. Seni yaşamımın kalıcı öğesi olarak görmeyen ve hızlıca seyredip tüketmem gereken bir filmmiş gibi davrananlarla değil, seni hayatımın güzel bir artısı, neşe kaynağım ve herşeyimi paylaştığım canparçası olarak görenlerle çalışmak istiyorum.

Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama düşünüyorum. İnan bana çok düşünüyorum oğlum...

26. haftada yatağa düştük...

25 hafta hastalanmadan dayanabildim. Geçen hafta babamız hastaydı, sanırım ne kadar kollasak da ondan bize geçti. Zaten havalar da hastalık havası. Bu durumda geçen pazartesi itibariyle boğaz yanması, dolu sinüsler ve halsiz bir vücutla yatağa düşmem kaçınılmazdı. 4 gün rapor çok iyi geldi ve bugün 4. günü. Hala burnum dolu ama artık kendimi çok daha iyi hissediyorum. Bak oğlum senin için ilaç kullanmayacağım diye direttim. Yoksa alırdım antibiyotiği, dikilirdim 2 günde. Ama 2 gece yatmadan önce yaptığım buğu dışında tıbbi hiçbir tedavi uygulamadım. Bol bol ıhlamur, yatak ve meyve.
Oğlumla da bol bol iletişim kurdum bu arada. Şu sıralar herketleri bayağı arttı. Gerçi bugün biraz durgun ama 3 gündür içimde küçük bir tırmık var sanki. Artık tekmelemekten başka şeyler de yapıyor ama tam olarak ne yaptığını çözemedim.
Oğlumun adı yine değişti, bir süre önce kardeşine Hügo ismini koyan abimiz, vazgeçmiş. Daha çok sevdiği bir çizgi film karakterinin adını kardeşine koymaya karar vermiş. Yeni adımız "Oscar" :)))
Bu sabah Gökçe ve Selen beni kahvaltıya çağırdılar. Ne keyifli imiş arkadaşlarınla kahvaltı yapabilmek. Selen'in annesi İzmir'den tulum peyniri yollamış. O kadar yemişim ki, üstüne 2 saatlik yürüyüşle ancak nefes alabilir hale geldim.
Şimdi de Tuluğ'ların dükkana, yeni kurulan kuzinenin açılışını yapmak üzere "Kestaneni al da gel" partisine gidiyoruz. Kestane bana yasak gerçi ama maksat muhabbet işte :(
Yarın sabah da bir aksilik olmazsa IKEA'ya gidip, oğlumun yatağını ve dolabını alacağız. Heyecanlı ve de sabırsızım...
Abimizden bahsetmişken, dün akşamdan beri durup durup gülmeme sebep olan bir olayı da anlatmadan geçmeyeyim.
Abimizin bir pijamasının kollarının lastiği gevşemiş. Anneannemiz de gece kolları yukarı sıvanıyor, paşam üşüyor diyerek kollarına lastik geçirmiş. Akşam yatma vakti gelip de pijamasını giyince bizimki bir tuhaflık farketmiş. Kollarda bir lastik var ve lastikten artan kısım doğal olarak fırfır olmuş. Donuk donuk bakmış kollarına ve patlatmış lafı; "bu ne ya, pamuk prenses gibi oldum. Giymem ben bunu"
Mecburen çıkarmışlar lastikleri ama ben bile hala gülüyorum. Canım oğlum benim...
Sıpa geçen hafta annesini de evden kovmuştu zaten. Sebep mi? Annesinin işe başlayacak olması. Alıştı tabi 3 aydır, anne evde başında. Bazen oyun arkadaşı, bazen öğretmen. Oh ne rahat. Biz annemizle sabah 6 vardiyasına yetişmek için 4'te kalkardık paşam. Hayat senin düşündüğünden çok daha zor.
Bu arada günün en güzel haberi de kardeşimin, teyzemizin işe başlaması. Yeditepe Üniversitesi Halkla İlişkiler'de bugün işe başlayan Çiçi'ye çoook kolay gelsin diyorum. Umarım herşey dilediğin gibi olur.
Yazmadığım vakitleri telafi edebildim mi bilemiyorum ama şimdilik bu kadar. Sağlıkla kalın dostlar...

Pazartesi, Kasım 27, 2006

Abimiz sabırsızlanıyor...

Ben Anı'ya, "sen masal okuyabilecek duruma gelince, kardeşin de doğacak" demiştim. Şimdi bir çabayla okumaya çalışıyor. Bu gidişle erken doğurtacak bu çocuk beni.

Masal okumayı başaramasa bile gülmekten doğuracağım. Komik çocuk yahu...

Dün akşam onunla "süper kahraman" kartlarıyla oyun oynuyorduk. (Bu yaşlarda oğlu veya yeğeni olan herkes bu kartları bilir. Bazı çizgi film kahramanlarının resimleri var bu kartlarda, altlarında da boy, kilo, hız zeka, çeviklik, dövüş ustalığı... gibi kategorilerde bazı değerler. Onlara göre kartların hepsini toplamaya çalışıyorsun filan) Anı zeka diyerek 3 tane kadın kahramanı tek seferde kapınca çok sevindi ve şaklabanlığa başladı. Kartları öperek, "bayılıyorum zekalı (zeki diyemiyoruz:)) kadınlara" diye iltifatlar yağdırdı. Ben de bunu fırsat bilerek azıcık muzırlık ediim dedim. "Teyzecim kadınlarda başka hangi özelliğe önem veriyorsun sen?" diye sordum. Durdu, biraz düşündü. Ve ne cevap verse beğenirsiniz... "Hız, çeviklik...."
Çocuk insanları o kategorilerden ibaret sanıyor yaaa....

Bu sabah da, dün gece Selena isimli anlamsız diziyi seyrettiği için zor kalkmış. Anneannesi uyandırmak istediğinde "ben uyuyacağım, kendimi iyi hissetmiyorum" diye arkasını dönmüş. Sonra annesi gitmiş. Üstünü açmış, zorla çoraplarını filan giydirmiş. Bu uyanmış ama surat asık, yataktan çıkmadan; "üf yaaa tamam tamam verin benim flütümü" demiş. Bizimkiler şaşırmış tabi, bu çocuk sabah sabah ne flütü sayıklıyor diye. "Ne flütü oğlum, flütü napcaksın" diye sormuş annesi. Cevap şu; "ne yapıcam, çoban olmaya karar verdim. Okula filan gitmicem. Alın bana 5-10 tane de keçi..."

Annem öğlen aradığımda hala gülüyordu... Çok yaşa e mi teyzecim, sen bizi güldürdün, sen de ömrün boyunca gül inşallah...

Cuma, Kasım 24, 2006

Tam olarak gebelik şekeri değil ama....

"Özlem'cim açlık kan şekerin 90'ın altında olması gerekiyordu, 69 çıkmış, 1. saat şekerin 180'in altında çıkması gerekiyordu 166 çıkmış, 2. saat şekerin 155'in altında çıkmalıydı ama 175 çıkmış, 3. saatte ise 140'ın altında olması gereken değer 116. Gebelik şekeri tanısı koyabilmemiz için bu değerlerin 2'si yüksek çıkmalıydı ama senin sadece 1 değerin yüksek. Bu çok karamsar bir tabşo değil ama kafana takma, herşey yolunda diyebileceğimiz kadar da istediğimiz bir tablo değil. Şu an itibariyle doğuma kadar hiç tatlı yemeyeceksin?"

Hiç tatlı = çikolata, dondurma, kek, börek, makarna, pilav, beyaz ekmek, patates, havuç, mısır, mısır gevreği, bal, reçel, muz, bisküvi, kuru üzüm, hazır mevye suyu, üzüm suyu, kavun....

Kestane kebapı sormayı unuttum... Tek kış eğlencem...

Neyse bebişimizin sağlığı için, tüm bu dünyevi zevklerimden vazgeçeceğim artık ne yapalım... Aksi takdirde doğabilecek riskleri düşünmek bile istemiyorum...

Perşembe, Kasım 23, 2006

Sanırım bu bebek çok şeker olacak ....


Cumartesi yaptırdığım testlerin sonucunu bildirmek için dün akşam üzeri doktorum aradı. Korktuğum ama beklediğim üzere 1. saat tokluk kan şekerim biraz yüksek çıktı. Üst sınır 135 imiş, benim 149 çıktı. Bu nedenle bu sabah tekrar kliniğe gittim ve şeker yükleme testi yaptırdım. Cumartesi günü 50 gram glikoz ile ölçüm yapılmıştı. Bu sefer 100 gram ile 1., 2.ve 3. saat tokluk kan şekerim ile daha glikozu içmeden açlık kan şekerim ölçüldü. 4 kan alımının ilk 3'ünde de aynı zamanda idrar örneği verdim. Gerçekten yıpratıcı bir testti. Her iki kolumda toplam dört delik ve morarmış damarlarım var şu anda. Testin yıpratıcı olan bir başka kısmı da açlıkla ilgili. Aç karnına yapılması şart olan bu test için dün akşam saat 20'den beri birşey yemedim. Test de 12'ye kadar sürünce, klinikten çıkıp annemlere aç kurt gibi gittim ve karnımı doyurdum. Abimiz de geçirdiği küçük bir enfeksiyon nedeniyle evdeydi. Onu da görmüş oldum. Bu açıdan keyifli oldu tabi.
Bu testin keyifli bir başka tarafı daha vardı. 100 gram glikozu yiyen bebeğim karnımda dans etmeye başladı ve bu yaklaşık 3 saat sürdü. Öyle çılgın dansetti ki, 3 saati de gülerek geçirdim diyebilirim.
Test boyunca edindiğim bir kazanım da oldu. 3 denemeden sonra artık elime işemeden idrar örneği vermeyi öğrendim. Ne stresli bir işmiş o :)))....
Şimdi artık bu testin sonuçlarını bekleyeceğiz. Yarına çıkar dediler. Umarım can sıkıcı bir sonuç çıkmaz...

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Oğlumun ilk filmi...


Cumartesi sabahı hem şeker kontrol testi, hem de 24. hafta kontrolümüz için doktora gittik. Kan verdim, sonra çoook tatlı limonata gibi bişey içtim. Bunun ardından doktorumuz bizi çağırdı ve 1 ay aradan sonra oğlumla görüşebildim. Cuma günü itibariyle oldukça heyecanlıydım, sanırım oğlumu göreceğim için. Doğuma giderken nasıl olacağım kimbilir :))
Ogomuz ısrarla oğlumuzun CD'ye çekilmiş görüntülerini istediği için Arkun Bey ultrason kısmını uzun tuttu. Önce standart ölçümlerini yaptı, karın çapı, kafa çapı, femur boyu ...vs. Herşey yolunda dedi, oğlum 689 gram olmuş bile, boyu da 32-35 cm olmalı. Sonra yüzünü yakalamaya çalıştık. 16. haftada hiç nazlanmadan bacaklarını açıp pipisini gösteren oğlum, bu sefer aynı rahatlığı göstermedi. O kadar uğraştık, elini yüzünden çekmedi. Uykuda yakalamışız, tek eliyle yüzünün yarısını kapattı hep. Ne yapalım biz de bu sefer yüzünün diğer yarısı ile yetinmek zorunda kaldık. Şu anda 10 ile 28 saniye arasında süren 4 tane kısa filmimiz var :))
Seyredip seyredip duruyorum.

Takvime göre bugün 24. haftamızı dolduruyoruz. Ultrasona göre ise bugün 24 hafta 5 günlük durumdayız. Aradaki bu fark henüz çok anlam taşımıyormuş. 24 hafta hamilelikte bir dönüm noktası imiş. Bazı ülkelerde bu haftadan sonra anne karnındaki bebek bir birey olarak kabul edilirmiş ve hakları kanunlarla koruma altına alınırmış. Bu haftadan sonra artık bebek bilinçli tepkiler üretebilirmiş. Öğrenme süreci resmen başlıyormuş yani artık.

Cuma akşamı Ateş abimizi ziyarete gittik, cumartesi akşamı da Ateş abimiz iade-i ziyarete geldi. Hatta bebek arabamızı test ettirdik. Ateş abimiz 7,5 aylık süper şeker bir bebek olmuş... Valla yedim durdum. Bu arada Burçak annemzin taze tecrübelerinden de yararlanmaya devam ediyoruz tabi...

Neyse durum budur, bir dahaki kontrolümüz 14 Aralık Perşembe saat 19'da.Tabi daha önce cumartesi yaptırdığımız testlerin sonucu var, 2 gün sonra çıkacak. Ha bu arada, 5,5 ayda tam 7 kilo almışım. "Sadece 1 kilo fazla. O da o kadar önemli değil" dedi doktorum.

Gittikçe sabırsızlandığımı itiraf etmeliyim :)))

Cuma, Kasım 17, 2006

Ben geldiiiim...

Kaçamak yazıları saymazsak, oldukça uzun bir ara verdim diyebilirim. Valla ihmal değil, iş yeri aşırı yoğundu. Bugün birazcık nefes alabildim doğrusu. Gördüğünüz gibi hemen yazı yazmaya koştum :)
Bebek cephesinde durum gayet hareketli ilerliyor elbette. Sadece fiziksel olarak hissettiğim hareketeler değil, bebeğe hazırlık aşamasında da en azından teorik olarak bayağı ilerleme kaydettik.
Emektar vosvosumuzu sattık ve bebeğimi anneannesine taşıması planlanan arabanın tek tekerleğini almak üzere parasını kenara attık :) Gerisinde Süleyman dedsine güvenmeyi planlıyoruz. Bakalım artık!
Kahraman Deniz için de araba bakıyoruz ama Kıvanç babamız o kadar yoğun çalışıyor ki, çalışmalara yoğunlaşamıyor.
Bu arada Kahraman çiftini alışverişe yalnız gönderilmemesi gereken anne-baba adayı ilan ettim. Zira tek bir haftasonunda gösterdikleri performans beni dehşete düşürdü ve ilerisi için de ciddi endişeye sevketti. Önce geçen cumartesi Sultanhamam'daki Havuzlu Han'a gittiler. "Eksiklerini tamamlayalım, Özlem artık çok ayakta duramıyor" dediler. Neler aldınız dediğimde saydıkları şeylerden sadece 2'si aklımda kaldı çünkü diğerlerini dinlerken beynim uğuldamaya ve tehlike çanları çalmaya başlamıştı bile :)))
"4 tane külotlu çorap, 5 tane battaniye..."
Yorum yok!

Pazar günü ise Haşim İşçan'a gidip bebek arabası alacaklardı. Bizim arabanın aynısını almış, paketletmiş, tam parasını ödeyecekken kapının önünden geçen bir MacLaren bebek arabalı anneye fikrini soran baba Kahraman yaptığı hızlı manevra ile bebek arabasını iade edip, yerine 2006 model bir MacLaren Techno Classic Bebek arabası almış... E böyle hızlı manevra yapan bir babaya MacLaren yakışır tabi....
Şaka bir yana, hevesle Denizkızına alışveriş yapan Kahraman ailesine kolaylıklar diliyor, aldıkları herşeyi güle güle kullanmalarını temenni ediyorum :)))
Ben Kadıköy'de birkaç yeni dükkan keşfettim ve daha ilerde alınacak tipte kıyafetlere bakarak hayaller kurmayı tercih ettim. Hatta Özlem heyecanla anlattığım bu dükkanlara girip hiçbir şey almamış olmamdan dolayı beni tebrik etti.
Geçen sürede yeni hamile arkadaşımın fasulyesi büyümeye devam etti tabi, birkaç hafta sonra yapılacak ve ondan da birkaç hafta sonra sonucu alınacak amniyosentez sonucu ile yeni yıla mutlu mesut ve kardeş kardeş (yaşasın göbek kardeşliği) girmeyi hedefliyoruz :) Gerçi yaramaz annemiz hala arada sigara tüttürmeye devam ediyor ama ben de baskı yapmaya devam edeceğim, haberi olsun.
Ben ise mobilyayı ve hediye olarak istenmeyecek, ya da hediye olarak gelemeyecek şeyleri almayı aralık ve ocak aylarına bıraktım. Hediye almak isteyenlerin gereksiz tulum kalabalığını önlemek için utanmaz anne adayına sorması önemle rica olunur. Söz çok pahalı şeyler söylemicem :))
Şimdi gelelim asıl heyecanlı mevzuya. Yarın sabah 24. hafta doktor kontrolümüz var. Ve aynı zamanda da şeker yükleme testi. Gebelikte olmasından en çok korktuğum şey, gebelik diyabeti. Çünkü gebelik öncesinde de "insülin direnci" teşhisi konmuştu bana. Umarım bir terslik çıkmaz.
Bakalım yarın doktor amcamız neler diyecek oğlumuz için. Yine umarım ki, herşey hissettiğim gibi yolundadır. 1 ay oldu oğlumu görmeyeli, çok merak ediyorum valla.

Bu seferlik bu kadar, muayene sonuçlarını da yazarım ilk fırsatta...
Herkese sevgiler...

Pazartesi, Kasım 13, 2006

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil


Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
onlar kendi yolunu izleyen hayat’ın oğulları ve kızları.
sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır, siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz
ama sakın onları kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geri dönmez,
dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin.
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar,
başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.

Lübnan'lı şair Halil Gibran

Perşembe, Kasım 09, 2006

Sıkı tekmeler....


Artık oğlumun tekmeleri karnımın dışından bile belli oluyor. 23. haftanın içindeyim. Ve dün akşam yemekten sonra uzandığımda attığı tekmeleri babası bile dışardan gördü. Tabi o dalgalanmaları o minnacık şeyin yaptığına inanmakta zorlandı ama ben gayet net hissediyordum...

Hareketler şimdilik çok eğlenceli, ilerleyen aylarda da aynı şeyi mi hissedicem bilemiyorum ama bunun tadını çıkarmaya bakıyorum.

Bu arada bir itirafta bulunayım. Bir süredir oldukça hassaslaştım. Yani özellikle son 1-2 haftadır. Dokunsalar ağlayacak gibi oluyorum, ağlarsam da duramıyorum. Bu durumu farkediyorum ama engel olamıyorum. Komik bir durum tabi ama herkese pek komik gelmiyordur sanırım. Özellikle bu durumla en çok karşılaşan Tonguç bazen beni nasıl susturacağını şaşırıyor. Neyse hamilelik semptomudur deyip, geçmesini umuyorum :))

Pazartesi, Kasım 06, 2006

Bebeğimin arabası...

Dün sabah uyandığımda aslında gün boyunca evden dışarı çıkmaya hiç niyetim yoktu. Ama Özü aradı ve Masko'ya bebek odası mobilyası bakmaya gideceklerini, ordan da Haşim İşcan geçidine gidip bebek arabası bakacaklarını söyledi. Bebek arabasını beraber alır indirim yaptırırız diye konuşmuş olduğumuz için biz de gitmeye karar verdik. Hava inanılmaz soğuktu, lodos esmesine rağmen rüzgar yüzümüze vurdukça resmen kesiyordu. Tonguç evden çıkarken iyi olmasına rağmen, zaman ilerledikçe kötüleşti. İnanılmaz halsizdi ve çok üşüdü. Neyse bir şekilde Haşim İşcan'a ulaştık ve birkaç dükkan dolaştık ama Tonguç'un hareket etmeye mecali kalmadı. Bir yerde çay içip Özlem'le Kıvanç'ı bekleyelim dedik ama doğru dürüst çay içilebilir bir yer de bulamadık. Bir simit dünyası bulup dünyanın en kötü tahinli pidesini yiyerek çaylarımızı içtik. Çayı içince biraz kendine geldi ama Özlem'le Kıvanç daha Masko'dan çıkamamışlardı, Deniz kızımızın odasını titizlikle seçiyorlardı doğal olarak. Tonguç onları bekleyemeyeceğine karar verdi ve biz zaten beğenmiş olduğumuz bebek arabasını alıp eve döndük. Birçoklarının "daha erken değil mi" tepkisini haklı bularak ama tekrar Haşim İşcan'a gitmeyi göze alamayarak aldık valla. Daha dün 5 aylık olduk ama bebek arabamız hazır. Yatağımız, dolabimiz yok ama arabamız var. Artık durmadan gezeriz biz de...

Arabanın resmi aşağıda, Tonguç da, ben de bu turuncu arabaya bayıldık. Abimiz de turuncuyu çok seviyor. Umarım Poyraz da sever. Klasik lacivert, kahverengi erkek çocuk arabası almayı en baştan reddettim zaten. Turuncu olmasaydı kırmızı alacaktım.

Dün gece küçük bir kabus gördüm. :))
Oğlum doğmuş ve de büyümüştü. 2-3 yaşında kadardı sanırım. Gece kalkıp gözünü açmadan televizyonun kumandasını alıyor ve televizyonu açıyordu. Tıpkı babası gibi, kabus....

Şimdi toplantıya çağrılıyorum, herkese iyi bir hafta diliyorum...


Cumartesi, Kasım 04, 2006

Kar geldi...


Istanbul'a kar geldi... Bugün itibariyle resmen kis mevsimine girdik (klavyemde çok saçma bir sorun var, bazi harfleri yazamiyorum)

Ben de soguk havadan dolayi kendime evde isler çikardim. Daha sandaletlerim duruyordu dolapta. Onlari kaldirip yerine kislik ayakkabilari yerlestirdim. Sonra atki, bere, eldivenleri çikartip yikadim. Portakalli kis keki pisirdim. Ama daha yemedigim için tarifi sizinle paylasmiyorum. Güzel olursa yazarim. Bu arada Tonguç evi süpürdü ve çok yoruldugu (!) için tekrar yatti uyudu. Ben de ihmal ettigim bloguma yazayim bari dedim.

Bayram tatilinden sonraki hafta oldukça yogun geçti. Hatta isyerindeki yogunluktan nasil geçtigini bile anlamadim. Yogunlugun disinda hamilelikle ilgili enteresan seyler de yasadim tabi. Bir kere bu sabah itibariyle babamiz da ilk kez hissetti tekmecigimizi. Onun disinda gecen gun eseklik edip öglen yemeginden sonra hiçbir sey yemeyince kan sekerimin nasil da hizla düsebilecegini ve beni neredeyse baygin hale getirebilecegini ögrendim. Ara ögünler çok önemli!!!
Bu hafta içinde benden 4 hafta kücük hamile (18 haftalik yani) Basak'in büyük ihtimalle kizinin olacagini ögrendim. Babasi Poyraz'la besik kertmesi yapalim dedi ama biz Deniz kizimizla sözlü oldugumuz icin olmaz dedik :)) Oglumun talibi simdiden bol valla. Sansi da bol olsun bitanemin...

Gene bu hafta icinde coook sevdigim bir arkadasimin daha hamile oldugunu ögrendim. Bu beni inan1lmaz sevindirdi ve ayni zamanda inanilmaz da sasirtti. Dogrusu en son ondan boyle bir haber bekliyordum. Simdilik ismini yazamicam, daha herkese söylemedi. Ama gercekten cok sevindim yani.

Onun disinda son olarak Özü de bu sabah doktora gitti ve beni aradi. Deniz kizimiz tam 1 kilo 240 gram ve 37 santim olmus. Hersey yolunda imis ama annesi artik yemek yerken daha dikkatli olacak, yaramazlik yapmayacakmis.

Biz de yarin itibariyle tam 5 aylik oluyoruz. 18 Kasim'daki doktor kontrolümüzü iple cekiyorum dogrusu. Bakalim boyu posu nasilmis yakisiklimin...

Pazartesi, Ekim 30, 2006

Artık okumayı öğrenmek çok zooorrr

Günaydın sevgili arkadaşlarım,
9 günlük bir aradan sonra tekrar işimin başındayım. Fiziksel olarak oldukça yorgun ancak, kafaca dinlenmiş durumdayım. Tatilimin son 3 günü canım oğlum da annesi ile birlikte yanımdaydı ve çok keyifliydi. Biliyorsunuzdur Anı bu sene ilkokula başladı. Aslında ay hesabıyla okula başlayabildi, zira sadece 20 gün geç doğsaydı seneye başlayacaktı. Demek istediğim benim miniğim sınıf arkadaşlarına göre birazcık küçük kalıyor. Ama açıkçası gidişat hiç de fena değil.

Sanırım genel olarak okulda ilk aylar böyle zor geçiyor. Annesi sürekli başında ona yardımcı olmya çalışıyor. Ve yeni okuma yazma öğrenme metodu nedeniyle hepimiz zorlanmış durumdayız. Hem el yazısı, hem de eğik yazmayı öğreniyorlar. Çocuk matbaa harflerini pek anlamıyor. Ayrıca bizim zamanımızdaki gibi fiş, kelimeden heceye gitme filan yok. Sanırım Türkçe'de en sık kullanılan harfleri sırayla gruplamışlar ve onlardan kelimeler türeterek ilk cümlelerini oluşturuyorlar. Şimdiye kadar Ela, Lale, Talat, Ata, ot, at, ele, elle, atla, otla..... vs türevi kelimeler öğrendiler.
Dünkü ödevi, bu kelimelerden oluşan 20 kelimelik bir kümenin içinden anlamlı cümleler oluşturmaktı. İlk bombayı kümedeki kelimeleri okumaya çalışırken patlattı. Diyalog şöyle;

- Burda ne yazıyor oğlum?
- Aaaaa, Ali
- Oğlum siz ali yazmayı öğrendiniz mi, A harfini görür görmez ali diyorsun?
- (Havaya bakarak) Aaaaa...
- Oğlum tavanda mı yazıyor, defterine baksana. Hangi sesler var burda, sesleri çıkart bakalım. O zaman bulacaksın.
- Aaaaaa, Tııııı, Aaaaaa.... Ahu Tuğbaaaa
(Burda kahkahaları koyveriyoruz)

Okuma ve kelimeleri anlama faslı geçtikten sonra defterine cümle yazması için annesi onu yalnız bırakıyor. Defterdeki cümleler şöyle;
Ela un ele.
Lale Ela el ele.
Lale Ata ot at.
Ata ata atla (????)
Lale at elle (????)
Ela al elle (????)

Çocuk delirmeden ödev yapmayı bıraktırdık. Annesinin hayal gücünün ne kadar geliştiğine inanamazsınız :)))

Perşembe, Ekim 26, 2006

İşte gerçek bir sorun...


Tam da az önce gereksiz şeylerin çok sorun edilip, bizi mutsuz etmesinden bahsetmiştim değil mi?
Cuma günü Manyas Gölü'nde, salı günü de Gemlik'te olan 5.2'lik depremler unutmaya çalıştığımız bir kabusu hortlattı sanki. Unutmak yanlış olur tabi ama insan kafasında sürekli bir deprem beklentisi ile yaşayamıyor ki? Hangimiz biliyoruz yaşadığımız mekanların depreme ne derece dayanıklı olduğuunu ki... Ya da olası bir depreme nerede yakalanacağımız...
Az önce televizyonda bu konuda belki de en güvenilir bulduğum bilim insanı olan Naci Görür'ü izledim. "Bu 5.2'lik depremler Marmara Çanağı'nda oluşan çatlamalardır. Çanak kırılmak üzere, en fazla 30 yıl dayanır. Şu dakikadan itibaren her an 7.6'lık bir deprem olabilir" dedi. Tüm rsikli yapılar acilen güçlendirilmeliymiş. Başta da okullar ve hastaneler... Herkes kendi içini rahatlatmaya çalışıyor doğal olarak. Bizim oturduğumuz apartmanı İTÜ'deki bir profesör yapmış mesela, adam zamanın deprem uzmanlarındanmış filan. Karısı ve oğlu hala bu apartmanda hala ve hiçbir depremde evlerini terketmiyorlar. O derece güveniyorlar yani. Bu arada ev 30 senelik, yıpranmadan kimse bahsetmiyor.
Annemlerin ev kaya üstünde, hatta bodrumda o kayanın bir kısmı duruyor. Dinamitle bile patlatamadıkları için üstüne apartman dikmişler. O kadar sağlam (!) yani...
Peki ya işyeri? Oğlumun okulu? Alışveriş yaptığımız market? Yürüdüğümüz sokakların yanındaki binalar?
Sürekli teyakkuzda mı olacağız yani? Evde deprem çantası, kaçış senaryosu, televizyonda boy boy haritalar. Alışveriş merkezlerinde acil çıkışlara dikkat...
Oooof, of.... Oğlum seni görüp göremeyeceğimi bile bilmiyorum... Çok korkuyorum, çoook...

Gerçek sorunlar ile sanal sorunlar...

Bu sefer gerçekten yorumlarınıza ve deneyimlerinize ihtiyacım var.
Annelik ve babalık insanı ne kadar değiştiriyor? Az sonra yazacaklarım anne-baba olmakla mı ilgili, belli bir karakter özelliği mi, yoksa belli bir kuşağa mı aitler sadece?

Sizin de başınıza geliyordur, en azından etraftan duyuyorsunuzdur (ki bu durumda başınıza gelmediğini kabul ediyorum ve sizi şanslı sayıyorum). Hayatta neler sorun edilebiliyor değil mi? Bu çok havada bir soru bunun farkındayım. Elbette ki herkesin sorun tarifi, bakış açısı ve esnekliği farklıdır. Ama anne-baba söz konusu olunca, işin içine biraz bencillik girmiyor mu sizce? Yani hemen hemen tüm anne-babalar "çocuklarının iyiliğini düşünmek" bahanesinin ya da örtüsünün altından çocuklarına kendilerine ait bir malmış gibi davranıp çeşitli dayatmalarda bulunmuyorlar mı?

Çok mu karışık yazdım? Benim de kafam karışık da ondan... Peki daha net sorayım?
Kaçınızın ailesi "çocuğum üşütürsün" diye başlayıp, aslında hiç hoşlanmadıkları veya dekolte buldukları bir kıyafeti giymemeniz için gittikçe tehditkar hale gelen sözler sarfediyor? Ve asıl gerekçe 26 yaşında genç ve güzel bir bayan olmanıza rağmen bir "anne" olmanız oluyor? Çok mu spesifik bir örnek oldu?
Peki, kaçınızın ailesi siz yeni bir ev kiraladığınızda kendilerine akıl danışmadığınız için gönül koyuyor?
Ya da kaçınızın ailesi, gerçekten zor durumda birisinden bahsederken, "halimize çok şükür, ne dertler var" diyip, sonra ne bileyim evinizdeki eski kanepeyi, ya da olmayan fritözü bahane edip kendine dert yaratıyor?
Kaçınızın ailesi (bu konuda özellikle anneleri saygıyla anıyorum), daha sonuçlanmamış bir iş için olabilecek en kötü sonuç senaryosunu yazıp, kendisini bu sonuca inandırıp, hem kendisine, hem de etrafına hayatı zindan ediyor?

Çok küçükten beri hep dayatmalara maruz kaldık. Eminim birçoğunuz öyledir. Ve yine eminim ki gerçekten aslında iyiliğimizi düşünüyorlardır. Ya da öyle sanıyorlar. Sonuçta -asla kabul etmeseler de- sevdiği işi yapamayan, istediği sporu yapamamış, istediği enstrümanı çalamamış, birçok faydalı hatayı yapamadığı için ders alamamış, en az bir kez dövme yaptıramamış, en az bir kez saçını maviye boyatamamış, ya da bir ayağına yeşil, bir ayağına kırmızı çorabı 14-16 yaş arasında giyememiş, trenle yurtdışına çıkıp, uyku tulumunda uyumamış, karda üşümemiş, yağmurda ıslanmamış eksik bir kuşak olmuşuz.

Bir kez ipin ucu kaçınca da, tekrar toparlamak imkansız hale gelmiş. Bunları yazıyorum, çünkü benzer bir anne olmaktan çok korkuyorum. Tam aksi, neredeyse herşeye boyun eğen bir anne olmaktan da çok korkuyorum. Bunları da hatırlayayım ve de hatırlatayım diye yazıyorum.

Kendime söylüyorum, siz de gerekirse üzerinize alınabilirsiniz:))

Sakın çocuğunun istemediğin bir davranışını engellemek için, "umarım o kadar yaşamam" sömürüsünü yapma...
Çocuğunun senden çooook farklı bir karakteri, beğenileri, algılayışı ve bakış açısı olabileceğini kabul et ve fikrini belirtmekle yetin, dayatma yapma....(not: uyuşturucu kullanmak, alkolizm...vb bir yaşam biçimi değildir)
Ahlak anlayışı saçla, başla, tırnakla, çorapla belli olmaz, yüreğine ve aklına bak...
Çocuğunun büyüdüğünü kabul et, tavanından sular da aksa, pencerelerinden soğuk da girse evini kendisi seçmelidir, sen karışma...
Herkes hata yapar, yapmalıdır. Bunu önceden görebilsen de, çocuğun göremeyebilir. Hakaretler yağdırıp, tehditler edeceğine, sevgini ve desteğini ondan esirgeme ki, hatasını anladığında hala yanında olsun...
Çocuğun büyüyüp eşşek kadar olduğunda, hatta neredeyse yolun yarısına geldiğinde ve o da anne-baba olmaya karar verdiğinde bebeğin mobilyasına, giysisine ve en önemlisi adına sakın ama sakın karışma...
Çocuğunun birlikte olduğu, hayatını paylaşmaya karar verdiği kişiyi sevmeyebilirsin. Onun herşeyini kabul etmek, anlayış göstermek, hoş görmek zorunda da değilsin. Ama çocuğunun tercihine saygı göstermek zorundasın...
Sürekli anlatmaya, ikna etmeye çalışmak yerine dinlemeye ve ikna olmaya da çalışmalısın..
Çocuğum benim genlerimin de içinde bulunduğu bir genetik kombinasyonla dünyaya gelmiştir. O bana ait değildir, onun kendine ait yaşamsal özellikleri vardır. Onu büyütüp, uçmaya hazır hale getirmektir benim görevim. Onu sonsuza kadar severim, onu sonsuza kadar görmek isterim, onunla sonsuza kadar yardımlaşırım, paylaşırım. Ama duygu sömürüsü yapmak, tehdit etmek, dayatmak, yaptırım uygulamak en iyi ihtimalle mutsuz ve eksik bireyler yaratır... En kötü ihtimalle artık ortada öyle birisi kalmaz...

Siz ne diyorsunuz arkadaşlar? Var mı gelecekteki kendinize "kulağa küpe" önerileriniz?
Özlem

Cuma, Ekim 20, 2006

2. düzey ultrason maceramız

Dün akşam daha 12 Temmuz'da randevusu alınan 20. hafta kontrolümüz için Prof. Dr. Atıl Yüksel'e gittik ve detaylı ultrason da denilen 2. düzey ultrasona girdik. Tam 15 dakika sürdü ve ben 15. dakikada nakit olarak 300 YTL ödüyordum. Biraz film seyretmeyi umarken fragmanını seyretmek gibi oldu ama sonuçta duyduklarımız bizi mutlu etti. Atıl Bey, tek tek tüm iç organlarına baktı, bilumum kemiklerinin boyunu, kafa ve karın çevresini filan ölçtü. Kalbine giden kan akışına baktı. El ve ayak parmaklarını saydık beraber. Sadece 1 kez profilden gördük, ağzını açıp kapıyordu. Sanırım bu da abisi gibi alt dudağı olmadan doğacak :)) Anı da alt dudağını yutmuş gibiydi, çok tatlıydı benim kuzum çok...

Neyse sonuçta yapılan tüm kontroller iyi çıktı. Görünen bir problemi yok oğluşumun...

Bu sabah da Özü ile kızını gördüm rüyamda. Beyaz kısa kollu bir body ve ayağında beyaz çoraplarla çok tatlıydı benim güzel kızım. Bayaa saçları vardı. Etrafa gülücükler saçıyordu. Kıvanç kusura bakmasın hiç ama, annesine benziyordu valla :))

Bu şekilde uyanınca keyifli kalkıyor insan, doğsalar da doya doya öpsek koklasak.
Bir başka keyif de bugünün cuma olması. Ama öyle sıradan bir cuma değil. Önümüz bayram, sonra da 2 gün izin aldım. Tam 9 günlük bir tatile hazırım. Bol bol dinlenmeyi hedefliyorum... Umarım bir aksilik çıkmaz. Bu vesile ile herkese de iyi tatiller dileyeyim bari...
Çok öpüyorum...

Pazartesi, Ekim 16, 2006

Balık Burcu Bebeği


En sevdiği cümle: "gereksiz..."
İyi yönleri: hassas, merhametli, kibar, önsezileri güçlü
Olumsuz yönleri: kararsız, karmaşık, kolaylıkla kafası karışır


Balık burcu hassas, sevgi dolu, duygusal bir burçtur ve sizi sevgi denizinde boğabilir. Perilere, cinlere, hayaletlere inanır. Ona yatakta bir ninni söyleyerek veya güzel masallar okuyarak sakince uyumasını sağlayabilirsiniz. Hayalperest olan balık burcu çocuğu sevgi ve desteğe tüm burçlardan daha çok ihtiyaç duyar. Bunlar olmadığında gergin ve dengesiz davranışlar sergileyebilir. Rutinlikten hoşlanmaz ve programlanmış şeyleri sevmez. "Sırf duvardaki aptal bir saat öyle söylüyor diye" belli saatlerde yemek yemeyi , yatmayı vs. sevmez. Belli bir süre sonra okul kurallarından da sıkılabilir. Ona daha ilk günlerden itibaren yavaş yavaş disiplinli olmayı öğretmelisiniz. Ancak bunu yaparken dikkatli olmalı, aceleci davranmamalsınız. Aksi halde onun doğuştan getirdiği hayalgücü ve yaratıcılığını zedeleme riskiniz vardır.
Oyunlarla, resimlerle, ufak hikaye ve şiirler yazmasını sağlayarak ona hayallerini gerçeğe döünüştürmenin yollarını göstermelisiniz. Balık burcu hassastır ve duyarlıdır, bu yüzden onun ne kadar kolaylıkla gözlerinden yaş geldiğini görüp şaşırabilirsiniz. Bu hassaslığı daha sonraki hayatında ona güvenilen, merhametli ve anlayışlı bir insan olmanın yollarını açacaktır.

Yorucu bir hafta sonu

Güzel ama yorucu bir hafta sonu geçirdim. Antalya'dan çok sevdiğim arkadaşım Evren geldi. Cumartesi pazar onunla dolaştık, gezdik, yedik, içtik... Kesinlikle çok keyifli ama benim gibi neredeyse yolu yarılamış bir hamile için çok da yorucuydu tabiii..... Eğer bundan sonra ben doğum yapmadan tekrar gelirse Evren, kesin erken doğum yaparım :))
Bugün itibariyle 19. haftamızı doldurmuş, 20. haftamıza girmiş bulunuyoruz. Bir hafta sonra resmen yolu yarılamış olacağız. Ha gayret bebeğim, kalan yolu da şimdiye kadar olduğu gibi sağlıklı bir şekilde tamamla da hayatımızı şenlendir, abimizi sevindir... Seni çok özlemiş, öyle diyo abicik...
Hazır 19. haftamızı tamamlamışken, biraz da tıbbi bilgi verelim di mi?

Arada önemli farklar olmasına karşın hamilelerin çoğu bebek haraketlerini 18-20 haftalar arasında hissedebilir. Bu bir güvenlik duygusu oluşturur. Gerçekten de özellikle son aylarda bebek hareketleri bebeğinizin iyi olduğunu gösteren güvenilir bir bulgudur. İlk hareketler daha çok hafif seğirmeler şeklinde olur, bazen barsak hareketleri ile karışabilir. İlerleyen haftalarda bebeğin büyümesi ile çok güçlü tekmeler çekilme ve kabarmalar hissedecek hatta dışarıdan bile fark edebileceksiniz. Her bebeğin oynaması farklı olabilir. Düzenli olarak takip ederseniz bir süre sonra kendi bebeğinizin ne kadar hareketli olduğunu kavrayabilirsiniz. Bebeğinizin cildinde Vernix Caseosa adı verilen krem rengi ve vamında bir madde bulunur. Bazan doğum da da bu maddeyi görebilirsiniz. Hızlı beyin gelişimi ve kas kontrolünün gelişmesiyle bebeğiniz istemli hareketlerine de başlar. Ultrasonografide bebeğinizin elini ağzına götürdüğünü, avucunu açıp kapadığını izleyebilirsiniz. 19. hafta detaylı ultrasonografi için uygun bir haftadır. Bu hafta sonunda bebeğinizin boyu 22 cm. ve ağırlığı tam 280 gram.

Bişeyler hissediyorum ama kıpırtı mı, gaz mı bilemiyorum. Sabrediyorum herhalde bebeğim varlığını uygun zamanda bana hissettirecektir öyle değil mi?
19 Ekim'de, 3 gün sonra yani, detaylı ultrasona gireceğiz. Bebeğimi görmeyeli 20 gün oldu valla, meraktan çatlıyorum. Ne kadar büyümüş, ne kadar kilo almış, herşey yolunda mı, içimiz dışımız herşeyimiz sağlıklı mı?
:)) Klasik anne kaygılarına kapıldım bile değil mi...

Cuma, Ekim 13, 2006

Günden seçmeler...


Bir ara ümidimi yitiriyordum. Gittikçe okuyucusu azalan bir yazar oluyorum diye :)
Meğer sadece sesleri çıkmıyormuş benim okuyucularımın. Yazmadığım için kızanlar olunca okuduklarını anladım. Teşekkürler Tuğba'cım ...
Bugün cuma, yarın da Evrencik geliyo Antalya'dan. Biraz beni özlemiş, biraz da İstanbul'u:)
E kışlık alışveriş de yapması gerekince, bu İstanbul seyahati kaçınılmaz oldu. Doğrusu ben de özlemiştim Evrencik seni, hergün görüşüp kaynatsak daaa, yüzyüze görüşmek gibi olmuyo. Hem daha göbeğimi göstercem sana :)
Bugün birazcık sıkıntılı bir hamilelik günü. Dün akşam yoruldum ve belim ağrıyor. Yatakta dönmek çok zor oldu. Hala da hem belim, hem belimden vuran ağrı nedeniyle karnım ağrıyor. Gaz da cabası. Eeee olacak o kadar değil mi, hamileyiz yani.
2 haftadır evin işiyle uğraşmaktan oğlumu göremedim ve onu çok özledim. Gerçi her akşam arayıp günlük havadisleri dinliyorum ama sarılıp koklayamadım altıntopumu...
Dün akşam gene kırmış geçirmiş bizimkileri. Yemeğini biitirmiş salonda oynarken mutfakta olan annesine seslenmiş; "anneeeee koş, haber gülteni başladı". Yeni öğrendiği kelimeleri cümle içinde kullanmaya bayılıyor. Gülten de bunlardan biri :))
Akşam yattıklarında annesine sorduğu soru ise noktayı koymuş.
"Anne, haber gültenlerini hep sikikerler mi sunuyooo?"
Böyle durumlarda ne kadar yanlış olsa da, kocaman bir kahkaha kaçınılmaz oluyor. Canım oğlum benim, minik zuzum....
Bugünkü blog resmim Ceylan'dan... Teşekkürler Ceylan!

Salı, Ekim 10, 2006

Mitolojide Boreas - the Greek god of the North Wind


Boreas was the Greek god of the North Wind who lived in a fertile region of Greece called Thrace. He is at home beside the river Strymon, but also inhabits a cave on Mount Haemus, a favorite haunt of the monster Typhon.
Sometimes said to have serpent-tails for feet, Boreas blew from the north, whistling through his conch. He often is depicted as being amber-winged, extremely strong, sporting a beard, and normally clad in a short pleated tunic.
Boreas is the son of Eos (Dawn) and the Titan Astraeus (some say that Aeolus is his father), and the brother of Zephyrus, Eurus and Notus (some mythographers also make him brother to Hesperus). Unlike the gentle Zephyrus, however, the violent and stormy North Wind was capable of terrific destruction. Gods often appealed to him to torment mortals, such as the time Hera asked him to shipwreck the hero Heracles (Hercules) on the island of Cos. Still, he often helped sailors by providing them with a friendly breeze.
Boreas once disguised himself as a dark-maned stallion and mingled with twelve of the 3,000 mares grazing beside the river Scamander. These famous horses belonged to Erichthonius, and from the union were born twelve fillies. They were so fleet that they could race over ripe ears of field corn without bending them, or over the crests of waves.
Boreas is notorious for kidnapping Oreithyia, who was the daughter of Erechtheus and Praxithea, king and queen of Athens. The wind god had long loved the young girl and had repeatedly asked her parents for her hand in marriage. However, they kept putting him off, telling him to wait, and using delaying tactics on Boreas.
The North Wind began to lose patience and decided to abandon his modest wooing: One day, Boreas saw Oreithyia playing beside the river Ilissus. Taking advantage, he swooped down unseen by anyone, tucked her beneath his amber wings, and carried her off to a rock near the river Ergines. Wrapped in a mantle of dark clouds, he then proceeded to ravish the helpless maiden.
Oreithyia became his wife and they settled down at the city of Thracian Cicones. They had twin sons, called Calais and Zetes (the Boreades), who were born normal but grew golden wings on their shoulders upon reaching adulthood. These swift men took part in the famous Quest for the Golden Fleece, accompanying Jason as part of the Argonauts, but were later killed by the great hero Heracles (Hercules). Boreas and Oreithyia also had two daughters, named Cleopatra and Chione.
Because of his union with Oreithyia, the Athenians regard Boreas as their brother-in-law or son-in-law, and once beseeched him to destroy the fleet of King Xerxes of Persia, which threatened the city of Athens. That was during the battle of Artemisium, fought in 480 BC.
The North Wind devastated the enemy fleet by invoking a violent storm, sinking 400 ships, and sending countless men and incredible treasure to a watery grave. The grateful citizens built Boreas a splendid temple sanctuary on the banks of the river Ilissus and a great festival, called the Boreasmi, was held annually in his honor to commemorate the Persian defeat.
The Romans identified Boreas as Aquilo. His name means "North Wind" or "Devouring".

Poyraz bana iyi geliyor


Bu sabah saatim çalınca yataktan kalkamadım. Sanki bir el beni geri yatmaya itti, ben de itiraz etmedim doğrusu :))
Saat 6.30'du ve hava daha karanlıktı. Hiç de yataktan çıkılası değildi doğrusu, ben de 45 dakika sonraya kurup saatimi, vapurla karşıya geçmeyi göze alarak kafamı tekrar yastığa gömdüm.

İyi ki de öyle yapmışım. 7.15'te kalktım, giyindim ve çıktım. Nasıl güzel bir hava vardı dışarda, nasıl temiz bir hava. Çok hafif yağmur atıştırıyordu, ama şemsiye açmadım. Temiz havayı derin derin içime çektim. Dünkü o boğucu havadan sonra tatlı serin bir rüzgar esiyordu. Vapura bindim, kapıya yakın bir yerde ayakta durdum. Aynı tatlı serinlikte gaztemei okudum. Vapurdan inince minibüse kadar yürüdüm. Kendimi neden bu kadar neşeli hissettiğimi anlamadım doğrusu. Havanın tadını çıkardım. Ciğerlerimi doldurdum. Resmen güne çok keyifli başladım.
Sonra anladım bu bu neşenin sebebini, bu sabahtan itibaren İstanbul'u ziyaret eden Poyraz'dı....
Anladım ki, poyraz bana iyi geliyor...

Pazartesi, Ekim 09, 2006

Poyraz


Farkında bile değilim, oldukça uzun süre olmuş yazmayalı. Geçen hafta işyerinde çok yoğun ve stresli idim. Evde de benzer ama çoook daha tatlı bir yorgunluk vardı. Bu nedenle blogum kafamdan uçtu gitti...
Evde yoğunduk çünkü bebek odasının altyapısını hazırlamakla meşgulduk. Sırf el kadar bir sıpacık gelecek diye 3 odayı 2 oda haline getirip, 3. odayı küçük beyimize bıraktık :))
Sonra da onun odasını boyadık...Şimdi babasının odasından artan tek bir dolabı saymazsak, bebeğimizin odası boş ve eşyaları bekliyor.
Dün Özlem, Özlem'in kardeşi Özge ve Kıvanç'la birlikte IKEA'ya gittik. Yine oldukça yorucu bir gün oldu. Ama kafamda alacaklarım ve almayacaklarım oldukça netleşti. Hatta oğlumuza 2 tane tekerlekli oyuncak kutusu bile aldık. Ha bu arada ilk oyuncağımız da Kıvanç amcasından geldi, sevimli, yumuşacık bir ayıcık.
IKEA'dan çıkıp Özge'yi Ankara'ya uğurladıktan sonra, Kızıltoprak'taki bir bebek mağazasına gittik. Ama o kadar yorulmuştuk ki, sadece bebek arabalarına doğru dürüst bakabildik. Amma da zor işmiş yahu, amma çok çeşit, amma çok özellik varmış. Başım döndü resmen. Ordan kaçarak uzaklaştıktan sonra Özü ve Kıvanç'ı iskeleye bıraktık ve eve döndük. 1 saat kadar salonda uumuşum. Ancak kendime geldim.

Bu uyku ve akşam yemek olmadığı için yaptığımız kahvaltımsı beslenme saatinde içtiğim 2 bardak çay nedeniyle gece uyku tutmadı tabi. Nasıl bir çarpıntı anlatamam. Saat 2.30 filandı uyuyabildiğimde. İnsanın bünyesi ne çabuk değişiyor. 2 bardak çok açık çay bile bana bunu yapıyorsa, ilk alkol aldığımda ne olacağım çok merak ediyorum.
Emzirmeyi bıraktıktan sonra ancak alkol alabileceğim düşünülürse, ki bu en azından 1,5 sene demektir; tek bardak biradan sonra naralar atmaya başlayabilirim ona göre :))

Cumartesi sabah Özü de aylık kontrolüne gitti. Sonrasında beni aradı. Kızımız tam 30 santim ve 770 gram olmuş yahu. Daha 6 ay bile doğmadı, maşallahı var güzel kızımın. Annesi de ona çok iyi bakıyor. Daha da büyüsün, etlensin, yağlansın ki doğar doğmaz mıncıkliiim ben onu :)))

Ha bu arada...
Çok daha güzel ya da benim hoşuma giden bir isim olmadığı takdirde, oğlumun adının Poyraz olmasını istiyorum. Poyraz, Boreas isminden türemiş ve mitolojide rüzgar tanrısı demekmiş. Batı dillerine Bora olarak geçmiş. Yunan mitolojisine göre kuzeydoğudan esen rüzgarı İstanbul boğazındaki mağarasında soğutup fırtınalara çeviren tanrıymış.
İnternette okuduğum bir başka yorum da bu ismi tercih etmemde etkili oldu;
"kuzeyden esen rüzgarlar insanları dinç tutar, beraberinde getirdiği güç yaşam koşulları (soğuk, rüzgar, kar, köye kurt inmesi vs...) karşısında insan iradesinin hep açık kalmasını sağlar, sevgili terketmesi, hedenin hödö olması gibi üzülmeye değmez durumlardan rahat kurtulmamıza, değdigi vücudumuzda oluşan ürperti ile yaşadıgımızı anlamamıza ve ondan keyif almamıza yardımcı olur. Kuzey rüzgarı altında çalışmaya başlayan insan işe iş demez, faideli verimli olur, kendisiyle gurur duyar, herşeyden önce birgün güzel günler göreceğine inanır, boşvermez. Kuzey rüzgari ayrıca kaz ördek gibi uçan mahlukatı da bölgeye getirerek ağız tadımıza da katkı yapar, süper olaydır poyraz rüzgarı, yazları İstanbul sıcağında nispeten rahat uyumamızı sağlar.

Tüm bunlar sonucunda Poyraz ismini koymaya karar verdim. Tabi babasının Fidel ısrarı nedeniyle, hiç istemesem de oğlumun 2 adı olacak.


Hoşgelsin Fidel Poyraz Koç, sefalar getirsin. En az abisi kadar iyi bir çocuk olsun, en az abisi kadar espirili, neşeli, sevgi dolu ve kendiyle barışık olsun. Yolu açık, şansı bol, bahtı açık olsun 2 oğluşumun da....

Çarşamba, Ekim 04, 2006

Abimizden incilere devam...

Dün akşam sıpam ile yaptığım telefon konuşmasını aynen aktarıyorum

Ben- Teyzecim ilk sana söylemek istedim, galiba kardeşin bugün ilk tekemelerini attı.
Anı - Aaaaa gerçekten mi? Çok sevindim. İlk bana söylediğin için teşekkür ederim.
Peki suların da aktı mı?
Ben - (Hö?) Anlamadım teyzecim...????!!!
Anı - Yani suyun da aktı mı?
Ben - Yok teyzecim akmadı. Sen bunu nerden biliyorsun peki?
Anı - Annem anlattı, sadece karnın acıyınca değil, aynı zamanda suyun da akınca kardeşim doğacakmış.
Ben- Tabi tabi canım....

Dün okulda ilk kavgasını da etmiş. Daha çok erken değil mi? 6 yaşında daha yahu. Mustafa ona yumruk atmış, o da Mustafa'ya tekme atmış. Sonra da cetvelini kırıp çöpe atmış. Anlamadım ki, bu durum normal midir?

Akşam da annesine kızıyormuş, okula eşofmanla gönderdiği için. Annesi de "e oğlum beden eğitimi dersin olduğu günler, okula eşofmanla gitmenizi istediler" demiş. Bizimkinin cevabı şu; "ne beden eğitimi. Biz öyle bir ders filan yapmadık. Sadece son tenefüste kimseyi bahçeye çıkarmadılar, sadece bizim sınıf çıktı. Uzun uzun oynadık"

:)))) Şaşkınım benim yaaaaa....

Yoksa ilk pıt pıt mı?

Dün akşam saatlerinde işyerinde bilgisayara eğilmiş dikkatle bir işe bakıyordum. Birden karnımın sağ alt tarafında 3 kez minnacık bir pıt hissettim. İrkildim doğrusu, sonra arkama yaslandım ve beklemeye başladım. Hemen tekrar minnacık pıtır pıtırlar geldi. Gaz gibi ama tam da gaz gibi değil. Elimi koydum ve elimle de hissettim. Bilmiyorum bunlar oğlumun ilk tekmeleri miydi ama ihtimali bile çok güzeldi doğrusu. Özü de böyle baloncuk patlaması gibi hissedeceğimi söylemişti zaten. Sonra tekrarlamadı ama heyecanla bekliyorum...

Isınınca geri döndüm....


Ben bu bebeğe klasik müzik dinletme mevzusunu anlamadım. Yani belki de anlamak işime gelmedi. Hevesle sağdan soldan birkaç tane klasik müzik CD'si aldım "Mozart for Babies", "Build Youre Babies Brain"....vs. Büyük bir ciddiyet ve görev bilinci ile taktım ve dinlemeye başladım.
İlk CD'de bu güzel değilmiş diyerek 3. parçada, bir başka CD'ye geçtim. Bu CD'yi yemek yaparken pek duyamadığım için daha uzun süre dinledim ama bu sefer de taaa arka odadan Ogo geldi ve hamileliğin boyunca bunları mı dinlicez diye sordu. Bu CD'yi de çıkartıp bu sefer "Akıllı Bebekler Akademisi" isimli kitapla birlikte verilen CD'yi taktım. Bu diğerlerinden de beterdi ve başındaki 15 dakikalık ney taksimi beni depresyona soktu. Bu CD'ye ikinci bir şans bile vermeyeceğim.
En son okuduğum yazıda da vals dinletin diyordu. Ne bu ya, saraya asilzade mi yetiştiriyoruz. Şu anda Şebnem Ferah "Can Kırıkları" dinliyorum mesela. İçinde keman solosu bile var, o olmaz mı :)
Neticede bebeğe anne karnında klasik müzik dinletme konusunun ne kadar gerekli olduğunu araştırıyorum şimdi :)) Eğer çok iyi bişey olacağına kanaat getirirsem, kocaman kulaklıklar alıp karnıma dayayıp sadece bebeğe dinleteceğim, biz dayanamıyoruz çünkü.
Kabul ediyorum, bu bizim eksiğimiz. Anneannem "alışmadık götte don durmaz" derdi. Aynen öyle, alışmadık kulakta klasik müzik olmuyor işte.
Annemin ne bana, ne de kardeşime hamileyken klasik müzik dinlediğini ve dinletmediğini biliyorum. Ogo'nun annesi de dinletmemiştir eminim. E Anı'cım da anne karnında iken hiç müzik dinlemedi, çocuk motorsiklet gürültüsü ile büyüdü. Ama zeka konusunda hiçbir problemimiz yok valla.
Yok kardeşim, reddediyorum klasik müzik dinletmeyi. Şöyle caz, latin, rock filan dinletsek nasıl olur?
Var mı önerisi olan :))

Salı, Ekim 03, 2006

Bir masal...


Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde ülkenin birinde bir kız yaşarmış. Bu kız bir dağı kucak bellemiş, yaşayıp gidermiş. Bu kızın çok elbisesi varmış. Güçlü kadın, güzel kadın, iyi anne, hayırlı evlat ve daha birçok giysisi. Kız bu elbiselerini çok önemser, birçoğunu hiç üzerinden çıkarmazmış.
Kız dağa “dağ” dermiş, dağ ona gülermiş. Kız ona “dağ” dedikçe, dağ daha çok gülermiş. Kız dağın gülmesine sevinirmiş. Dağ onu gölgesinde saklar, pınarlarından su verir, meyveleriyle beslermiş.
Kız dağa “dağ” demeye devam etmiş. Dağ kızı küçümsemiş. Kız üzülmüş ama gene de dağa “dağ” demeye devam etmiş. Dağ gittikçe daha acımasız gülüyormuş, kız da gittikçe daha çok üzülüyormuş. Kız dağa “dağ” demeye devam ettikçe, dağ da kızı üzmeye devam ediyormuş. Kız bu durumu hiç anlamamış. Çok üzülmüş, daha çok üzülmüş...
"Ama..." demiş kız, dağ gülmeye devam etmiş, "lütfen..." demiş kız, dağ onu duymamış bile.
Güneş doğuyormuş, güneş batıyormuş... Kızın canı çok acıyormuş. Kızın derisi kurumuş, dağın estirdiği sert rüzgarlardan. Gözlerini açamıyormuş, etrafında dönen kum ve topraktan. Dudakları çatlamış, konuşamaz olmuş dağın soğuğundan.
Kız yükseklerden eteklere inmeye başlamış. İndikçe inmiş, inerken ağlamış. Yürümüş, yürümüş... O kadar uzaklaşmış ki, dağın sesi artık gelmiyormuş. Yürüdükçe daha çok üşümüş. Dolaptaki en kalın elbisesini giymeye karar vermiş. Çoktandır giymiyormuş. Çok ağırmış bu elbise, zırh gibi. Soğuğu geçirmez ama taşıması çok zor. Kız o kadar üşümüş ki, dayanamamış ve elbiseyi giymiş. Artık en azından içi titremiyormuş. Bu elbisenin adı: “yalnız kadın”mış.

Cuma, Eylül 29, 2006

Oynayamam, yerim dar...


















Pazartesi akşamı cinsiyetini öğrendiğimizde çekilen ultrason görüntülerini detaylı inceleme şansım olmamıştı. Bizim küçük sıpa, "kardeşim erkek olacak" diye sevinç çığlıkları atarak ultrasonu eve götürüp, başucuna asmıştı. Dün akşam görüntüleri inceledim. Çok sıkışık gözüküyor benim oğlum yaaa, sanki içinde bulunduğu alan çok dar gibi geldi bana. Bu sabah internetten bazı ultrason görüntüleri indirdim. Hepsinin aynı olduğunu görünce rahatladım tabi. Rahatlamasam ne yapacaktım acaba? Plasenta nasıl büyütülür bilen var mı? :))

Yukardaki ilk resim bir sezeryanla doğum anı. Çok etkileyici buldum ve paylaşmak istedim. İkinci resim ise 16 haftalık yani oğlum kadar bir bebişe ait.

Tüm bunların dışında pek de keyfim yok açıkçası, nedenini detaylı yazmayacağım. Okuyanları ilgilendirmiyor nasıl olsa, gereksiz can sıkmaya lüzum yok. İlgilendirenler de okumuyor zaten.
Hepinizi öpüyorum...

Çarşamba, Eylül 27, 2006

Oğlan annesi adayından sabah anketodları..

Bebeğimin cinsiyetini öğrenmeden önce neredeyse hiç de merak etmiyordum. Öğrensem ne olacak ki diyordum. Kız pembe, erkek mavi diyenlerden de değilim. Ama öyle değilmiş işte...
Birçok şey somutlandı kafamda, hayaller netleşti. Şu kadarını söyliiim, siz gerisini anlayın artık. Bu sabah gazetedeki bir haberi okurken, gözlerim yaşarmış vaziyette oğlumu askere göndermeme planları yapıyordum. Anı için de bu muhabbeti yaptığımız oldu ama şimdi çok erken değil mi. Hatta size bir sır, oğlumun babasıyla geçireceği erkek erkeğe zamanları neredeyse kıskanıyorum yahu :))

Neyse, psikopat annelik rolünden derhal sıyrılmam lazım. Gerçekten iyi bir anne olabilecek miyim Evren'cim? Sen öyle demişsin ama....

Bu sabahtan bahsederken minik bir anektod anlatayım size, ilk kez böylesi başıma geldi. Sabah 45 dakikacık daha fazla uyuyabilmek için, servisle değil de vapurla gitmeyi tercih ettim. Hem zaten kış da geliyor, daha kaç sabah vapur keyfi yapabilirim öyle değil mi? Neyse gazetemi aldım, vapura bindim. Alt kıç salonda kendime yer aramaya başladım. Burdan çıkmak daha hızlı oluyor da. Neyse, orta sırada normalde 2 kişilik dizayn edilmiş ama sabah 7.45 yoğunluğunda her zaman 3 kişinin oturduğu koltuklardan birini gözüme kestirdim ve oturan iki kişinin arasına geçtim. Gazetemi açtım ve okumaya başladım. Hemen sağımda oturan gencin gazteyi benimle okuduğunu farkettim ama onu sıkıştırmış olmamın karşılığı olarak bu durumdan rahatsız olmadım. Hem zaten başkasının gazetesinden çaktırmadan bişey okumaya çalışmak da eğlenceli bişeydir di mi? Gazetenin bir yerine geldiğimde, sayfayı çevirmek istediğimde yanımdaki kişi "durun çevirmeyin, okuyorum" dedi. Şaşkınlıkla ve gülerek yüzüne baktım. O da "lütfen..." der gibi baktı. Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Hiç böyle müdahele edeni görmemiştim. Neyse okudu bitirdi ve ben sonra diğer sayfaya geçtim. Arkadaş biraz enteresan bir arkadaştı. Birkaç dakika sonra hapşırdım ve ortalığa görünür birşey saçılmamasına rağmen vapur arkadaşım (artık arkadaşım diyebilirim değil mi, bunca samimiyetten sonra :)) cebinden ütülü bez bir mendil (evet evet bez, kağıt mendil değil) çıkartarak kucağında özenle taşıdığı çantasını sildi. Yine gülmemek için kendimi zor tuttum tabi. Bu esnada vapur yanaşmaya başlamıştı, arkadaşım (!) yerinden kalktı ve kapıya doğru oluşmuş olan kuyruğun arkasına geçti. Ben de hemen peşinden kalktım, arkasına geçtim. Beni gördü. İnmek üzere hareketlendiğimizde, bu sefer gerçek olmayan ama şahane bir hapşırık patlattım sırtına doğru. Nasıl irkildiğini bilemezsiniz. Şimdi ceketini temizletmek için bir kuru temizlemeci aradığını düşünüp, eğleniyorum doğrusu :))

Salı, Eylül 26, 2006

Canım oğluma....


Bütün Çin Takvimi ve cinsiyet tahmin çizelgelerini, yüzük sallama, yeme alışkanlığı ile cinsiyet tahmini yöntemlerini atlatarak kendini gösterdin. Ben ne olsan seni çok severdim zaten. Hoş gel, sağlıkla, mutlulukla, açık yollarınla ve bol şansınla gel. Dünyada tüm bunlara çok ihtiyacın olacak.

Gösterdi. Hem de ne göstermek, ultrasonsonu karnıma değdirir değdirmez açtı sıpa bacaklarını. Tabiri caizse dal başak ortada :))
Abimiz de bizimleydi. "Yaşasın, erkek kardeşim olacak" diye ultrason resimlerini elinde bayrak gibi sallayarak koşturup durdu. Babam kız torun beklentisi ile hüzünlü, "ikinciye inşallah" diyip durdu. Annem de yanımda idi, o "eyvah, bir tane daha mı? Nasıl başedicem ben 2 tane kudurukla" diyip durdu. Annem benim çocukluğumu unutmuş herhalde, yaramazlıkta erkekleri cebimden çıkartırmışım. 12 yaşıma geldiğimde, 2 kol, 1 ayak kırığı, 2 kafa yarığı, vücutta sayısız yara izi ve defalarca kez sakatlanmış omurga(kayıktan sığ kuma çivileme atlamak, dönen merdivenin en dar yerinden inmeye çalışmak... gibi haşarılıklar sonucu oluşmuş omurga sıkışmaları) ile yaramaz çocuk rekoruna adaydım.
Kardeşim, "hayırlı olsun" derken, bir taraftan da kız olsaydı yeğenine sürmeyi planladığı rujları, ojeleri kenara kaldırmakla meşguldu sanırım.
Kıvanç ve Özü çiftine müjdeyi, "damat geliyor" diye verdik. Onlar da bana hemen kaynana muamelesi yapmaya başladılar :)) Yerim ben o gelini...
Devrim halamız, aileye bir erkek Koç daha katılmasından kaynaklı hayal kırıklığı ve kızgınlığını "ilgilenmem ben onunla" diyerek gösterdi.
Evren Teyze'miz, bir oğlan anası olarak, "Özlem ben bizim oğlumuz olacağını hiç tahmin edemezdim, hani bizim kızımız olacaktı" diye tepki verdi.
Ogomuz'dan bahsetmeme bile gerek yok, oturuşu bile değişti diyeyim. Gerisini siz anlayın artık...
16 haftamız doldu. Artık 150 gram olmuşuz. Ultrasonda tek kareye bile sığmıyor. Ben hamileliğin başından beri 3 kilo almışım. Doktorum çok iyi gittiğimi söyledi. Artık bundan sonraki ara durak 19 Ekim. Bu sefer Atıl Yüksel amcamıza gidip 2 düzey ultrason çektireceğiz. Tepemizden tırnağımıza detaylı olarak inceleneceğiz.

Aslına cinsiyeti bilmek büyük bir heyecanı sona erdiriyor. Artık sağlıklı bir şekilde bir an önce doğmasını istiyorum. Tüm isim önerilerinize açığım... İlk olarak aklımda Poyraz, Efe ve Doruk var ama daha güzel bir öneri geldiği takdirde hepsinden her an vazgeçebilirim.

Pazar, Eylül 24, 2006

Nihayet ben de aşerdim....


Evet evet, dün akşam annemlerde oturmuş televizyon seyrederken. Reklamda gördüm ve birden ağzımın suyu aktı. Kardeşim, "salaksın sen salak. Aşerdiğin şeye bak" diye söylene söylene bakkala gitti. Kocam ciddiye bile almadı. Anı da benimle birlikte aşermiş olacak ki, o da aynısından istedi. Neye mi aşerdim?

Rocco Elmalı Lolipop'a.... :)))

Nasıl yedim, nasıl yuttum bilemezsiniz... Gerçekten çok salakça ama napiiim...Millet kış ortasında karpuz ister, ben lolipop istedim. Bir arkadaşımın yorumu şu oldu; "" bundan daha tuhafı ekmeğe filan aşermen olurdu herhalde"

Olabilir napiiim... Ekmeğe de aşeriyorum aslında ama onu kimseye söylemeden gidip yiyorum. Ekmek olduğu için kimse anlamıyor. Hakan hariç :))
Hakan Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin kafesinde çalışan servis elemanı bir arkadaşım. Bugün mercimek çorbası istedim. Çorbayı, yanında hep istediğim gibi bol limonu getirdi. "E hani ekmek" diye posta koyunca çok şaşırdı, "2 senedir burdayım, 2 senedir ekmek yemiyorsun. Ne bileyim şimdi isteyeceğini" dedi. "Eeee, gak guk, çok acıktım" filan diyip geçiştirdim.

Hamilelik hali işte...

Yarın akşam 16. hafta sonu kontrolümüz var... Hem AFP ölçümü için kan alınacak, hem de gösterirse miniğim cinsiyetini öğreneceğiz. Dolayısı ile bu muayenenin talibi çok. Anı ve annem de gelecek. "Kusura bakmayın Arkun Bey, biz biraz böyleyiz işte" diyip geçiştirmeyi planlıyorum. Son durumda kız ve erkek tahminleri neredeyse eşit. Şansı bol, yolu açık olsun, sağlığı yerinde olsun da, ne olursa başımın üstünde yeri var...

Hepinizi kucaklıyorum...

Not: Adet olduğu üzere yazıma resim aramak için Google'da "lolipop" yazınca neler buldum, neler :)) Bulduklarımı koyamayacağım için temsili bir lolipop resmi koyuyorum.

Çarşamba, Eylül 20, 2006

Pazartesi göster e mi böceğim, annen sana terlik, pabuç alacak...

Haftaya pazartesi doktor kontrolümüz var. Artık cinsiyet tahmini yapılabilir haftaya ulaşmış, 16. haftamızı o gün doldurmuş olacağız.
Tabi gösterirse küçük yaramaz. Aslında yaramaz derken haksızlık etmiim. 3,5 ay oldu, hiçbir sıkıntı vermedi bana.
Pazartesi akşamı giderken abimizi de alacağız. Abisi "belki bana gösterir" dedi de. Ultrasonu görünce onun da tepkisinin ne olacağını çok merak ediyorum doğrusu. Pazartesi akşamı, ya da en geç Salı günü size kontrol sonuçlarını yazarım. Hamileliğimin ilk başlarında gelen yoğun "erkek olacak" tahminleri, son zamanlarda "kesin kız olacak" tahminlerine bıraktı.
Bu arada abimizden bahsederken okul maceralarımızı da atlamaylım. Artık resmen ilkokul 1. sınıf öğrencisi benim altınbaşağım....
Şu sıralar davranış biçimlerimiz epeyce sallantılı. Okul dışında okulla ilgili olarak çok umarsız görünüyor. Henüz bir ödev ya da istek bilgisiyle gelmedi eve. Daha mevzuyu kavrayamadı sanırım. Ya da fazlasıyla kavradı ve şimdiden ayak diriyor :)) Derslerde nasıl diye sormak için de henüz çok erken diye düşünüyorum. Zamanla keyif alacaktır diye düşünüyorum. Biraz sabırsız bir çocuk. Hemen okuyor olsun, hemen yazıyor olsun istiyor. Deftere çizdikleri dalgaları son derece anlamsız ve sıkıcı buluyor ve bu dalgaların üzerine gemi çizmeyi tercih ediyor.
Bence de çok doğru bir davranış biçimi, dalganın üstünde gemi olur tabi. Okulun çocuğumun hayal gücünü köreltmesinden çok korkuyorum doğrusu.

Neyse okul maceralarımız çeşitlendikçe yazarım. Eğlenceli olacağa benziyor. Bu arada büyüdük ya (!), artık cimnastiğe değil basketbola gitmek istediğini söyledi. Uygun bir basketbol okuluna göndereceğiz sanırım.

Neyse işte bende durum budur, bir numara yok. Sadece daha fazla nefes nefese kalıyorum. Bu da artan kan hacmi (%50 artıyormuş) ve oksijen ihtiyacı imiş. Mümkün olduğunca açık havaya çıkmaya çalışıyorum. Bunun dışında uyku konusunda sıkıntı yaşıyorum. Geceleri pek huzurlu uyuyamıyorum. Sebebini tam bilemiyorum ama sık sık uyanıyorum ve (sürekli horlayabilen bir kocası olanlar beni anlar) tekrar uykuya dalmakta sıkıntı yaşıyorum. Bu da gündüz uykumun gelmesine sebep oluyor doğal olarak.

Bu seferlik bu kadar, hepinizi seviyorum.

Cuma, Eylül 15, 2006

depresifim....


Valla bugün depresyondayım. Niye diye de sormayın. İster hamilelik gel-gitleri deyin... İster başka bişey. Depresifim işte. Var mı bi diyeceğiniz? Canım hiçbişey yapmak istemiyor, hiçbir yere de gitmek istemiyor. "Gönül yorgunluğu" imiş bunun adı...
Geçer herhalde!

Sizin keyfinizi kaçırmiim bari, eğlenceli bir anektod aktarayım. Biri 6 (ANI), diğeri 6,5 (komşumuzun oğlu, Anı'nın okul arkadaşı) yaşında iki çocuk evde oynuyorlar. Anı arkadaşında bir oyuncak veriyor.

Arkadaş - A aaaa ne güzel oyuncakmış...
Anı - Ama öyle yapma kırılır, kırılırsa senden parasını alırım (Eşek sıpası biz sana böyle mi yapıyoruz)
Arkadaş - Alırsan al, benim babam çok zengin. Öder....
Anı - Ağlarım da ama, gözyaşımın parasını da ödeyebilecek misin?
Arkadaş - (Donar ve kalır)

Yani bunlar çok mu zeki, çok mu artist ben anlamadım. Kuşak farkı diye buna deniyor olsa gerek. Herkese sevgiler...

Pazartesi, Eylül 11, 2006

Bırakın don biçmeyi, neredeyse çeyiz düzeceğiz :)

Herkese iyi haftalaaaarrr...
İstanbul'a bugün resmen sonbahar geldi. Hava 24 derece ama sabahtan yağan sağanak yağmur ben dahil birçok İstanbullu'yu avladı. Günün hamile tavsiyesi;
"Kapalı ayakkabı giymeden, şemsiye veya yağmurluk almadan sokağa çıkma"

Bir önceki yazıma Derya bir yorum yazmış. İkili test sonucuma göre cinsiyet tahmini yaptığım için bana deli muamelesi yapmış. Ben zaten bunun bilimsel olduğunu iddia etmiyordum ki. Yani yüzükle tahmin, karnın tipine bakarak tahmin, ya da "ye tatlıyı doğur atlıyı, ye ekşiyi doğur Ayşe'yi" tahminleri ne kadar geçerliyse bu da o kadar geçerlidir. Ben de bu yönteme göre atıyorum işte.

Ve sonuçlar geldi, beta hCG değerim 90,57. Bu durumda benim teorime göre bebeğin kız olması gerekiyor. Bekleyip göreceğiz.

"Doğmamış çocuğa don biçilmez" derler ama, benim kirli çıkı annemle, teyze olma heveslisi kardeşim, Anı'dan kalan giysileri, eşyaları filan çıkarıp ayırmışlar. Yani benimkini bırakın, bununla beraber 5 çocuk daha büyür. Zıbından, tulumlara, emzik askısından, diş kaşıyıcılara kadar hemen hemen ne ararsanız var. Battaniye, nevresim takımları, yastık, yorgan, ana kucağı, kanguru, bebek telsizi, biberon ısıtıcı... Yani kısaca 4 koca torba ve bir koca hurç dolusu eşya. Hepsini almaya kalksam dünyanın parası eder eminim. Annecim sana minnetarım. Ve "aman anne, ne tutuyorsun bunları evde. Ver birine de hayrını görsün" diyen beni dinlemediğin için de sana çok teşekkür ederim.

Perşembe, Eylül 07, 2006

İkili test sonucunuz...

"MERHABA OZLEM ERGUZ KOC. IKILI TEST (DOWN SENDROMU TARAMA TESTI) SONUCUNUZ NORMAL CIKMISTIR"

Teknolojik doktorumuzun kliniğinden dün böyle bir mesaj geldi. Bu durumu çok soğuk buldum derken, akşam da doktorum aradı. "Özlem'cim ikili test sonuçların gayet iyi çıkmış. Merak edilecek hiçbirşey yok. İçin rahat olsun" dedi. İçim rahatladı :))

Henüz sayısal sonuçlarını alamadım ama bu hamilelikte en önemli sınav olarak görülüyor. Sonuçların iyi çıkmasına çok sevindim tabi. Sayısal sonuçları alıp ne yapacaksın diye sormayın, bilimsel olmayan bir çalışma neticesinde bu tahlillerin sonuçlarından birinin cinsiyet tahmini yaparken kullanılabileceğini öğrendim. Bu haftalarda yapılan beta hCG testinin sonucu 50'nin altında ise bebek erkek, 50'nin üzerinde ise bebek kız oluyormuş. Doğruluk oranı %70, yani kafadan atmaktan biraz daha yüksek :)) Mesela bu test Özü'de tutmadı, kızımız yolda ama değer 23 filan çıkmış. Şimdi test sonucunu alınca bahislere ben de katılacağım. Bu arada tahminlerde çoğunluk erkek diyor. Anı ultrason resimlerini görünce, " aaa bu resmen kız" dedi. Bakalım kim doğru tahmin edecek!!!

Salı, Eylül 05, 2006

Kalleşlik bu arkadaşım, sakın boyun eğme


Aslında bu yazıyı dün yazacaktım ama sabah 8'de oturduğum sandalyemden kalkabildiğimde saat 17 idi. Kara pazartesi resmen.
Neyse dün onca iş yoğunluğu ve sinir bozucu müşteri muhabbeti arasında beni en çok üzen, hamiş arkadaşım Özü'den gelen bir mail oldu. Kendisi Türkiye'nin en köklü (!) finans kuruluşlarından birinde çalışıyor ve bulunduğu konuma gelebilmek için nasıl aylarca geceleri ders çalıştığını ben biliyorum. Hamile olduğunu öğrendiği günden beri de bu durumu işine yansıtmamak için nasıl bir iyi niyetli çaba içinde olduğunu da görüyorum. Ama kimse aynı iyi niyeti göstermiyor anlaşılan ki, cumartesileri bile müşteri ziyaretleri icat ediyorlar. Tam buna kızarken, cuma günü yaptığı performans görüşmesinde kendisine söylenenler üstüne tuz biber ekti. Mailin bu kısmını aynen aktarıyorum "Cuma günü performans değerlendirmem vardı. Performans ödeneği alamadığım gibi, neredeyse çocuğu aldır diyecekler sandım. Hamile kalırken işi hiç düşünmemişim. 6 ay daha geç hamile kalabilirmişim, kendimi çok salmışım, bakımsız dolaşıyormuşum, yerimden hiç kalkmıyormuşum vs..."
Birincisi bunlar hamile bir kadına söylenir mi?
İkincisi söylemek zorundaysan bile böyle mi söylenir?
Cumartesi bile çalışan birine nasıl yerinden kalkmıyorsun dersin yaaa. Üstelik de bunu söyleyen kadın bir yönetici. 6 ay sonra ne değişecek peki, o zaman işler azalacak mı? Yoksa 2 - 3 kişilik iş yapan arkadaşımın yükünü hafifletmek için yanına birilerini mi almayı düşünüyordunuz? Güldürmeyin lütfen. Hiçbir iyi niyet gösteremiyorsanız bile, iş yasasının hamilelerin çalıştırılmasıyla ilgili kısmını okuyun en azından. Ha sahi, iş yasası diye birşeyden haberiniz var en azından değil mi?
Üzülme sen canım arkadaşım. Sabret! Seni bezdirmeye çalışıyorlar. Kimse senin aynı yoğunlukta çalışmanı isteyemez. Elinden ne kadarı geliyorsa, o kadarını yap. Sadece kendini ve bebeğini düşün. İşten çıkıp eve gelmen saat 8'i buluyorsa, ertesi gün yorgun olman senin suçun olamaz. Bu çalışma düzeni senin kabahatin değil. Eğer bakımsız derken saçını boyatamadığın için dipten görünmeye başlayan yıldızlardan bahsediyorlarsa, bunun adi hasettir. Bunun adı gözkamaşmasıdır. Bu hainliğe pabuç bırakma, bırak insanlar kendi kendilerini yesinler. Hayat zaten aynı olmayacak, daha da fazla zorlaştırmalarına izin verme. Yalnız değilsin unutma! Seni seviyorum...

Hamişlere 2 yemek tarifi... Hamiş olmayanlar da yiyebilir :)

Hem hamile, hem kolestrol tehlikesi olan, hem de insülin direncinden muzdarip biriyseniz eğer yemek yemek oldukça sıkıntı verici olabilir. İş yerindeki yağlı ve patates yoğun yemekleri yiyemeyip akşam kendi yapacağınız salatanın veya yemeklerin hayalini kuruyorsanız eğer, işte size 2 güzel tarif. Sevgili beyler, sizler de kolaylıkla bu yemekleri yapıp sevgilinize hoş bir süpriz yapabilirsiniz.
işte ilk tarifim, Fırında Mücver.
Bir kaba yarımşar demet dereotu, nane ve taze soğan ince ince kıyılır. 3 adet orta boy kabak kabukları kazınıp yıkandıktan sonra iri bir rende ile rendelenir ve suyu sıkıldıktan sonra yeşilliklere eklenir. 100 gr beyaz peynir rendelendikten, 3 adet yumurta da çırpıldıktan sonra karışıma dahil olur. Peynir tuzsuz değilse, ek tuz koymaya gerek yok. Karabiber ve 1 çay bardağı zeytinyağından sonra tepeleme 2 yemek kaşığı un da karışıma eklenerek iyice karıştırılır. Bu esnada suyunu salmasından endişe etmeyin, fırında hepsini çekecek :) Tüm bu karışımı bir borcama (ben 25x25 kare borcam kullandım) döktükten sonra üzerini alüminyum folyo veya yağlı pişirme kağıdı ile örtün. 200 derecedeki fırında 20 dakika üstü kapalı, 10 dakika kadar da üstü açık pişirin. Pişme süresi her fırına göre değişebileceğinden fırındaki mücveri sık sık kontrol etmenizde fayda var.
Artık mücverinizi ister soğuk, ister sıcak, ister yoğurtlu, ister sade yiyebilirsiniz...

Ve ikinci tarifim, Fırında Levrek.
Balık sezonunun açılmasıyla şenlenen balıkçı tezgahlarından istediğiniz sayı ve boyda levrek alın. Aynı tarifle lüfer, palamut, çipura, uskumru ve somon da yaptım. Hepsi nefis oldu.
Balıkları iyice temizlenir, özellikle pulları titizlikle gövdeden ayrılmalıdır ki, en sonda oluşacak nefis ekmek bandırma suyu içine karışan balık pulları nedeniyle heba olmasın. Balıklar zeytinyağına bulanarak 1-2 saat buzdolabında bekletilir. Bu aşamada yemeğin servis edileceği kişi sayısına göre fırın poşeti hazırlayın. Herbir poşeti yatay olarak kullanın ve tabanına halka halka dilimlenmiş soğanları, küp küp doğranmış domatesi, üzerlerine de tane karabiberi koyun. Buzdolabında marine edilmiş balıkları çıkarıp karınlarındaki yarıklara 1'er adet defne yaprağı saklayın. Dilediğiniz miktar sarımsağı tuzla dövün, mümkünse kıyılmış fesleğenle, yoksa ince kıyılmış maydonozla karıştırıp üzzerine zeytinyağı ekleyin ve bu karışımı balıkların üzerine sürün. Süslenmiş balıklarınızı fırın poşetindeki malzemenin üzerine yatırın ve üzerlerine halka halka doğranmış limonları dizin. Poşetlerin ağzını sıkıca kapatın ve poşeti 2-3 yerinden iğne ile delin. Poşetleri dikkatlice fırın tepsinize ya da borcamınıza yerleştirin. 200 derecede 40-50 dakika pişirin. Servis ederken ister poşetleriyle tabaklarına koyun, ister poşetsiz. Bu arada kalabalık misafiriniz varsa poşetlere patates, biber ve mantar da koyabilirsiniz. Son derece lezzetli ve doyurucu olan bu yemeği mutlaka yanında ekmekle servis edin. Çünkü poşette oluşan balık suyu asla ziyan edilmemesi gereken bir lezzet :)

Herkese afiyet olsun...

Mobilya alışverişini erkenden yapın, en azından erken karar verin

Geçen cumartesi sabahı evde miskinlik yaparken, birden IKEA'nın 2007 kataloğunu internetten indirirken bulduk kendimizi. Ve sonra da benim ısrarlarıma dayanamayarak yollarda...
Saat 13.00 gibiydi IKEA'ya girdiğimizde. Abimize ranza, abimize çalışma masası, çocuk odasına gardrop, bebek yatağı, yastık, nevresim, Özü'nün isteği üzerine beyaz bebek mobilyası alternatifleri, puf, lamba, Ogo'muza çalışma masası.....vs derken açlıktan öldüğümü farkedip IKEA'nın meşhur İsveç köftelerini tabağımıza doldurduk. Yukarda saydıklarıma sadece baktım, merak etmeyin. Ne demiş büyüklerimiz ? "Doğmamış çocuğa don biçilmez" Şimdiden almadım tabi. Ama şu anda artık ne alacağımızı biliyoruz. Ikea'dan çıktığımızda saat 16.00 civarıydı ve çok yorulmuştuk. Ama bu sene okula başlayacak abimize çalışma masası bulamadığımız için bir de Praktiker'e bakalım dedik. Ikea'nın burnunun dibindeki Praktiker, Ikea'dan 2 kat pahalı ve 2 kat kötü. Kaçarak uzaklaşırken, uzun zamandır balık yemediğimizi farkettik ve Carrefour'dan balık alıp öyle gidelim dedik. Carrefour'a girip balık alıp çıkılmadığını geç hatırladık :)

1 saatlik alışveriş ve 10 kadar torba ile dönüş yoluna koyulduk. Arada eve gelmeden bir de Casa'ya uğradık. Salondaki eski koltukları atıp, yerine açılabilir yeni bir koltuk alacaktık ama şimdi daha önemli harcamalarımız olacağından vazgeçtik.


Neyse eve vardığımızda, ayaklarımızı havaya dikip yatmaktan başka birşey yapamadık. O kadar yorulmuştuk ki, binbir hevesle aldığımız balıkları yıkayıp buzluğa atabildik ancak. Erkenden de uyuduk.

Benim tavsiyem, alacağınız mobilyaya mümkün olduğunca erken karar verin. Sonra dolaşması daha zor olacaktır eminim.

Öpüyorum...

Cuma, Eylül 01, 2006

Abimizin incileri....

Bebek haberini aldığından beri çok heyecanlı olan abimiz saçtığı incilerle bizi kahkaya boğuyor doğrusu. İsterseniz en başından itibaren en çok akılda kalanları yazayım.

Bebek haberini aldıktan sonra ilk görüşmemiz ve yazlıkta balkonda ailece oturuyoruz. Bizim küçük sıpa başka şeylerle ilgileniyorken birden ilk incisini attı;
- Teyze bebeği sokarken çok acıdı mı?
- (gurk) (sessizce) yok acımadı oğlum... (bir yandan da aslında ne sormak istemiş olabileceğini düşünüyorum)
Durmadı sıpa, ikinci inciyi patlattı
- yatarak mı soktunuz?
(tüm aile kahkahayı patlattı tabi)
Meğerse benim kuzum bebeği oraya doktorun koyduğunu sanıyormuş da, yani en azından bize öyle dedi.

Arada bir arayıp soruyor;
- Ben onunla yatabilecek miyim?
- Arabasını itebilecek miyim?
- Kucağıma alabilir miyim?
- Sütünden ben de içebilir miyim?
- Benim defterimi karalar mı?
- Oyuncaklarımla oynayacak mı?
- Ben onun oyuncaklarıyla oynayabilir miyim?
- Ona ne oyuncaklar alacaksınız? :)))))

Geçen gün annem balkonda iken seslenmiş;
- Ananeee, yıldız kayıyor mu?
- Yok oğlum, kaymıyor
- Tamam kayarsa haber ver, dilek tutucam
- Ne dileği tutacaksın bakiiim
- Kardeşim erkek olursa, pipisi benimkinden büyük olmasın diye dilek tutucam
:))) Ne büyük derdi varmış benim balböceğimin meğer...

Dün akşam doktordan çıkınca annemi aradım, telefonu annemin elinden aldı;
- Teyze kız mı, erkek mi?
- Bilmiyorum oğlum daha belli değil. 1 ay sonra gittiğimde belki belli olur.
- 1 ay kaç gün?
- 30 gün oğlum
- Hmmm, bir dahakine ben de geleyim belki bana gösterir
-Tamam oğlum beraber gideriz
- E bu arada eli ayağı düzgün mü bari?
(kocakarı yaaa)

6,5 santim ama kıpır kıpır yahu...


Dün doktorumuza gittik. Kıpraşık bebek önce yüzüstü yatıyordu, öyleyken ölçtü, ense kalınlığı 0,98 mm, boyu 6 cm çıktı. Sonra biraz daha baktık, kalp atışlarını filan dinledik. Hala dakikada 161 atıyor miniğimin kalbi... Birden hop dedi sırtüstü döndü. Çok komikti, tıpkı yerçekimsiz ortamdaki insanlar gibi. Kolları, bacakları sürekli oynuyordu. sırtüstü yatınca daha net görüntü verdi. Bu şekilde ölçülünce ense kalınlığı 1,28 mm, boyu da 6,48 cm oldu. Doktor amcamız herşey yolunda dedi. Elini ağzına filan götürüyordu. Burnunu bile seçebildim, çok heyecanlıydı. 24 günde aldığım 1 kilo ile beraber, hamilelik başından itibaren toplam 2,5 kilo almış oldum. Daha muayene olmadan doktoruma iştahsızlıktan şikayet ettiğimde çok şaşırdı, "kullandığın Elevit Prenatal iştah açar aslında" dedi. Sonra da güldü. "Tartıda görücez iştahsızlığını" dedi. Gerçekten de bu iştahsızlıkla (!) bile 1 kilo aldığıma göre, iştahım açılınca ne yapacağımı şimdiden düşünmeye başladım :))
Vitaminime eklenen demir hapından başka almam veya yapmam gereken birşey yokmuş. beta-hCG ve PAPP-A değerlerimin ölçülmesi için kan verdim, haftaya salı gibi onun sonuçlarını da alınca ikili testimizin kesin sonucu çıkmış olacak. 25 Eylül gibi tekrar gideceğiz. O zaman da benim kanımdaki AFP (Alfa Feta Protein) oranı incelenecek. Bu da nöral tüp defekti (?) riskini belirliyomuş. Neyse standart testlerden biri anlayacağınız.
Aslında dün çektirdiğimiz güzel ultrason fotoğraflarından birini buraya koymak isterdim ama işyerindeki yazılımla çözünürlüğü ayarlayamıyorum. Neredeyse hiçbirşey görünmüyor. Bu nedenle siz yine temsili bir resimle idare edeceksiniz. İlk resim dün akşamki görüntülerden birine gerçekten çok benziyor. İkincisi temsili bir görüntü. Üçüncüsü ise bebeğin boyutu hakkında size fikir verebilir.
Dün gece hamileliğimin başından beri 3. kez doğum yaptığımı gördüm rüyamda. Sanırım hep doktor kontrollerimizden sonraya denk geliyor bu rüyalar. Bilmiyorum Ogo'ya mı inat, yoksa başka bir sebebi mi var. Ama her üçünde de kız bebek gördüm. İş yerindeki arkadaşlarım ağırlıklı erkek diyorlar. Siz ne tahmin ediyorsunuz arkadaşlar?
Herkese sevgiler...

Perşembe, Ağustos 31, 2006

İkili test zamanı

Bu akşam ikili test için doktor amcamızı ziyarete gideceğiz. 12 hafta + 3 gün yaşındayız. Bebişin ense pilisi kalınlığını ultrasonla ölçüp, benim kanımdaki beta-hCG ve PAPP-A değerlerine bakıp, ortak bir sonuç çıkaracaklar. Ense pilisi kalınlığı fazla olmamalı. beta-hCG değeri yeterince azalmış, PAPP-A değeri de yeterince artmış olmalıymış. Aksi takdirde Down Sendromu ihtimali yükseliyormuş, ki bu da başka testlerle tanı koymayı gerektiriyormuş...
Hadi bebeğim göster kendini, aslanlar gibi çıkalım bu testten...
Siz de bize şans dileyin bakiiim.....

Salı, Ağustos 29, 2006

Bana komik dediler

Hafta sonu aldığım hamile bluzlarından bir tanesi ile hamile pantolonumu giymiştim dün ilk kez. Herkes bana ya şişko, ya da komik olmuşsun dedi. Evet komik oldum ama napiiim, büyüyoruz biz herhalde. 75 yaşındaki komşumuz "yanlış hesaplamışsın sen, 4 aylıksın" diye iddia etti, arkamdan belli oluyormuş. Nasıl oluyorsa?
Bundan sonra yandaki resmi bir tişörte bastırıp öyle dolaşıcam, o zaman da ben eğlenirim artık..
Neyse ben komik olmaya katlanıp, işin eğlencesine bakacağım artık yapacak birşey yok. Burçak Teyze'mizin cd koleksiyonunda birkaç tane yürütebilirsek, daha da eğleneceğim kesin.

Şu sıralar hamilelik ve anne-babalığın birer sektör halini almasına kafayı takmış durumdayım.
İnsanların en hassas, zaaflarının en kuvvetli oldukları dönemler ya bunlar. Kim ne koparabiliyorsa kar sayıyor. İşte size örnekler;

- Karnım kaşınıyor...
- Aaaa, falanca markanın kremi, filanca markanın losyonu süper.
- E ama onların 200 ml'si 70 ytl
- (Burun kıvrılır) Badem yağı kullan o zaman, ama aynı işi görür mü bilmiyorum...

- Kızım şimdi senin yoga yapman lazım, falanca yerde kurs var. 6 haftası 500 milyon. Bebeğin ve senin ruh sağlığı için çok önemli. Ayrıca doğumu da kolaylaştırıyo...
- Ay şimdi anladım hepimizin neden ruh hastası olduğunu, annemiz yogaya gitmemiş tabi
(arkadaş küser...)

Bu zevzek bir müdürle yapılan konuşmadır...
- Hamilelikte bol bol ceviz ye, baby mozart dinlet, bilmem ne oku, yoga filan yap... Çocuğun indigo veya kristal çocuk olsun...
- (ağlamaklı bir şekilde) Tabi .... Bey!!!!
(benim çocuğum koşan, oynayan, yeri gelince yaramazlık yapan, duvarları boyayan, ağaca çıkan, bisikletten düşen, kumdan kale yapan, sonra onu bozan normal bir çocuk olsun yaaaa)

Pantolonum sıkmaya başladı, bir pantolon alayım diye düşünürken bir dükkana girdim...
- Bu pantolon neden 175 milyon? (Dümdüz beli lastikli, siyah kumaş pantolon)
- %40 indirim var hanfendiii
- E 100 milyon da çok ama
- hamile kıyafetleri böyle hanfendiiiii
- Peki bu el kadar penye çocuk şortu ne kadar acaba?
- 148 YTL (bu sefer "hanfendi" yok)
- E %40 indirim vardır ama di mi? (Sinirler bozulmuştur, kahkaha koyverilir)

Başka bir dükkan
- Bu pantolon ne kadar?
- Tek çekim 40 YTL
- Süper hemen alıyorum
- Size don, sütyen, bluz, çorap.... bilumum şey de lazım (uzun bir nutuk çekilir, örnekler verilir, kafa karıştırılır)
- Yok şimdi almicam
- Siz bilirsiniz, sezon bitmek üzere valla
- Ya hamileliğin de sezonu mu oluyor...

Bir başka dükkan daha
- Sizde hamile külodu var mı? (bu da ne demeyin, önceki dükkanda kadın kafamızda soru işaretleri oluşturdu herhalde... Ama tek don 15 ytl idi alamadık, ucuz dükkana gittik)
- Yok hanfendi ama babaanne donu var, onların beli yüksek.
(sen giy o babaanne donunu, gıcık tezgahtar)

Son dükkan
- Bu hamile bluzlarının penye olmayanı yok mu, bunların penyesi çok kötü ama fiyatları çok yüksek...
- Kötü ama zaten en fazla 2 ay giyebiliyorsunuz (ukalaya bak)
- Nerden biliyorsunuz belki ben seri halde doğurucam. Hem başka bir hamile arkadaşıma vermek isteyemez miyim doğumdan sonra?
- Ay mantar olur öyle elden ele
-Höynkkk????

Tüm hamilelere sabır ve selamet diliyorum :)))