Biraz ajitatif bir başlık seçtiğimin farkındayım. Bu kelimeyi kendi çocuğum için ilk duyduğumda –ki bu son duyuşum da olabilir- oğlum 2,5 yaşında idi. Kreşe başlatmayı düşünüyorduk ve uygun mudur, erken midir diye doktoruna danışmıştık. Doktorumuz bize, bunun yerinde bir karar olduğunu, bir çocuğun hep aynı kişi veya aynı birkaç kişi tarafından yontulmasının sakıncalı olduğunu, farklı çocuklarla ve farklı yetişkinlerle birlikte olmasının çok geliştirici olacağını söylemişti. Tuhaf gelmişti o zaman, itiraf edeyim. Çocuk için yontulmak tabirinin kullanılması rahatsız bile etmiş olabilir beni, anımsamıyorum.
Çok sonraları anladım doktorumuzun ne demek istediğini ve hak verdim. Bir kütük düşünün, hep aynı yere vurursanız keseri, biçimsiz ve işe yaramaz bir şey olur değil mi? Ya da bir mermer blok. Hayranlıkla izlediğimiz heykellerde ne çok dokunuş var. Yaşam da öyle bir şey işte, bırakınız yontulsun çocuklarınız.
Çocuklar en değerli varlıklarımız, bunda hemfikiriz. Bunu tartışmıyorum. Hepimiz çocuğumuz için en iyisini ister, en doğrusunu öğretmeye çalışırız. Buna da tamam, elbette öyle. Şimdi gelelim “yontulmak” derken neyi kastettiğime.Terbiye etmekten bahsettiğimi düşünenler olabilir. Terbiye etmek deyimini de, terbiye etmeye çalışma eylemini de oldum olası sevmem. Ben hayatın eğitiminden, hayat bilgisinden bahsediyorum.
Orta yaşı geçenler kendi çocukluğunu düşünsün lütfen. Okuldan eve yürüyerek geldiğimiz, bakkala kendi başımıza gittiğimiz, sokakta tüm kurgusu kendimize ait oyunlar oynadığımız, birçok farklı insanla temas ettiğimiz, hepsinden başka başka şeyler öğrendiğimiz günleri. Nerde o eski günler demeyeceğim, o başka bir yazı konusu olsun. Bugünkü gerçekliğimizin çok farklı olduğunun farkındayım. Artık çocuklarımızı tek başlarına sokağa salamıyoruz, yabancılarla konuşma diye tembihliyoruz, mümkün olsa cebimizde gezdirmek istiyoruz. Merak etmeyin, yalnız değilsiniz. Hepimiz aynı durumdayız. Ama hayat öğretmeye devam ediyor. Ve biz hayatın ve insanların çocuklarımıza dokunmasına engel olarak onlara iyilik değil, kötülük ediyoruz aslında.
Bu yaşıma kadar en çok “hayat bilgisi” zayıf insanlarla sorun yaşadım. Mükemmel yetiştirilmişler, çok zekiler ve gerçekten iyi insanlar. Gel gör ki, çalışmadıkları yerden bir konu çıkınca karşılarına muhakeme yeteneği gelişmemiş olduğu için far görmüş tavşan gibi donakalıyorlar. Bırakın çocuklarınız problem yaşasın. Hayatında hiç problem yaşamamış veya tüm problemleri ebeveynleri tarafından çözülmüş çocuklar problem çözmeyi nasıl öğrenecekler ki? Problemi çözmeye çalışmanın kendisi bile hayat bilgisi.
Çocuklar en iyi oyun oynayarak öğrenir. Ama öyle sınırları çizilmiş ortamlarda, tarif edilmiş malzemelerle ve kurgusu bir büyük tarafından yapılmış oyunlarla değil. Evet, tamam, güvenli bir yaşam alanımız yok, çocukları bir başına bırakamıyoruz. Ama en azından ne oynayacaklarına, nasıl oynayacaklarına karışmayın yahu! Yalnız bırakamıyorsanız beraber parka gidin, göz takibinizde kalsın çocuğunuz. Bırakın yeni arkadaşlar edinsin. “Aaa hadi annecim merhaba de, adını sorsana,” demeyin. Yan apartmanın küfürbaz kapıcısının çocuğu ile tanışmasına izin verin. Grup oyunlarında kaybetmesine izin verin. Bir sorun çıktığında çözmesine, çözemiyorsa bu sıkıntı ile baş etmesine izin verin. Bunlar “hayat” çünkü. Bankta oturan yaşlı teyzenin neden o kadar buruşuk olduğunu merak etsin, hatta bunu kendisine sorsun. “Aaa çok ayıp çocuum!” demeyin. Bırakın teyze dilediği tepkiyi versin. Milyonlarca farklı teyze var ve bir gün mutlaka onlardan biriyle karşı karşıya kalacak çocuğunuz.
Farklılıkları görüp bilsinler, başka türlü kendilerinden farklı olduklarını düşündükleri birine sevgi ve saygı duymayı öğrenemezler ki. Bir özeleştiri yapayım örneğin, oğlum engelli bir birey gördüğünde inanılmaz huzursuz oluyor. Bakmak istemiyor, çok üzülüyor. Ne yapacağını bilemiyor. Bilerek değil ama sanırım çocuğumun bir engelli birey ile iletişim kurmasına izin vermemişim bunca zaman. Şimdinin taze yetişkinleri, sosyal sorumluluk projeleri ile engelli bireylerle çeşitli organizasyonlar yapıyorlar. Sahte gülücükler ve sahte sevgi sözcükleri ile sözde bir iletişim kuruluyor.Sosyal sorumluluk bir proje ile öğrenilmez ki. Sosyal sorumluluk dediğin, yaşlı komşunun pazar poşetini taşıyarak öğrenilir. Sokakta bulduğun hasta kediciği tedavi etmeye çalışarak öğrenilir. Sosyal sorumluluk farklı sosyal ve ekonomik sınıftan çocuklar bir arada oynayınca öğrenilir.
Kız çocuğu, erkek çocuğu yoktur. Çocuk çocuktur. Kızlar da engellenmedikçe, toplumsal baskı görmedikçe top oynar aslında. Ben bebeklerinden çok arabalarını seven gayet de cici kız çocukları gördüm. Çamurdan kurabiyeler yapan ve bir evcilik oyununda bunu kız arkadaşlarına ikram eden erkek çocuklara hayranım. Çocuklarda cinsiyetçilik de apayrı bir yazı konusu aslında ama buna minik bir vurgu yapmak gerekir diye düşündüm. Oğlu, annesinin saç tokalarıyla oynadığı için 4 yaşındaki oğluna kızan ve “Erkekler tokalarla oynamaz,” diyen insanlar tanıyorum ben çünkü.
Ha bir de çok önemli bir şey var. Bırakın üzülsün çocuklarınız. Üzülmek de bir yontulma biçimidir. Üzülmek çok insani bir histir, ağlamak da çok doğal bir davranıştır. Üzülmesine ve ağlamasına izin verdiğiniz çocuğunuz ilerde duygularını saklamayan ve bir sorun yaşadığında üzülebileceğini de bilen bir yetişkin olur. Sorun yaşamak doğaldır, sorunlar yaşanır. Önemli olan o sorunla nasıl baş edebileceğini, nasıl bir çözüme kavuşturabileceğini bilmektir.Haksızlığa da uğramış olabilir çocuğunuz. Bir nedenle alaycı davranışlara maruz kalmış da olabilir. Hemen müdahale etmeyin. Bırakın hakkını korumaya çalışsın. Fiziksel bir zarar görmediği sürece, neyin doğru neyin yanlış olduğunu keşfetmesine izin verin.
Bir diğer konu da sıkıntı… Sıkıntı hayattaki en değerli keser vuruşudur; yontusundan ne yaratıcılıklar çıkar, bir bilseniz. Bırakınız sıkılsınlar. Azıcık öfleyip pöflemeleri sizi yıpratmasın, hemen teslim olup bir aktivite yaratmayın, ellerine tableti, telefonu tutuşturmayın. Sıkıntılarını giderebilmek için bulacakları yöntemler, hayatta edinebilecekleri en değerli deneyimlerdir.
Her bireyin farklı ve özgün olduğunu, her çocuğun yaşamın içinde yoğrulup başkalaştığını ve bunun şahane bir şey olduğunu bilin lütfen. İlerde kendisiyle barışık, kendi işini kendi gören, kendisinden başkalarının düşüncelerine değer veren, saygı gösteren, hakkını savunan, boyun eğmeyen, yeni bir sorunla karşılaştığında çözüm üretebilen bir insan olması, post doktorasını yapmış, kariyer basamaklarının en üstünü hedefleyen, 5 dil bilen, 3 dalda sporcu lisansı olan, şahane piyano çalan biri olmasından daha önemli bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder