“Nerelisin?” sorusu bende oldum olası gerginlik yaratmıştır. Hemen her seferinde birkaç saniye duraklayıp, nereli olduğumu düşünüyorum. Sonra da buna yanıt vermenin en azından benim için çok zor olduğunu söyleyip, gerçekten açıklamak istiyorsam uzun bir sohbete giriyor, açıklama ihtiyacı duymuyorsam, “Dünyalıyım,” deyip geçiyorum.
Bu soruyu yanıtlarken çok zorluk çekiyor olmamın sebebi, sadece yurtdışında doğmuş olmam, anne ve babamın başka başka illerde doğmuş olması ve onların anne ve babalarının da başka başka ülkelerden göç etmiş olması değil. Bunlar da etken tabii, açıklamayı epeyce zorlaştırıyor. Ancak asıl sebep, ben kendimi “bir yerli” hissetmiyorum. Hiçbir zaman da hissetmedim, çok da anlamlı gelmedi.
Aslında benim aidiyet konusunda başka “sıkıntılarım” da var. Mesela takım da tutmuyorum, tutamıyorum. Mezun olduğum lise ve üniversite, hatırı sayılır kurumlar olmasına rağmen “Şu okulluyum,” filan diyemiyorum. Dememek için özel bir çaba harcamıyorum, aklıma gelmiyor sadece. Diyebileni de yadırgamıyorum aslında.
“Amma da kendinden bahsettin,” diyeceksiniz, haklısınız. Asıl mevzuya gelemedim. Diyeceğim o ki, nereli, hangi takımlı, hangi okullu olduğumuz eğer bizi diğer insanlardan ayırmayacak, bilinçli veya bilinçsiz bir üstünlük yaratmayacaksa sorun yok. Hayatın renklerini kullanmak lazım. Ancak neye inandığımız, hangi ırktan olduğumuz, nerede doğduğumuz, hangi okulu bitirdiğimiz gibi çoğu aslında bizim karar vermediğimiz parametreler, bir süre sonra ayrımcılığa, eziciliğe, ötekileştirmeye, kavgalara hatta savaşlara neden oluyorsa buna bir dur demek ihtiyacı hissediyorum.
Ben diyorum ki en azından zemine bir “dünyalılık” halısı serelim.
Baktık çatışma ortamı var, siyahı, beyazı, Asyalısı, Avrupalısı, şu takımlısı, bu takımlısı, okullusu, okulsuzu, atalım bu şapkaları ve oturalım “Dünyalı” halısının üstüne. Olmaz mı? Olur! Bal gibi de olur!
Çocuklarımızdan başlayalım. Onlar zaten pür dünyalı olarak dünyaya gelmiyorlar mı? Sonradan geliyor tüm bu etiketler, kimini biz takıyoruz, kimi sonradan kendi tercihi ile geliyor. Ama çocuklarınıza aslında “Dünyalı” olduklarını unutmayacakları bir bilinç aşılayabiliriz.
Nasıl yaparız bunu? Elbette bu duruma birlikte kafa yorarak. Zenginleştirelim bu yazıyı, hep birlikte. Ben kendi fikirlerimi yazayım, sizler de yorum ve katkılarınızı bize iletin olur mu?
Bence yapabileceğimiz ilk ve en önemli şey, çocuklarımıza kitap okumayı sevdirmek olacaktır. Orhan Kemal’in “Murtaza”isimli romanında Yunanistan Göçmeni Bekçi Murtaza’yı Adana’da bir fabrikada görsünler mesela. Ya da Rıfat Ilgaz’ın“Hababam Sınıfı”nı okuyup çeşit çeşit insanın harika dostluğuna tanık olsunlar. Valeri Suslov’un “En Güçlü Kim?”kitabını okutun, kim güçlüymüş kendileri keşfetsinler. Her kitapta yeni yaşamlar, yeni dünyalar bulacakları kesin. Kitap okumakla da kalmayın, süreli yayın takip edin çocuklarınızla… Sürekliliği, bir yazar takip etmeyi, biriktirmeyi öğrensin çocuklarınız. Misal Dünyalı dergiyi okutun çocuklarınıza.
Sonra film izleyin çocuklarınızla. Ama öyle yalancı pembe düşler sunan filmleri değil, Avrupa sinemasını izleyin örneğin. Çocuk filmleri festivallerini takip edin. Muhteşem filmleri olan İran sinemasından haberiniz var mı mesela? Ağlatır ama oraların yaşam koşullarını, tarihini, insanlarını ancak böyle gösterebilirsiniz çocuklara. Neşeli Bollywood filmleri de çocuklarınızı hem eğlendirecek, hem de Hindistan diye çok farklı bir kültüre sahip olan bir ülkeden haberdar edecektir. Miyazaki çizgi filmleri de izleyebilirsiniz beraber, sizin de çok keyif alacağınızdan eminim.
Çok gezen mi bilir çok okuyan mı bilir? Epey eski tartışmadır. Ama biz her ikisini de yapmak isteyenleriz derseniz çocuklarınızla gezebilirsiniz. Öyle dünya turundan filan bahsetmiyorum. Keşke mümkün olsa da tüm çocuklar dünyanın farklı kültürlerini deneyimleyerek öğrenseler, farklı coğrafyaları kendi gözleriyle görseler. Ama en azından şehir içinde ve mümkün oldukça yurt içinde gezilere çıkabilirsiniz. Gezileri her seferinde belirlenmiş rotalarla değil de, biraz da serbest formatta yapmanızı önerebilirim. Trene atlayıp başka şehirlere gitmek, orada yerel halkla kaynaşmak, mümkünse onların evinde kalmak, onların sofrasında yemek inanılmaz deneyimler katacaktır çocuklara. Dünyanın en büyük, en kozmopolit şehirlerinden birinde, İstanbul’da yaşayanlar için de bir önerim var. Tabii bunu her şehirde yapabilirsiniz ama İstanbul’un çeşitliğinin hepimizi Dünyalılığa biraz daha fazla yaklaştıracağı kesin. Örneğin her hafta sonu İstanbul’un bir ilçesine gidip gezmek, oranın bir özelliğini keşfetmek, sokaklarında dolaşmak, gördüğünüz insanlar hakkında konuşmak oldukça geliştirici olabilir. Özellikle çocukların farklı ve yaratıcı yorumlarını duymak için bile dolaşabilirim ben.
Son olarak da bir oyun önerim var, bizim pek keyifle oynadığımız. Kocaman bir dünya haritası alıp yere yayın. Bir çorabın içine pirinç doldurup, zıplamayan bir top yapın. Sonra sırayla herkes, gözünü kapatıp, haritaya atsın topu. Topun haritada düştüğü yeri beraberce irdeleyin. Nasıl bir ülke, hangi hayvanlar yaşıyor, insanları nasıl yaşar, çocuklar hangi oyunları oynar, özel bir dansları var mı, tarihte önemli bir şeyler olmuş mu, bitki örtüsü nasıl? Biliyorsanız siz anlatın, hatta azıcık teatral bir hale getirirseniz anlatımınızı çocukların hayranlıkla sizi izleyeceğinin garantisini verebilirim. Bilmiyorsanız beraberce araştırın. Resimler ve videolar bulup inceleyin. Minik minik resimler yapıp oraya yapıştırabilirsiniz de. Çocukların görsel algısı çok güçlüdür. Bu oyunun onları nasıl besleyeceğine inanamazsınız.
Benim aklıma gelenler bu kadar. Kendini hiçbir yere ait değil de tüm dünyaya ait, dünyanın tüm halklarından hisseden bendeniz, sizlerin ilavelerini ve yorumlarını çok merak ediyorum.
Ne dersiniz, bu önerilerle çocuklar biraz daha dünyalı oldu mu? Peki siz? Dünyalı olmaya var mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder