Perşembe, Haziran 23, 2016

Çığlıktan Sınıfta Kaldık

Dünyalı Dergi blogu için 10 Eylül 2015 tarihinde yazdığım yazıdır. Yazının orijinal hali için buraya bakabilirsiniz.

Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. İçimdeki öfkeyi, üzüntüyü, kızgınlığı başka türlü dışa vurmam mümkün olmuyor bazen.  Hatta zaman zaman böyle çığlık atarak kilometrelerce koşmak istiyorum. Nereye kaçabileceksem…
Olmuyor tabi, şehir hayatı, saygınlık, toplumsal normlar ve içimdeki bıdı bıdı konuşan teyze devreye giriyor ve hemen susuyor içimdeki çığlık. Ne fena, kim bilir bağırsam böyle birkaç dakika, belki de rahatlayacağım biraz. Bir nefes alıp, sakinleşeceğim ve “Tamam şimdi sakince ne yapmam gerekiyorsa onu yapayım,” diyebileceğim.
Tam da böyle bir sabah… Bindim arabaya işe gelirken, kapadım camları. Açtım müziği ve etrafta pek araç olmayan bir yolda başladım bağırmaya. “Yeteeeeeeer, yeter artık be yeter!”
Bu sefer ben susturdum içimdeki bıdı bıdı teyzeyi. Oh be… Valla biraz rahatladım. Gülmeye bile başladım hatta, “Deli miyim neyim, arabada avaz avaz bağırıyorum,” diyerek kendime. Sonra ofise geldim. Aaaa masamda bir Dünyalı Dergi, geçen hafta ofise gelemediğim için, henüz görebildim. Biraz daha kafam dağılsın diye karıştırdım sayfaları. Bir de ne göreyim, dört sayfa sadece “Çığlık” konusuna ayrılmış. Hemen okudum tabii, pek keyiflendim, pek rahatladım. Kopya vermeyeceğim, alınız okuyunuz lütfen. Ha bu arada yoksa siz Dünyalı’yı çocuk dergisi mi sanıyordunuz? Vallahi değil, ben çocuklardan önce okuyorum her ay.
Neyse konumuza dönelim. Sözlükte çığlık; refleks sonucu çıkan tiz ve yüksek ses diye tarif ediliyor. Olabilir, ama bu bence biraz eksikli bir tanım. Yani refleks sonucu çığlık atmayabilir insan. Mesela benim gibi, gayet isteyerek, bir tür terapi amaçlı da atılabilir. Ya da ne bileyim en sevdiği sanatçının konserinde, çok keyifli bir sportif mücadelede ya da bir tehlike anında. Sonra hatırladım, bizim ülkemiz değil miydi, çocuklarımızın tacizden korunmaları için çığlık atmayı öğretmemiz önerilen?
ciglik 1
İllüstrasyon: Yasemin Ezberci
Akşam eve dönünce “Gel oğlum,” dedim, çağırdım büyük çocuğumu hemen. “Çığlık at oğlum,” dedim. Çocuk “Hah, anam sıcaklardan kesin kafayı yedi,” dercesine kocaman gözlerini açarak baktı bana. “At annecim,” dedim  (ha bu arada, evet, ben çocuklarıma annecim diyorum). Çocuk korkarak “Niye ki?” dedi. Resmen üzüldüm, çocuğu nasıl korkuttuysam kızacağım diye çığlık atamıyor. “Oğlum bir deneme yapacağım, çığlık atıp atamadığını merak ediyorum,” deyince, daha önce binlerce kez içimden çıkan ve “Sessiz ol oğlum, bağırarak konuşma oğlum,” diyen bıdı bıdı teyzeyi görmüş olan zavallım, “Anne ama komşular…” deyince, “Atsana yahu!” manasına gelen bir höykürme ile hafiften bağırmış olacağım. Oğlan şaşkınlığını atamadan abisinden rolü –üstelik de büyük bir keyifle- çalan kızımdan şahane bir çığlık geldi. Hatta o kadar ki, o tiz sesten kulaklarımı koruma ihtiyacı hissettim. Çok keyiflendiğimi itiraf etmeliyim. Kız tamam. Üstüne bir de,“Kuzucum, kendini tehlikede hissettiğin her zaman, bu çığlığı at tamam mı?” diye cilaladım.
Ama oğlanda durum vahim. Kendisine dinozor lakabıyla seslenişim boşuna değil, tok bir sesle yüksek perdeden konuşur normalde. Gelin görün ki, çığlık atamıyor. Bağırıyor, hatta o kadar bağırıyor ki boyun damarları bile şişiyor ama çığlık atamıyor. “Tekrar dene, daha yüksek, daha tiz,” diye diye o kadar uğraştım ki, bir ara baktım çocuğun sesi çatallaşmaya başladı. Eyvah, dedim, çocuğun sesi kısılacak. Ama mevzu önemli, çığlık atmak gerek. O anda aklıma sevinç çığlığı attırmak geldi; belki bunu başarabilir diye düşündüm. “Oğlum üç ay sonra Star Wars’ın 7. bölümü gösterime giriyor. Özel gösterime bilet bulmaya çalışıyorum. Filmi Darth Vader ve Luke Skywalker ile birlikte izleyebiliriz,” deyince sağlam bir“Oley beeeee!” geldi. Çığlık değil, ama daha tiz perdeden bir nida diyelim. Çok tatmin olmamakla birlikte, çocuğumun ses tellerinin sağlığı açısından bahsi bu gecelik kapattım. Daha sonra tekrar deneyeceğim.
ciglik 3
“Çığlık”, Edvard Munch, 1893 (Ulusal Galeri / Oslo, Norveç)
Öyle demeyin, tacizden korunsunlar diye değil elbette. Dedim ya,çığlık atmak sağlam bir deşarj olma yöntemi. Kim bilir kaç kez ihtiyaç hissetmişsinizdir; sizi çok zorlayan bir projeniz, bütünlemeye kalıp da veremediğiniz dersler, altından kalkamadığınız sorunlu bir ilişki veya hayatın omuzlarınıza bir bir yüklediği dertler yüzünden isyan etme aşamasına gelip, şöyle ciğerleriniz sökülürcesine, tepine tepine çığlık atmaya. Benim oğlum ilerde kız arkadaşıyla kavga edip, gidip üzüntüsünü bağıra bağıra atmasın da, içine mi atsın?
Sessiz çığlıklar var bir de, en acıklısı da onlar sanırım. Yorgun, cılız, tükenmiş bedenlerin, artık isyan etmeyi bile unutmuş yüreklerin sessiz çığlığı. Ne kadar çoklar, o analar, babalar, o çocuklar…
Hatırlayalım çığlık atmayı, hatırlatalım hatta. Çocuklarımıza özellikle öğretelim. Yırtalım hep birlikte o karanlık örtüyü, üstümüze serilen. Tek tek cılız çıkar belki sesimiz ama hep birlikte çığlık atabilsek. Belki, hı..?
Ay neşeli neşeli yazarken olmadı gene. Yine karanlığa bağladım. Ne yapayım, elimde değil. Palyaço gibi olduk, gülümseyen bir makyaj yapabilsek bile, yüreğimiz ağlıyor. Bu yazı da benim sessiz çığlığım olsun madem. Sevgiler…

Hiç yorum yok: