“Çocuğumu ideallerinden vazgeçirmeye çalışıyorum.”
Bu cümleyi yakın bir arkadaşım TEOG sınavlarına hazırlanan kızı için kurdu. Ciddi bir vicdan azabı çektiğini de biliyorum. Kızı resim alanında uzmanlaşmak istiyor. Arkadaşım ise (itiraf etmeseler bile birçok ebeveyn gibi) basitçe belli bir ekonomik rahatlığı elde edebilmesinin tek yolu olarak “bir başka” meslek seçmesi gerektiğini düşünüyor.Resmin kızı için her zaman bir hobi olabileceğini, çeşitli şekillerde (kurs vs.) bunu destekleyeceğini, “bir başka” para kazandıran meslek sahibi olduğunda, dilerse resim konusunda çalışmaya devam etmesinin mümkün olacağını iddia ediyor.
Onu hiç yargılamıyorum. Bu düzende resim konusunda uzmanlaşarak belli bir ekonomik seviyeyi aşmak pek mümkün değil. Mümkün kılan az sayıda örnek olabilir ama bu genellemeyi bozmaz. Peki ya resim konusunda uzmanlaşmak isteyen kızı, 8-10 sene sonra bir üniversiteden doktor, öğretmen, mühendis…vs gibi genel kabul görmüş mesleklerden birinin diplomasıyla mezun olursa ne olacak? Buna yanıt vermek gerçekten çok güç.
Birincisi, ülkenin gidişatı o kadar belirsiz ki, eğitim sisteminin sekiz yılı bırakın, sekiz ay sonra geleceği noktayı kestirmek bile mümkün değil. Yani şans eseri (kesinlikle başarı eseri değil) TEOG sınavı sonucu tercih ettiği okulların birine yerleştirilse bile, istediği bir üniversitede okuyup okuyamayacağı muamma.
İkincisi, kız için resim konusu gerçekten şu anda içinde bulunduğu sıkıcı sınav yılından bir kaçış başlığı olabilir ve aslında iki yıl sonra bambaşka ilgi alanları ortaya çıkabilir. Sonuçta kimliğimizin şekillendiği, yaşama bakışımızın hergün değiştiği yıllar değil miydi o yıllar?
Üçüncü olasılık, resim arzusunu aklının derinliklerine gömen veya en iyi ihtimalle resimle hobi seviyesinde ilgilenmeye devam eden kızı, en az dört yıl emek verdiği, gece gündüz ders çalıştığı bölümü sever veya sevdiğine inanmaya başlar. Mezun olunca da asgari ücretten az hallice bir ücretle, büyük görkemli plazalardan birinde işverenine hizmet etmeye başlar. Mobbing, fazla mesai, zamsız geçen yıllar bu işin fıtratında vardır ama o en azından her öğlen şık kıyafetleriyle bir kahveci zincirinden karton bardakta kahve alabilir durumda olur. Bu iyi ihtimal, gerçekten… Yıllarca atanamayan bir öğretmen veya 48 saatlik çalışma dilimlerine rağmen hasta yakınlarından yediği dayakla gündeme gelen bir doktor da olabilir. Örnekleri sonsuza kadar uzatabilirim.
Dördüncü olasılık -ki bu en düşük olasılık inanın bana- lise yıllarında şekillenen ilgi alanında bir burs alır, şahane bir üniversiteye gitmeyi başarır. Üstüne bir de popüler başlıklardan birinde yüksek lisans yapar. Sonra da oralarda aldığı eğitimin kalitesiyle değil (kaliteli olmadığını söylemiyorum, kaliteli de olabilir ama bir önemi yok), özgeçmişinde yazan okul isimleriyle ve bu süreçte katıldığı sosyal sorumluluk projeleriyle ya yurtdışından kabul alır ve gerçekten istediği meslekte ilerler, ya da yine bir işverene biraz daha yüksek bir ücretle hizmet etmeye başlar.
Özgür Mümcu yazmıştı bir köşe yazısında. Ancak tutkulu olanlar başarılı ve mutlu oluyorlarmış işlerinde. Yani yaptığı işi tutkuyla sevenler. Çok kazananlar değil, dikkatinizi çekerim.
Geçenlerde sosyal medyada bir anne yazmıştı. Çocuğu için görüştüğü ilkokulların (lise değil, ilkokul) idarecilerinin (hiçbiri eğitimci değil) okullarını pazarlamak için amaçlarının “lider özellikli, özgüveni yüksek, kariyer hedefi olan çocuklar yetiştirmek” olduğunu söylüyorlarmış. Birçok ebeveynin bu cümlelere tav olduğunu gayet iyi biliyorum. Hiçbiri mutlu çocuk yetiştirmekten bahsetmiyor. Mutluluğun “sağlama alınmış” bir gelecekten geçtiğini düşünüyor da olabilirler.
Sağlama alınmış gelecek nedir biliyor musunuz? Ebeveynleri tarafından uygun görülmüş bir alanda, binbir ekonomik zorlukla iyi bir mezuniyet derecesi elde edip, sonra 3 değil de 5 kazanabilmek değildir. Sağlama alınmış gelecek, geleceğini 14 yaşında iken dert etmek zorunda kalmamaktır. Sağlama alınmış gelecek ebeveynlerinin çocuklarını ideallerinden vazgeçirmeye değil, desteklemeye çalışmasıdır.
Ben de şahsen ailem tarafından geleceği “sağlama alınmış” bir beyaz yakalıyım. Lisedeyken bambaşka alanları meslek olarak seçmek istememe rağmen, ailemin ve öğretmenlerimin baskısı (yönlendirme de diyebiliriz) ile iyi bir üniversitenin güzel bir bölümüne girdim. Şansım yaver gitti gerçekten güzel işler yapabildim. Ama hem okul hayatımda, hem de mezun olduktan sonra, her gün ama her gün gönlümde yatan aslana içim burkularak baktım. Olmadı, olamadı, olamazdı da… Hayatın zorunlulukları kimi şeyleri hobi olarak bile sürdürmenize bile izin vermiyor ne yazık ki.
Son zamanlarda sıkça Finlandiya’daki eğitim sistemi ile ilgili yazılar paylaşılıyor. Ne kadar özgür ve özgün bir eğitim sistemi olduğundan, sınıf, sıra, ödev kavramlarının olmadığından, çocukların hayatın içinde birşeyler öğrenmesine olanak verildiğinden filan. Şahane şeyler. Ben de benzer bir örneği okyanus ötesindeki küçücük ve yalnız bir adadan duymuştum. 6 yıl kadar önce Küba’dan gelen La Colmenita isimli çocuk müzikal topluluğunun 14 yaşındaki bir üyesini bir hafta kadar evimizde misafir etme şansımız oldu. Sohbet esnasında, klasik bir Türk ebeveyni olarak “büyüyünce ne olmak istediğini” sorduk tabi. Futbol aşığı idi ve küçüklüğünden beri müzikle ilgileniyordu. Bunlardan birini seçeceğini düşünüyorduk, ama o bizi fena halde yanılttı. Biyoloji konusunda uzmanlaşacağını (dikkat edin uzmanlaşmak istediğini değil, uzmanlaşacağını), biyomedikalle ilgilendiğini, bir alternatif olarak da okyanus canlılarının biyolojik çeşitliliği üzerine çalışacağını söyledi. Sağlama alınmış gelecek budur işte. Özgüven ve kariyer hedefi böyle verilir bir çocuğa. Bir çocuğa yetenekli ve ilgili olduğu alanlarda eğitim alma imkanı (şansı değil, eğitim almak şans işi olamaz) sağlanırsa ve aynı zamanda müzikle, sanatla, sporla ilgilenme olanağı da verilirse o zaman 14 yaşında böyle özgür hayaller kurabilirsin işte.
Karanlık bir tablo çizdim, şimdilik ben çocuklarımın ideallerini desteklemeyi tercih eden taraftayım. Bu kararı vereceğim zaman geldiğinde fikrim değişir mi bilemiyorum. Bunu engellemek, çocuklarımın daha büyük ideallerin peşinden koşmasını da engeller gibi geliyor bana. Oysa benim bile çok büyük ideallerim var daha henüz gerçekleştiremediğim. Olsun, bunlar ayakta tutuyor beni, bunlar yaşama direnci veriyor.
Peki ya siz? Siz ne diyorsunuz? Çocuklarınızı ideallerinden vazgeçirmeye çalışacak mısınız? Yoksa çocuklarınızla yepyeni, çok daha büyük ideallerin peşinden koşacak mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder